BEHZAT AY: DEĞERİNİ BİLEMEDİĞİMİZ BÜYÜK YAZAR
Dr Emrullah Güney (*)
Bu derleme yazımızda, Türk yazınına katkı getirmiş, önemli yapıtlara imza atmış, çok sayıda ürün vermiş , fakat, değeri asla bilinmemiş, takdir edilmemiş bir yazarımızı, 9 Temmuz 1999 günü bu dünyadan göçüp gitmiş, sonsuzluğa yürümüş eğitimci Behzat Ay’ı irdeleyeceğiz.
ÇOCUKLUĞU
Behzat Ay, İçel ilinde, Aslanköy Nahiye Merkezi’nde doğdu. Yıl 1936. Burası Recep Bilginer’in İsyancılar ( 1964 ) adlı oyununda dile getirdiği küçük çaplı halk ayaklanmasının geçtiği yerdi. BA ilkokulu köyünde okur. Babası sert, hırçın bir insandır. Dayak atar durmadan. Ahıra kapatır oğlunu ve hayvan gibi bağlar. Sevgisiz bir ortamda, fakat, doğaya ilgi duyarak, yaylaları, suları, otları, kuşları, hayvanları severek büyür BA. Sonra Düziçi Köy Enstitüsü’nü kazanır ve olağan sürede bitirir. Samsun ilindeki köy öğretmenliğinden sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Özel Öğretim Bölümü’nde Pedagoji öğrenimi görür. Burası o dönemde bir “Köy Üniversitesi”dir. Eğitim Bakanlığı, öğretmenlerin yüksek öğrenim görmeleri için dışarıdan sınava girmelerini sağlar. Böylece BA da burayı bitirerek ilköğretim denetmeni olur.
" Ben, çocukluğumdan beri sevgiyi gereksinim duyan biriyim. Çocukluğumdan bu yana geçen yaşamımı düşünüyorum da bu sonuca varıyorum. Sevgiye susamış bir adamım. Çocukluğumda sevgi yerine dayak gördüm. Hiç uğruna yediğim o dayaklar ! Sanki üvey çocuktum. Oniki yaşıma değin, yaşımın üstünde işler yaptırdılar. Oyun nedir bilemedim. Sanki kendi isteğile dünyaya gelim. Sanki zarar veren bir çocuktum. Tam karşıtı. Tükettiğimden çok, ürettim oniki yaşıma değin. Oniki yaşımdan sonra parasız yatılı okulda okudum. Yaz dinlencelerinde işçilik yaptım. Onsekiz yaşımda da yaşama atıldım…" (KVK. 74 )
B A, Düziçi Köy Enstitüsü'nü bitirdikten sonra Samsun İli'ne atanır. " Hüzünlü bir yalnızlık, sessiz, ıssız, karlık köylerde…" ( KVK. 75 )
"Yirmi yaşımda Karadeniz kıyıcığında bir köyün bş sınıflı tek derslikli ulunda yalnız başıma öğretmenlik yapmaktaydım Evli değildim.Gecelerimi gaz lambasının ışığında kitaplar okuyarak, pill radyomu dinleyerk ve ikinci gün vereceğim derslerin hazırlığını yaparakgeçiriyordum. A gündüzler bitmiyordu. Beş saat rersten sonra uzun bir re kalıyordu."(KVK 14 )
EVLİLİĞİ
B A'ın eşi Samsunlu Öğretmen Nermin Hanımdır. ( Evlilik yılı 1957 olmalı ). Bu evlilikten Elgiz ve Taner adlı çocukları doğar. Bu, sancılı, çalkantılı bir evliliktir. Evlilikte umduğunu bulamamış, hemen her zaman derin bir düş kırıklığı içinde sürdürmüş ve sonunda eşinden ayrılmış; tek başına yaşamağa başlamıştır. BA’ın , çocuklarıyla ilişkileri genelde iyidir. Özellikle dede olduktan sonra BA’ın yaşam sevinci artmış; torununun devinimlerini sevgiyle izlemeğe başlamıştır.
Birçok yazısında, evlilik düzeninin neden yürümediğini, çoğu zaman eşini suçlayarak, kimi zaman da özeleştiri de yaparak dile getirmiştir: " Üstelik cinsel açlık…Ve ver elini evlilik demek zorunda kaldım. Çocukluğumda aile çevresinde görmediğim sevgiyi bulmak, yalnızlıktan, kederden, cinsel açlıktan kurtulmak için evlendim. Yaralı, susuz, aç birin sarıldığı d, sığındığı bir yuvaydı sanki bu. İşte bunu anlamadı bir türlü karım. Sevgiye açlığımı, susuzlumu gideremediği gibi, çoğalttı. Seviden tam yoksun kaldım. Doyamadım. Doyumsuzluk uyumsuzluğa doğru sürükledi boyuna. Uyumsuzluk başka yollara saptırdı. Böylece içkiye sığındım zaman zaman. Aldanıştı bu elbette.İçkide bir şey bulamadığım gibi, bulduklarımı da yitirdim. Küstürdüklerim, darılttıklarım oldu." (KVK: 75)
B A, Gazi Eğitim Enstitüsü Özel Eğitim Bölümü'nü bitirdikten sonra çektiği kura sonucunda Siirt İli'nde ilköğretim denetmeni olur. Eruh, Şırnak, İdil, Güçlükonak ilçelerinde çalışır. Dikkati çeken bir eğitimcidir ve 1940'ların 3M'si ( Maarif’in Mimli Muallimi ) gibi, soruşturmalardan kurtulamaz. Denetlemelerini, bölge insanının sorunlarını, saatler süren yaya yolculuk ettiği köyleri, binbir zorluk içinde görev yapmağa çalışan köy öğretmenlerini, dağlarda dolaşan eşkıya ile karşılaşmalarını, gördüğü güzel gözlü, endamlı köy güzellerini , ilerde yayımlayacağı Gündoğusu adlı yapıtında dile getirecektir. Sonuçta Erzincan Uluköy'üne ilkokul öğretmeni olarak atanır. Bu, bir anlamda "tenzili rütbe"dir.
Yazın, yayın dünyasıyla daha yakın ilişkiler kurabilmek, yapıtlarını yayımlatabilmek ereğiyle İstanbul İli'ni ister. Haydarpaşa Lisesi'de görev alır. Rehberlik yapar. Öğretmen örgütlenmesinde görev alır. Sendika etkinliklerinde dikkat çeken bir eğitimci olarak tanınır. Öyle ki, Yazar, öğretmen Mehmet Aydın’ın verdiği bilgiye göre, TÖS’ün bir toplantısında, salona girince öğretmenler ayağa kalkıp dakikalarca alkışlamışlardır onu.
12 Eylül1980 Darbesi'nden 10 gün önce emekliliğini ister. Çünkü darbenin ayak seslerini duymuş, bir sabah tank sesiyle uyanacağını anlamıştır. Emeklilik yaşamını Suadiye, Bostancı, Aslanköy’de geçirir.
" Emekli olunca Bostancı'ya yerleştim. Belki birçoklarımız gibi, yerleştiğim semt önce postane, kitabevi ve meyhaneleri tanıdım. Bu işyerlerinden meyhane semtimizde pek çok. Sık sık meyhane değiştirmek ve çeşitli müşterilerle karşılaşmaktansa, evime en yakın, yüz metre kadar uzaktaki eciş bücüş, tahtadan yapılmış, salaş bir meyhaneyi yeğledim. Nedeni, evime yakın olduğu kadar, çevresinde yapı cadde, sokak olmadığı için taşıt gürültüsünün de olmaması. En önemlisi de, meyhaneden çevrenin görünümünün güzel olmasıydı. Hemen önünde deniz vardı. Yani bir kıyı meyhanesiydi. İlerde, kimi zaman hemen önünüzdeymiş gibi gözüken Adalar ayrı bir hava veriyordu. Hele geceleri, görünüm daha da güzel oluyordu. Adalar, top top ışıklarıyla gözünüzün önündeydi. Bir de, ışık seli gibi, Bostancı İskelesi'nden kalkan vapurların süzülerek uzaklaşması, Adalar'dan denizi yararak gelmesi ayrı bir güzel görünümdü…"(KVK 18 ).
Aslanköy'de baba evi dışında, beldeden biraz uzakta, bahçe içinde bir ev yapma düşüncesi, emekliye ayrıldıktan sonra uygulamaya konulur. Taşları kırarak, kirizma yaparak, yabanıl otları temizleyerek bahçeyi ortaya çıkarır, sonra da iki katlı evi binbir zorlukla yükseltir. İstanbul'dan bunaldığı zamanlarda Mersin'e gelir. Dostlarıyla görüşür. Fakat nemli sıcak sahilde uzun süre kalamaz, kendini zor atar Toros'un kucağına. Burada uzun süreli olmasa da , kedileriyle , doğayla başbaşa güzel günler geçirir. Gazetesini okur, yeni yazılarını düşünür, planlar yapar, elma ağaçlarını sular, yaylalara doğru gezilere çıkar.
SEVDİĞİ İNSANLAR , YAZARLAR
BA, Atatürk'e sonsuz saygısı olan yazardır. " Atatürk'ün , önemini önemsememeye, değerini küçültme çalışan ne kadar siyasacı, düşünür, yazar, sanatçı varsa, tümü de büyük yanılgı içindedirler Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 18 yılda yaptığı büyük işleri, devrimleri, kırk sekiz yıldır - İkinci Dünya Savaşı sonrasından başlayarak - önemsemeyenler yanılgılarını anlayabilecekler mi,a nlayabilirlerse ne zaman bilemiyoruz ( TDD. 30. s.36
B A'ın sevdiği yazarların başında Nazım Hikmet gelir. 1966 yılında, N H'in "Yeni Şiirler"i Dost Yayınevi'nce yayımlanır. O sırada Siirt'te görevlidir ve kitabı kentte bulma olanağı da yoktur. Ödemeli getirttiği kitabı PTT'den aldıktan sonra okur derinden etkilenir "Bir Yanardağ" başlıklı uzuna bir inceleme yazısı hazırlar. Bu yazı bir süre sonra yayımlanır. Bu da Siirt'te olay olur. Çünkü, 1966'da N H'in, değil bir kitabını edinip okumak, adını anmak bile tehlikelidir ve mimlenme için bir önemli bir gerekçedir. S.30
Aziz Nesin de pek sevdiği bir yazardır. Derin bir hayranlık duyduğu mizah yazarını sürekli izler. Örneğin , O'nun Moskova'da yürek bunalımı geçirdiğini gazetelerden öğrenir öğrenmez PTT'den telgraf çekmek ister. PTT memurları bu telgrafı kabul etmek istemezler. B A Müdüre çıkar ve durumu anlatır. Müdür, metnin uzun olduğunu, kısaltılırsa daha az para ödeyeceğini söyler. Kısaltmayı kabul etmez B A ve telgraf o uzun haliyle gönderilir. Adres bile bildirilmemiştir. Moskova'ya gideceğinden emindir BA. Çünkü A N Sovyetler Birliği'nde tanınmış bir yazardır ve B A bilmektedir ki, Moskova PTT görevlileri, Aziz Nesin'in hangi sağaltımevinde bulunduğunu bilirler, Türkiye'den gönderilen bu telgrafı kendisine ulaştıracaklardır.
B A, hemşehrisi Aslanköylü öğretmen, öykü yazar Osman Şahin'i de beğenir. Fakat, öykülerini güzel bulmakla birlikte, kimi sözlerin eskimiş biçimlerini kullandığı için eleştirir.
B A, Oktay Akbal'ı, Mustafa Ekmekçi’yi, Uğur Mumcu'yu, İlhan Selçuk'u sürekli izler ve pek beğenir.
Cemal Süreya da en sevdiği dostlarında biridir. Cemal Süreya'nın ölümü üzerine de B A, " Şiirimizin Yalvacı Cemal Süreya'ya Mektuptur" adlı yazısını hazırlar : "Otuz yedi yıldır şiir yazan, 1957'den bu yana da altı şiir kitabı ( öbür türdekileri saymıyorum ) yayımlamış olan çağdaş dervişim Cemal arkadaşım bizi dayanılmaz acılar içinde bırakarak dünyamızdan göçüp gidince, ondaki ölüm düşüncesi üzerinde durmak istiyorum."
Bu yazısında B A, Cemal Süreya'yı sevi şairi, erotik şair, çok yönlü insan olarak tanımlar. O, pek anlayışlıdır; parasızlığını bilen ve içtiği içkisinin bedelini kendisi ödeyen, cömert…
" Sen bizlerin ; yazarların, ozanların, ressamların, oyuncuların, aydınların gönlündeydin ! Gömütlükte şöyle bir doğrulup da baksaydın, şaşalardın,seni o kadar çok sevenlerin olduğunu görerek." B A. 59 yaşında ölen sevdiği arkadaşını, ağlamağa başladığı için daha fazla anlatamaz. ( 1990. Gösteri. Sanat ve Edebiyat Dergisi. 111. 14-15 ss. İstanbul) .
B A, Mahmut Makal’ı da sever : " Mahmut Makal'la on iki yıldan beri tanışırız, arkadaşız. Birçok olayları birlikte yaşadık. Ayrı ayrı bulunduğumuz sürelerde de sık sık mektuplaştık. Ankara'dan Samsun'a, Fransa'dan Ankara'ya, Adana'dan Siirt'e, İstanbul'dan Erzincan'a, Ankara'dan İstanbul'a bana yolladığı bir yığın mektup var tuttuğum " mektuplar dosyası” nda. Mektuplarımızda bile eleştirilerimiz, tartışmalarımız, şakalaşmalarımız, birbirimizi uyarmalarımız olmuştur." Varlık. S. S.12.
B A, Emekli General Cemal Madanoğlu'na da büyük saygıyla bağlanmıştır. Aralarında 25 yıl kadar yaş farkı olmasına karşın, dostlukları imrenilecek düzeydedir. Milli Birlik Komitesi’nin saygın üyelerinden biri olan, Kontenjan Senatörü olarak Meclis’te görev yapmış bulunan Paşa, 1930’lardaki Sason ayaklanmasının bastırılmasında görev almıştır. Onun anılarını dinlemekten büyük tad alır B A.
ELEŞTİRİLERİ
Çetin Altan, Kemalizm'i " Batılı bir görüntü altında durmaya çalışan ve bunun da frakla zeybek oynayınca gerçekleşeceğini sanan, bize özgü garip bir dikta yönetimi" saymış.
B A diyor ki " İçim sızladı. Çetin Altan mı yazmalıydı bunları ? Hey gidi Çetin Altan ! Bir zamanların çetin cevizi. Halkın sevgilisi olmuş yazarı."
"Atatürk'ün Sosyal Görüşleri " Çetin Aln'ı Kemalizm'i bnimsediği, yücelttiği dönemin eseridir.” ( Gazeteleri Okurken. Türk Dili Dergisi. 30. Mayıs-Haziran 1992 ).
GAZETE
BA. “gazetem” deyince Cumhuriyet'i anlatmak istediği bütün yazılarında görülür.
9 şubat 1992'de şunları yazmıştır: “ Üç aydır gazetesiz kaldım, birçok aydın gibi.Gazetesizlik ne kadar kötü. Aynı durumu 1971'den sonra yaşamıştık. Evet, eve gazete giriyor, ama 10 dakikacık bir göz gezdirme oluyor Evet, gazetesizlik canıma okudu. Ben ki günde en az iki saat gazete okuyan biriydim. Yazıları okurken imler koyar, kimi sözcüklerin yanına Türkçesini yazar ( düzelti yapıyormuş gibi ), kimi yazıları da makaslardım. Ya şimdi ? Huysuzlaştım. O alışkanlığımdan yoksun kaldıkça da doyumsuz oldum. Doyumsuzlaştıkça uyumsuzlaştım.” S.32
GÜNLÜKLERİ
B A günlüklerinde sevdiği, saydığı,önemsediği büyük insanların ölümleri de dile getirmiştir.
Bunlar içten yazılmış kısa birer nekroloji yazıları değerindedir. Emekli Günlüğü'nde, eğitim denetmenliği günlerini de anar . 1 Şubat 1992 günlüğü şöyledir : " Güneydoğu'da önce yüz on altı, sonra da yüz otuz dört kişinin çığ altında öldüğü hberi geldi. Şubatın ilk gününden beri çığ altında kalan köylerin sayıları artmakta. İlköğretim müfettişiyken kullandığım Şırnak, Eruh, Şirvan, Kozluk, Sason ilçe ve köylerini gösteren haritaları belgeliğimden çıkardım, bakıyorum. Şırnak'ın Görmeç, Eruh'un Tünekpınar köyleri işte.Yirmi yedi yıl önce gezerken o köyleri, köylerin küçük küçük olması, uygun yererde kurulmaması, yol olmaması dolayısıyla yıllar geçse de değişip gelişemeyeceklerini yazıyordum Yön, Varlık, İmece, Yeken gibi dergilere. Sürekli kovuşturmalar, soruşturmalarla karşılaşıyorum. O günlerdeki izlenim ve yol yazılarımın bir bölümünü "Gündoğusu" adlı kitabımda toplamıştım. Bu acılı kışta yeniden okuyorum, elimde bir tek sayı kala kitabımı ve sürekli çığ altında kalanları düşünüyorum. Nazım, bir şiirinde, " Yarısı buradaysa kalbimi - Yarısı Çin'dedir, doktor" diye yazıyordu. Bugünlerde de benim de, benimin ve yüreğimin yarısı oralarda."
İLGİLERİ
Her gün birkaç saatini Türkiye ve Dünya haritalarını inceleyerek geçiren B A, Türkiye dışındaki ülkelerin durumlarıyla da yakından ilgilenmiştir. Özellikle, bağımsızlığına kavuştuktan sonra da düzenli bir gelişme gösteremeyen,çalkantılı, sancılı bir ortamda yaşayan ulusları derin bir acıyla dile getirmiştir. Örneğin, 1.5 milyon şehit vererek Fransa'dan bağımsızlığını kazanmış Cezayir, yazarımızı derinden üzen ülkelerden biri olmuş ve acı acı, bu ülkenin başına gelenleri yazmıştır. S.30. 31,
YAPITLARININYAYIMLANDIĞI DERGİLER, GAZETELER
B A üretgen bir yazar olarak dikkat çekmiştir. 1953’ten başlayarak toplum sorunlarını konu edinen köy-kasaba notları kaleme almış, anı,gözlem, gezi yazıları üretmiştir. Tam olarak sayılamayacak denli çok öykü ve günlük yazmıştır. Yapıtlarının görüldüğü yayın organları şöyle sıralanabilir : Dünya, Öncü, Van, Akşam, Yeni Gün,Barış, Yeni Ortam, Politika, Demokrat, Cumhuriyet, Varlık, Demet, İmece, Dost, Yeditepe, Ataç, Yelken, Gelecek, Forum, Sosyal Adalet, Ant, Yön, Derim, Türk Solu, Yansıma, Yazko Edebiyat, Somut, Yazko Somut, Türk Dili, Çağdaş Türk Dili, Türk Dili Dergisi..
YAZMA NEDENİ
B A, yazma nedenini şöyle açıklamıştır : Yazmaya beni iten etken, biraz boşalmak ve doyumlu olmaksa da, çoğun etkili olmak içindir. Uyarıcılık düşüncesidir… Kendimce elbet."
Sanat anlayışını da şöyle özetlemiştir : " Toplumcu gerçekçilik ama psikolojik kaynaklı olay ve olguların da yabana atılmaması gerektiği görüşündeyim" ( Yeni Toplum - Aylı Eğitim Bili Sanat Dergisi - Sayı 5,Nisan 1976. Kuruluşunun 36. yılında Köy Enstitüleri Özel Sayısı. 190.s. Ankara ).
İLK ÇALIŞMALARI
B A'nın ilk yazıları köy notları üzerinde yoğunlaşmıştr. Köyden Geliyorum (1959) yayımlanmış ilk kitabıdır. Mahmut Makal, Bizim Köy ile Türk yazın dünyasını sarsmıştır. Arkadan Hayal ve Gerçek, Memleketin Sahipleri, Kalkınma Masalı, Kuru Sevda gelmiştir. Fakir Baykurt öğretmenlik yaptığı köydeki izlenimlerini, özlemlerini dile getiren bir kitapla çıkagelmiştir. Bir Mülkiyeli olan, Bingöl’ün bir ilçesinde kaymakamlık yapan Muhtar Körükçü, Köyden Haber, Doğudan Notlar adlı küçük, dolgun kitaplarıyla bu akımı izleyen yazarlar arasına girmiştir Anlaşılıyor ki, Behzat Ay da çizginin dışında kalmak istememiştir. Köyden Geliyorum'un ardından Başkanın Ankara Dönüşü 1961'de yayımlanmıştır. Ancak bu iki yapıt da yazarının beklediği, umduğu ilgiyi görmemiştir. Basında çıkan birkaç küçük eleştiride, bunların türüne yenilik getirmediği ileri sürülmüştür.
YOL YAZILARI
Siirt'te ilköğretim denetmeni olarak görev yaparken izlenim ve gözlemlerini Gündoğusu adlı yapıtında toplamıştır. Bu, basında yankılar yapmış ve kısa sürede tükenmiştir. “Gündoğusu'nu ürpererek, hınçla okudum Seni candan, yürekten kutlarım. O. Henry ne demiş : yaşayan görür. Oysa yaşayan yalnız görmez, duyar iliklerinde ve gerekince yazar, duyurur. İşte senin yaptığın bu. Bu yüzden seni Siirt dağlarına gönderenlere, oradan Erzincan’a sürenlere içimden teşekkür etmek geçti, kitabı okurken. Bu kitabınla ilgili bir dergi ve gazetede yazığım yazıyı son eserim olan "Kokmuş Bir Düzende" adlı kitabıma aldım." ( Sanatçılarla Konuşmalar : Mahmut Makal. Konuşan : Behzat Ay. Varlık. Sayfa.12.)
Mamut Makal, " Ölmek Yaşamaktan Tatlı" başlıklı bu yazıda Gündoğusu'nu bilimsel bir yapıt gibi irdelemiştir. Yazıda Eğitim, Yoksulluk, Eşkıya, Hastalık, Taşıtsızlık, toplumsal Yaşantı, Sonuç adlı bölümlerde yalnız B A' ın görev yaptığı Siirt'in ilçeleri değil; tüm Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun düzeni ameliyat masasına yatırılmıştır. " Yazara göre, ağanın, şeyhin nüfuzundan insanlarımızı derhal kurtarmalı. Üretimi artırıcı, işsizliği giderici, eğitimi yaygınlaştırıcı, ulaşımı kolaylaştırıcı bilimsel yollara başvurmak gerek. Neden Siirt Lisesini bitirenler zayıf çıkıyor da üniversiteye giremiyor, neden Ankara'da oynanan tiyatro oyunu buraya gelemiyor, gelse de vali oynatmıyor?.. Neden burada çalışan görevlilerin olumlu düşünenleri mimleniyor ve halka böyle tanıtılıyor, böyle mi kurtulacak bu halk ? diyor yazar ve devam ediyor : Türkiye'nin gırtlağına borç hançeri dayanmış. İş alanı yok. İşsizler, açlar çığ gibi çoğalmakta. Mülkiyetin kutsallığından söz edilir, mülk sahibi vurguncuların dışında kalan milyonlarca halk mülksüz. Türkiye'nin insan manzaraları korkunç, ürpertici ve utanç verici. Palavralar, sömürüler, demagojiler Türkiye'de. Yerinde sayan, hatta geri giden ülke. Bu korkun görüntüyü görmezlikten , bilmezlikten gelen vurdumduymazların, umursamazların bıktırıcı palavraları bitmeli. Bilime uyan, insana yakışan ve de çağdışı kalmayan bir düzen istiyor halkımız. Bu manzara değişmedikçe, bu gerçekleri çamur gibi alıp nurlu ufuk edebiyatı yapanların suratlarına fırlatmak boynumuza borçtur…" M M. 1970. Kokmuş Bir Düzende. 162-168 ss. Bizimköy Yayınları. Ankara
ROMANLARI
BA’ın ilk romanı olan Dor Ali, önce Öncü Gazetesinde günbölük ( tefrika ) yayımlanmıştır. 1966 yılında Remzi Kitabevi'nce basılmıştır. Kitap, roman tekniği bakımından eksik bulunmasına karşın, özelikle kırsal kesimdeki çözülmeyi ve köyden kente göçü ilk işleyen yapıtlardan biri olması nedeniyle üzerinde durulmağa değer bulunmuştur. Behçet Necatigil öğretmenimizin değerlendirmesi şöyledir : “ Düzlek köyünden Dor Ali’nin, evini, tarlasını dağıtıp ailesiyle Samsun’a göçünü, orada arabacı ve küfeci olarak ekmeğini kazanma direncini anlatan bu köy romanında yazar, olayları toplumcu açıdan yorumlamaya çalıştığını fazlasıyla duyurur; kuruluş ve anlatımda süregelene bir katkıda bulunmayışıyla da roman üstün bir başarı çizgisinin altında kalır “(BN.1979.153 ).
Sis İçinde (Sİ) , önce Cumhuriyet'te günbölük ( 1973 ) yayımlanmış ve Tel Yayınevince, ardından Milliyet Yayınları'nca ( 1990 ) basılmıştır. " Sis İçinde, konusunu değişik bir çevreden ve ortamdn alıyor. 12 Mart faşizminin aydınlar üzerindeki baskısını ve yarattığı bunalımı vurgulamaya çalışan bu roman çeşitli açılardan eleştiri konusu oldu." ( 1976. 190 ).
Sürgün, Tekin Yayınevi'nce 1975'te yayımlanmıştır ( 975 ). Bu, Gündoğusu'nun romanlaştırılmış durumudur.
Kuşku ve Korku bir öykü kitabıdır. Broy Yayınevi bunu 1992'de yayımlamıştır. Bu yapıtın son bölümünü, sağaltımevinde geçirdiği günleri anlatan Yalnızlık Kuyusu oluşturmaktadır.
SİS İÇİNDE ROMANI İÇİN FAKİR BAYKURT'’UN GÖRÜŞÜ
" Yeni yazarlarımızın şehir konularını imal ettiklerinden yakınılır. "SİS İÇİNDE" romanının konusu İstanbul'da geçer… Küllenen, kabuk bağlayan bir dostluk, aşka benzer bir ilişki, sıcak, buruk…Son derece yalın, fakat okuyucunun ilgisini çekecek bir konu. Orta tabakadan, günlük yaşamları içinde ele alınmış iki insan ve onlar çevreleri. Arada siyasal ve sosyal ortam da veriliyor. Başı sonu belli, derli toplu, fazlası eksiği olmayan iyi seçilmiş yerli bir konudur. Okurken ara sıra Erich Segal'in ünlü Love Story'sini andıran fakat ondan bambaşka, orijinal, yerli bir hikaye ile karşı karşıyız… Anlatım açık seçik, duru. Cümleler kısa. Herhangi bir dil yanlışı dilbilgisi hatası yok. Kolay okunan, anlaşılan, başarı bir anlatım ağlanmıştır…" ( Sis İçinde. Arka kapak yazısı ).
DOĞA SEVGİSİ
B A doğa sevgisiyle yüklü bir insandır. Torosları, yaylaları pastoral duygularla dile getirir.
Çocukluğunun geçtiği kırları, karanlık ormanları, ayna gibi arı duru, buzluca soğuk sulu pınarları ve gölleri anlatır öykülerinde, günlüklerinde . Sürülerle uçan keklikler, yazarın anılarında özel bir yer tutar. Ateşli silahlar çoğaldıkça insanoğlu acımasızlaşmış ve doğayı yıkıma uğratmıştır. “ Gölpınar’a doğru yürüdüm. Yürürken o yıllarda buralarda rastladığımız keklik, bıldırcın sürülerini anımsadım. Ne denli de çok kuş olurdu. Şimdi şaşıyorum, ne keklik ne de bıldırcın var. Oysa, keklik sürülerinin arasında dolaşırdık o yıllar. Analarını tutamasak da, palazların gizlendikleri çalı aralarından bir bir bulur, sevinçle çadırlarımıza taşırdık. Hem ilk gün evcilleşirler, çadırlarımızın çevresinde dolaşmaya başlarlardı. Sabahları keklik sesleriyle uyanırdık. Yayla demek, biraz da keklik seslerinin şenlendirdiği yerler demekti. Kekliklerin ötüşmediği yerleri yayla saymazdık. Dahası uğursuz oba derdik öyle yerlere… Öyle obalarda ineklerin, koyunların öleceğine inanırdık. Ölmeseler de o obalarda hayvanlar az süt verir denirdi…Ne güzel inanıştı…Kuşları öldürmezdik. Kutsal sayardık… (…) İnsanoğlu öyle canavarlaştı ki…Avcılık diye tutturdular. Sürekli vuruyorlar keklikleri, bıldırcınları ve başka kuşları, tavşanları, dağ keçilerini…Kuş ötmeyen kırlar, yaylalar, dağlar neye yarar! . Bir ıssızlık ki dayanılmaz oldu…Yalnız kuşları, tavşanları değil, ağaçları da tüketiyorlar. Gölgelenecek çam, ladin, köknar, ardıç kalmayacak bu gidişle…Kuşları olmayan , ormanı kalmayan kırlar, yaylalar, dağlar neye yarar; soruyorum.” ( TDD.45, 43-44 ss).
B A, hayvanlar içinde en çok kedileri sevmiştir. Birçok fotoğrafında kucağında çifte kedileriyle görürüz. Öykülerinde, günlüklerinde sık sık kedilerden söz eder. Ad koyarak Timur, Cici, Veysel vb ) ailesinin bireyi gibi benimsediği kedileri yaşlanıp da öldüğü zaman derin üzüntüye kapılır ve kendini kolay kolay toparlayamaz.
B A, birçok insanın "uğursuz" saydığı baykuşları da sever. Aslanköy'e döndüğü zaman, evinde bir ölü baykuş görür. Ocağın bacasından girmiş ve dışarı bir daha çıkamamıştır. Kuşun kanadını incelediği zaman görür ki, bu, birkaç yıl önce yaralı olarak bulduğu ve merhem çalarak iyileştirdiği hayvandır.
SAYRILIKLARI
Toroslarda, Aslanköy'de doğan ve yaylaların temiz havalı ortamında büyüyen B A'ın sağlam yapılı olduğu anlaşılmaktadır. Sağlığına özen gösterdiğini yazılarından anlıyoruz. Samsun'da ilkokul öğretmeni iken belki düzenli bir besin rejimi izlemediğinden bir an önce evlenme yoluna gitmiştir. Siirt'in ilçelerinde ilköğretim okulları denetmeni iken de düzenli bir beslenme izleği tutturamadığı görülmektir. Ancak, aile içi mutsuzlukları, tartışmalar onu içkiye yönelmiştir. İçki tüketimi arttıkça sağlık sorunları ilerlemiş ve sağaltımı olanaksızlaşmıştır. Birçok kez sayrı düşmüş, sanatoryumlarda kalarak iyileşmiştir. Günlüklerinde sık sık Heybeliada, Yakacık gibi yer adlarının geçmesi bu nedenledir.
" Doğru mutfağa gittim . Çaydanlığı ocağa koydum. Sandalyeye oturdum ve bir yutkunma geldi. Ağzımda sıcak bir şeyler belirdi. Mendile tükürdüm, kan…Şaşaladım. Kalktım,lavaboya gittim. Yine tükürdüm, yine kan… Korku, ürkü duydum. O ara karım yatağından kalkmış,mutfağa girmişti. Ben de mutfağa geldim. " Kederi paylaşmak acıyı azaltır” derler ya bu duyguyla ağzımdan kan geldiğini söyledim. Yabansı yabansı yüzüme baktı. Bir şeyler söyleyecek mi diye bekledim, susuyordu. Ben, yardım isteyen birilerinin duygularıyla yüzüne bakıyorum, seslenmiyor. Dondum kaldım. Belki on dakika devinimsiz durdum…O anki kederimi anlatamam…Bir süre sonra, " Ne yapalım ?" diye sordum, "Bilmem" diyebildi."KVK.97-98 ss.
B A’ın , uyuyamama sayrılığı da dikkat çekmektedir. Ellerinin titremesi, Aziz Nesin’ in de gözünden kaçmaz ve sevecen mizah yazarı bazı önerilerde bulunur. Sayrılığı ilerledikçe BA’ın maddi sıkıntıları da artar. Birçok kez, onun bu durumundan yararlanmak isteyenler çıkar. Borç isterler, alırlar ve geri de ödemezler. Ayrıca, içinde para ve kartlarının bulunduğu cüzdanı, çantayı da çalarlar.
TÜRKÇE SEVGİSİ
B A, öz Türkçeye vurgundur. Toros insanının kullandığı sözcüklerle, Yörük diliyle yazar. Ancak, birçok eski, bayat sözcüğün karşılığını da bulur ve kullanır.
Kargış: Lanetli
İşbırakımı : Boykot
Andaç : hediye
İlenç : Beddua
Sayılama : istatistik.
Sayrıl : Marazi
Kösnül : Erotik, cinsel istekli
CEMAL SÜREYA’NIN KALEMİNDEN
BA, Cemal Süreya’nın kadim dostudur. Büyük ozan O’nu “ Meksikalı Bir Eskimo” olarak tanıtır. “ Toroslarla Orta Amerika’daki dağ zincirleri arasında eski jeolojik zamanlardan kalma bir akrabalık bağı var mıdır, bilinemez. Olsa da herhalde ilk zamanlardadır. Ama o, Toroslarda doğduğu halde bir Türkten çok bir Meksikalıyı andırmaktadır. Aslında Toroslarda değil, Antitoroslarda doğmuş. Bu yüzden olacak, görünümünde bir Eskimoluk da var galiba. Kısacası Meksikalı bir Eskimo. Hele gözlük takınca.”
“Aşk, kadınlar. Hayatının asıl köşebendinin kadınlar olduğu söylenebilir. Tek bir aşk sözkonusu değil ama. Sürekli, nesnelerini zaman içinde değiştire değiştire akan, hiç durmayan bir aşk. Kadınlar olmasaydı roman yazmayacaktı belki de; deneme, öykü, hiç. Hatta öğretmen de olmayacaktı. Hatta, hatta , içki de içmeyecekti.”
“Tutkulu bir yazar…Hayatı bunca kalabalık olan, evli olduğu halde gömleklerini bile temizleyiciye verdiğini söyleyen bir adamın onca yazıyı nasıl kotarabildiğini her zaman düşünmüşümdür. Hatta, kimi zaman, bunları bir başkası mı yazıyor diye kuşkulandığım olmuştur. Yine de biraz az içseydi daha iyi bir yazar olacaktı kuşkusuz. En büyük gazetelerimizin birinin ikinci sayfasında zaman zaman yazıları yayımlanır. Yıldönümleriyle ilgili bu yazılar ( “İkinci İnönü Utkusu”, “Atatürk’ün X ilçesine girişinin şu kadarıncı yıldönümü…”) arkadaşımız tarafından üç dört ay önce hazırlanır ve ilgili tarihten bir hafta önce yazıişlerine teslim edilir” (CS.99-Yüz. Kaynak Yayınları. İstanbul. 1991.88-90 ss ).
SONUÇ
İstanbul’da yapayalnız , tarifsiz kederler içinde yaşarken 9 Temmuz 1999 günü sonsuzluğa yürüyen Behzat Ay, aşktan toplumsal savaşıma yayılan bir tema çeşitliliği içinde, özellikle 1960’lı yıllarda hızlı bir değişim geçiren toplumumuza romanlarında, denemelerinde, öykülerinde, günlüklerinde, tanıtım-eleştiri yazılarında ayna tutmuştur.
Adına bir “Yazın Ödülü” de konulan Behzat Ay’ın yapıtları incelenmeyi beklemektedir. Mersin Üniversitesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı, Türkçe Öğretmenliği bölümlerinde, Onun romanları, günlükleri, öyküleri yüksek lisans tezi olarak irdelenebilir. Yaşadığı dönemde değerini bilemediğimiz büyük yazarımıza kendimizi ancak böyle bağışlatabiliriz.
Kısaltmalar:
BA: Behzat Ay,
CS : Cemal Süreya,
KVK : Kuşku ve Korku,
Sİ : Sis İçinde,
MK : Mahmut Makal,
AN: Aziz Nesin,
TDD: Türk Dili Dergisi
NH : Nazım Hikmet
BN : Behçet Necatigil
……………………………
- Emrullah Güney, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesinde öğretim
üyesi.Diyarbakır. [email protected]