DERİNKUYU –BOZKIRDA ANITLARLA BEZENMİŞ BİR BELDE-
Niğde’den kuzeye doğru bir yöne gider. Sonra ikiye çatallanır. Biri barı karlı Erciyes dibindeki Kayseri’ye öbürü bir çağa adını veren çiçeğin yarattığı Nevşehir’e ulaşır. Biz bu yolculuğumuzda bu yollardan Nevşehir ayrılanı seçelim de öylece ilerleyelim. Sağımızda yalçın sırtlı Aladağlar, solumuzda Karamelendiz dağları; Geniş bir bozkırdan geçeriz ki Budovası derler buraya: yer altı suyundan son haddine değin yararlanan köylerden, ekeneklerden geçe geçe yol alırsak Gölcük’e , giderek de Derinkuyu’ya varırız.
Derinkuyu: Budovası bozkırının ortasında gök bitimi geniş, güneşin er doğup, geç battığı belde… Bozkırda bir anıtlar kenti.
Milattan önce 3000 yıllarında, yani bundan şöyle böyle 5000 yıl önceleri bile bu diyarda insanlar yaşamlarını sürdürmüş.. hayvancılık yapmışlar, koyun yetiştirmişler, toprağı sürüp tohum koymuşlar, yetişen buğdayı ezip ekmek eylemişler.. Yine milattan önce 1800 yıllarında Etiler egemenlikleri altına almışlar bu diyarı. Sonra Frigya Kırallığı ele geçirmiş yöreyi. Ama giderek Kapadokya halkı Friglere karşı birleşerek bağımsızlıklarını elde etmişler. Derken Persler ve Büyük İskender.. Sonra Hıristiyanlık.. Yeni bir dinin kabulü için kararsız halk. Çalkantı.. Hıristiyanlığı yayma çabalarındaki Azizler.. Romanın egemenliği altındaki Kapadokya halkının bu yeni dini benimsemeye yatkın oluşu.. ve hemen Hıristiyanlık kabul ediliyor. Hıristiyanlık dünyasının en önemli merkezidir artık Kapadokya.. Roma bölününce bu topraklar Bizans’ın Payına düşüyor. Sonra Arap akınları.. 300 yıl süren.. Kapadokya Araplarda, Kapadokya Bizanslılarda.. Öte yandan dinsel bir bunalım çağının çalkantısında tedirgin halk: çünkü haç, resim yasaklanmıştır, tapınma günah sayılmaktadır. İkonoklazm çağı deniliyor bu çağa: Sasani akınları,ardından Müslüman Arap saldırıları ve İkonoklazm bunalımından kaçanlar yer altı sığınaklarını yaratıyorlar. Kapadokya’da.. Adım başına bir tane.. Kızılırmak’ın kuzeyinde de güneyinde de yüzlerce.. Can korkusu bu .. Neler yaptırmaz ki insana. Can tatlı, tüm zorluklarına karşın şu dünya yaşanılası bir yer.. Canı kolayca teslim etmek yok, can tatlı, can aziz..
Budovası bozkırında sere serpe, gerine gerine yatan Derinkuyu evlerinin altında bambaşka bir dünya var.. Bir güneşsiz yer altı dünyası. Yer yüzündekinin belki 25, belki 100 katı.. yerin derinliklerine doğru kat kat inen.. Kayalara oyulmuş esrarengiz bir kent.. akıl, sır ermez yapısına.. bu nasıl bir sabırdır, bu nasıl bir emek veriştir, anlatılamaz. Serin geçitlerinde, karanlık salonlarında günlük yaşam telaşı içinde insanlar yaşamışlar. Keçilerini, ineklerini bile yanlarına alıp indirmişler. Sütünü ayran eylemişler, buğdayı un, unu ekmek yapmışlar, Kapadokya güneşinde ballanan üzümlerin suyunu çıkarmış, şaraba dönüştürmüşler.. Bu yaşam düzeni sürüp gitmiş yıllar boyu..
Peki, İnsanları yer altına sığınmaya zorlayan nedir? Niçin o güzelim güneşten kaçıp , yer altının serin karanlıklarına kaçmışlardır.
Her şey varıp dayanıyor can güvenliğine.. Bu yer altı dünyasını insan oğlu özgür, korkusuz, baskısız, güven içinde yaşayabilmek için yarattı.. İnsan üstü, çabayla, emeklerle..
Kesin olarak hangi çağda yapılmış? Bunu bilmek zor işte.. Belki ilk kez etiler yaşadılar buralarda. Sonra gelenler genişletip genişletip kullandılar. Arap, Sasani akınlarından kaçanlar, ikonoklazm yüzünden zulüm görüp de göç eden Hristiyanlar da sığındılar.. Böylece gün gören bozkırın altında yeni bir yaşam kavgası başladı. Öyle ki bütün yer altı kentleri bir birine yer altından tünellerle bağlanmış.. Düşman yer yüzünü ele geçirdiğinde, bir birine yardım edebiliyorlar.. Ekmek mi tükendi? Koş yer altı geçitlerinden komşu köye, al getir.. Böylece işgalci düşman istediği kadar kuşatsın ve de teslim olmalarını bekleye dursun… Çağlar boyunca kullandıkça
genişletilmiş. Nüfus arttıkça, ailelerin kişi sayısı çoğaldıkça hem yana, hem dibe doğru yani odalar, salonlar, katlar eklenmiş kayaların içinde.. Yer darlığı diye bir sorun da yok.. Genişle genişleyebildiğince.. Bütün ihtiyaç yerleri yapılmış. Şarap yapım yerleri, mutfaklar.. Hatta bir konferans salonu bile var.. Üç sütunlu.. Sonradan getirilip de yerleştirilmiş sütunlar değil. Kayadan oyularak sütun biçimi verilmiş. Altıncı kattaki bu konferans salonunun yonca yaprağı biçiminde olduğuna bakarak Etilerin kullandığı da söyleniyor. Çünkü yonca yaprağı Etilerin sembolüymüş.. Bu katta bir Roma mezarı da bulunmuş. Burada bir nikah kıyılan yer ve günah çıkarma geçidi de var. Günahı olduğuna inananlar bu geçitten yürür ve temizlenirlermiş. Ama yer altı şehrinin en ilginç yerleri ne günah çıkarma geçidi, ne de işkence odalarıdır. En ilginç yerleri kuyulardır. Bunların kimisi yeryüzüne açılıyor, kimininse yeryüzüyle bağlantısı yok. Kimisinde çıkrık izleri bile tap taze duruyor. Kuyunun tabanı ile yer yüzündeki ağzı arasındaki uzaklık 85 metre, ayrıca hava delikleriyle yer altı kentinin havasız kalmaması sağlanmış. Aynı zamanda bir kaçış deliği olarak da kullanılmış bu hava bacaları.. Düşman ele geçirdiği takdirde kaçış yerleri dikkate değer.. Ama bu yer altı kalesini ele geçirmek öylesine zor ki; daracık geçitlerden silahlı askerlerin ilerlemesi, serbestçe hareketi olanaksız. İlerlese bile her 25-30 metrede bir , koca koca sürgü kapılar, kalelerin demir kapılarından daha sağlam, daha güven verici.. Geçidi kapatan bu sürgü kapıların yuvaları var. Öte yana bir takoz kondu mu yer altı kentinin insanı artık güvenlik içindedir. Düşman yer yüzünü ele geçire dursun, yer altı kentinin insanı günlük yaşamını sürdürmüş korkusuzca..
1963 yılında bulunup 1965 yılında ziyarete açılan yer altı kenti için “Dünyanın Sekizinci Harikası” deniliyor.. Her yıl on binlerce gezginin hayranlık ve şaşkınlıkla, ilgiyle ziyaret ettiği bu akıllara durgunluk verecek kadar garip yer altı dünyasında 20 000 ailenin yaşadığı hesaplanıyor. Kişi olarak düşünülecek olursa 100 000 – 120 000 kişi çağlar boyu bu yer altı kentinde ömür sürmüş..
1830’larda bu yöreyi gezip incelemiş olan Charles Texier şöyle anlatıyor: “ Melehübü köyündeki kuyu çok eski çağlarda yapılmış olması bakımından dikkat çekicidir. Ki bu, şimdiki yoksul halkın yapabileceği bir iş değildir. Bu kuyunun şekli 4 köşe ve her köşe 3 metre ve derinliği de 66 metredir. Bakır ya da ağaçtan yapılmış su kaplarını bir dolapla indirirler. Dolabın ipi hayvan derisinden yani sırımdandır. Kuyunun çevresine taştan oyulmuş tekneler koyulmuştur. Bunların oluk gibi su akacak yeri vardır. Her aile böyle bir yalağa sahiptir. Yoksullar sularını bu yalaktan alırlar. Bu kuyunun aslını keşif olanağı bulamadık. Üzerinde hiçbir yazı yoktur.”
1924 yılına kadar Derinkuyu’nun halkının önemli bir kısmını Hıristiyan’dır. Bunların yaptırdığı kiliseler de birer sanat şaheseri olarak sap sağlam ayakta.. Sağlam taştan yüksek yapılar.. Kapıyı çevreleyen taşlara kabartma olarak yapılmış, salkım salkım üzümler alınıp kütür kütür yenilecek kadar canlı.. Bunların biri cami, öbürü değirmen bu gün.. Cami olanda tavan süslemeleri, resimler olduğu gibi, bozulmadan duruyor.. Bu, Türk’ün o benzersiz hoşgörüsünü, sanat sevgisini, güzelliğe aşkını belirmez mi ?
Hakkı Atamulu.. Budovası bozkırında sıradan bir kasabayı anıtlarla süsleyip de adını yurt dışında bile ünlü eden kişi.. Dünün Melegübü Köyü bu gün anıtları ile tanınan ünlü Derinkuyu’dur. Yalnız yer altı kenti, kiliseleri ile değil pek çok anıtları ile de haklı bir ün kazanmıştır derin kuyu.. Bunların bir tekine bile sahip olamayan pek çok büyük kent vardır. Yurdumuzda ve dünyada.. Ve bu yüzden derin kuyuya; Bozkırda bir anıtlar kenti adı da verilmiştir. Bütün bunların da yaratıcısı Hakkı Atamulu’dur. O bir bozkır çocuğudur. Derinkuyu daha Melegübü iken doğmuştur 1912’de. İngilterelerde Almanyalarda okuyup heykel sanatında önde gelenlerden biri olmuştur.. Taşa can vermiş, kayaları yontup Eti Aslanları benzeri yüce anıtlar yaratmış.. yurdumuzda pek çok görkemli anıt onun yaratıcı ellerinden çıkmış.. ama en fazla kendi diyarına, kendi kasabasına eser bırakmış.. bir kültür park yapmış ki benzeri belki Avrupalarda yok.. her bir avuç toprağı işlenmiş.. Plan, program üzre yaratılmış.. Taa uzaklardan bile görülen dev bir anıt.. Gazi Mustafa Kemal Atatürk.. Mareşal giysileri içinde, elinde dürbünüyle Güneylere, gök bitimi geniş bozkıra bakmaktadır. Yalnız Türkiye’nin değil Ortadoğu’nun da
en büyük anıtı bu. Çünkü yüksekliği 14 metre 75 cm. Ayrıca pek çok “abstre” denilen türden, modern anıtlar.. Bir bakışta anlamı çıkarılamayan, ama boşu boşuna dikilmemiş pek çok anıt.. yeşillikler içinde, havuz kıyısında, yollar boyunca sıralanmışlar.. Kültür Park bozkırın yeşertilebileceğine en güzel örnek.. girenin çıkmak istemediği, düşüncelerine dalıp gidebileceği bir huzur parkı burası.. Ol ulu sanatçının evi de başlı başına bir müze.. dış görünüşü ile sıradan bir köy evi.. Ama içinde yapıt yaratmanın verdiği coşkunluk, o ahenkli şiir var.. “Sanat toplum içindir. Onun için Derinkuyu’dayım, ” diyor. “Türk heykel sanatı bizim kuşağın elindedir. Bu kuşaktan kurtulduğu an gerekli ilerlemeyi ve gelişmeyi gösterecektir”. Benden sonra tufan demiyor.. Bizim kuşak göçüp gidince Türk heykeli gerileyecek de demiyor. Bencil değil taşa can veren sanatçımız. Büyük ünü, onu bir halk adamı olmaktan çıkarmamış, değiştirmemiş.. Bütün isteği halkının mutluluğu, halkını okumuş, yazmış, sanat değerinden anlar görmek.. Kişisel değil, genel..
Derin kuyu.. Dün , zor geçim anlamında Melegübü idi. Bugün yer altı kenti, kiliseleri, görenin aklından gözlerinden silemeyeceği ilginçlikte anıtlarıyla artık sıradan bir bozkır kasabası değil. Dünyanın sekizinci harikasını dibinde saklayan belde.. Derin kuyu: Bozkırda bir anıtlar kenti..
Emrullah GÜNEY
27.07.1974