GÖZELİ YAYLASINDA İLERLERKEN …
Varolmak, hey bozkır ermişi, varolmak nedir ?
Şu sonsuz ovaya katılıp gitmektir,
Otlarla, yıldızlarla birleşerek.
Gitmektir hey, bulutların sürdüğü atlara binerek,
Yıldızların nöbet tuttuğu Tanrı kapısına.
Yalnız mıdır o da bencileyin ?
İnen gecede bizim saltanatımız,
Benim için ışır oralardan bir yıldız,
Dağ başlarından,
Konuşayım diye yolladığı Musa Peygamberin,
Ayrılmaz, oturmuş yanı başımdan. (*)
………………………….
2000…Varsılık yıllarımızmış demek.
Oğlum Mutlu, Mimarlık Fakültesi öğrencisi…
Annesinin okulunda dersler sona erdi, kendi okulu da tatile girdi.
Küçük Peugeot 206’ya binip gittiler Ürgüp’e. Ben kaldım tek başıma Diyarbakır sıcağında…
Hafta içi kendimizi oyalıyoruz da, cumartesi, pazar kolay kolay geçmiyor.
Netmeli, neylemeli?
Belgesel filmleri kaydettiğim video kasetler var. Onlardan seçip seyrediyorum.
Uyku düzeni de değişiyor. Gündüz geceye karışıyor.
Daha şafak sökmeden çok önce uyanıp yola düşüyorum. Kampüs içinde fakülte görünüyor. Açkılarım var. Dış kapı, odamın kapısı. Geçenekler pabucumun sesinden çın çın yankılanıyor. Ürpertici. Bekçiler bile sızıp kalmış; uyuyorlar deriiin !
Odamda kahve hazırlıyorum. Penceremin önünde içiyorum, tadına vara vara.
Hazırladığım dosyalar var. Gözden geçiriyorum. Haritalar, kesitler, blokdiyagramlar eksik. Bilgisayarımda bölümleri yeniden irdeliyorum ... Albümden yeni fotoğraflar seçiyorum.
Tan yeri ağarmağa başlıyor. Şafak söküyor. Ortalık aydınlanıyor. Güneş doğuyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Küçük baraj gölü kıyısına piknik yapmağa giden bir çocuk, genç öbeği…Müziksiz olur mu? Darbuka, mızıka…Suzan Suzi…
Köprü dibi kapkara
Ana gel beni ara
Saçlarıma kumlar doldu
Tarak getir de,tara.
Aslında bir ağıt bu.
Pikniğe giderken de ağıt söylenir mi?
Bir şamata, bir tantana gidiyor.
……………………
Temmuz ortasında Üniversite’den yazı çıktı. Artık herkes yıllık dinlence iznini kullanabilecek.
İyi, güzel. Ala ve rana.
Bölüm başkanlığını vekaleten yürütecek arkadaş Diyarbakır’da yaşıyor. Dekanlık’a bildiriyorum.
Evde, günler öncesinden hazırladığım kitaplar kutular dolusu, bekliyor.
Fakültede çok sayıda kitabı biriktirmişim. Onlar da otomobilimde duruyor.
Ürgüp’e götürüyorum ki, gezip dolaşmanın dışındaki saatlerde okuyayım.
Opel Rekord balköpüğü. Yola çıkmağa hazır…
……………………
Lojmanların marketinden ekmek, peynir, domates, biber, salatalık almışım bir gün önce.
Çay hazırlamışım; termosa doldurmuşum.
Kutuları arabaya yerleştirmişim. Hem içi, hem arka yüklüğü dolmuş.
Tıklım tıklım. Tabandan tavana ön, arka koltuk üstü, dolu…
Sabırsızım. Uyusam da rahat değilim.
Bir an önce yola çıkmalıyım… Geceyarısı kalkıp hazırlık yapıyorum.
Su vanasını kapatıyorum. Elektrik şalterini indiriyorum. Tüpgazı, ocağı boşa getiriyorum.
Pencereleri son olarak gözden geçiriyorum.
Fotograf makinalarımın olduğu çantayı alıp arabaya yerleştiriyorum.
Tamam, yola çıkmağa hazırım.
……………………..
Ergani yolu…
Sevgili Öğretmenim Binyazar’ı yetiştiren Dicle Köy Enstitüsü solda kalıyor.
Ergani’den sonra GD Toroslar’ın derelerle parçalanmış, inişli çıkışlı , bükleç bükleç yolları…
Behrimaz Ovası’na bir selam. Ağınlı Öğretmen Mustafa Doydu’yu 1979 Nisanında ziyaret etmiş ; bir gece konuk olmuştum evinde. Anılar, anılar…
Gezin…Bir yandan çam ormanı yetiştirmeğe çalış, bir yandan kooperatifler (!) gelip yazlık siteler kursunlar. Ormanlı yamaçlar pırçık pırçık; böğrüne hançer sokulmuş canlı gibi…
Hazar Gölü kıyıları ıssız. Oteller, moteller, kampingler boş. Elektrik ışığında durgun her yer.,. Ankara’dan Prof Dr Erdoğan Akkan gelirdi Elazığ’a , Coğrafya Bölümü’nden arkadaşlarla, hep birlikte bu yöreyi gezer dolaşırdık.
Anılar, anılar…
Gölün suları kapkara. Çünkü daha tanyeri ağarmamış bile.
Elazığ üzerinden gitsem, yol iyidir, güvenlidir.
Birden, eski bir yolculuk gözümde canlanıyor.
Sivrice yol ayrımından sonra sola dönüp Gözeli yoluna sapıyorum.
Pek iyi durumda olmadığını biliyorum. Delik deşik…30 km kadar, kestirme bir yol burası.
Hazar Gölü çukurluğundan sonra yol, kıvrıla kıvrıla Kürk Suyu Deresi’ni izliyor; eskiden bu yörenin hoş kokulu elması ünlüymüş. Ormanlar yokedildikten sonra deredeki düzlük, elma bahçeleri sellerin getirdiği molozla, çakılla, enkazla dolmuş; elma ağaçları boğulmuş, bakımsız kalmış, kurumuş.
Yol kıvrım kıvrım , yaylanın eğimli düzlüğüne çıkıyor. Gölün, Sivrice’nin iyi görüldüğü bir bükleç kenarında durdurup arabayı, nevaleyi alıp iniyorum.
Serin bir sabaha hazırlanıyor yayla.
Bardağıma termostan çay dolduruyorum.
Taze somun, peynir, zeytin, domates, biber…
Tuzu unutmuşum. Zararı yok. Açık havada iştah artıyor.
Gölün, Sivrice’nin fotoğraflarını çekiyorum.
Hem negatif, hem diyapozitif film takılı 2 makinamda.
Çevrede arıcılar var; kovanlarını düzenli aralıklarla yerleştirmişler sekilere; otların, çiçeklerin arasına.
Onlar da derin uykularda…
Doğu yönü kızarıyor, tan yerleri ağarırken esen yeller çiçek kokuları getiriyor.
Dicle boylarında ekinler biçilirken Gözeli Yaylası göğce göğertili…
……………………….
Bir yokuşu tırmandım.
Birden iki jandarma önüme çıktı. İşaret verdiler. Durdum.
Bir ağacın altından uzatmalı çavuş çıkıp geldi. Ben yaşlarda.
‘’ Günaydın! Hayırlı seyahatler ! Kimsin? Nerden gelip nereye gidiyorsun ?’’
Söyledim tek tek. Erlerin elleri tetikte.
12 Eylülden bu yana 20 yıl geçse de, ortam gergin.
Komutan arabanın içine göz gezdirdi.
‘’ Ne kadar kitap böyle ! Ticaretini mi yapıyorsun ?’’
‘’ Hayır, ben tüccar değilim, öğretim üyesiyim, okuyorum.’’
‘’ Aşağıya in! . Motoru isdop et !.’’
Dediğini yaptım. Buyruklara uymak gerekir. O da ‘’emir kulu’’…
‘’ Arka bagajda neler var, görelim.’’
Açtım. Yine aynı hayret ünlemi : ‘’ Vaay ! Bu kutular da kitap dolu.’’
‘’ Evet. Ürgüp’teki evimde değerlendireceğim bir ay boyunca.’’
Erlere seslendi : ‘’ Oğlum, çantamda kağıt kalem var; getirin !’’
‘’ Hayrola,’’ dedim. Şaşırmıştım.
‘’ İl Jandarma Alay Komutanlığı’nın kesin emri var. Herşeyi tutanakla belgeliyoruz.’’
‘’ Bunlar roman, şiir, öykü…Ders kitapları da var. Yasak olan bir şey yok ki.’’
‘’ Sana göre öyle. Bir de biz inceleyelim.’’
Ter bastı.
Ya o kutuyu bulurlarsa!
Ne var onda?
Azerbaycan’dan tanıdıklarca gönderilmiş Kiril alfabeli kitaplar, rulo halinde Azerbaycan-Nahcivan’ın topoğrafya, toprak-bitki örtüsü-milli parklar haritaları… Kiril alfabesini değil Gözeli’de,üniversitesi olan Elazığ’da, Malatya’da bile kimse okuyup anlayamaz; casusluk belgeleri sanırlar.
‘’ Komutanım,’’ dedim. ‘’Saatler sürer bu iş.’’
‘’ Olsun. Vaktimiz var. Burada , bu işi yaptığımız için devlet bize aylık ödüyor.’’
Erlere döndü.
‘’ Oğlum, kutuları indirin aşağı. Biriniz kitabın adını okusun, biriniz de yazsın.’’
Eyvah…Şimdi Malatya-Elazığ yoluna çıkmış olacaktım. Kaç saat sürer kimbilir, bu iş .
Erlerden biri dosyayı hazırladı. Kağıt, kalem. Biri de kutuyu indirdi, ağzını açtı.
‘’ Yaz; Yurdumdan…Ceyhun Atuf Kansu…Komutanım bu şiir kitabıymış.’’
‘’ Koy şu boş kutuya. Bir bilirkişi kurulu inceleyecek. Yasak mı, yasak olmasa da sakıncalı mı?’’
Terliyorum serin sabah havasında...
‘’ Ne bilirkişisi komutanım? Bu, sevdiğim bir hekim yazarın, bir iyi şairin kitabıdır.’’
‘’ Yahu, sen hala bu işi şaka sanıyorsun. Emir büyük yerden.’’
‘’ Bilirkişi diyorsun. Kimlerden oluşacak bu kurul ?’’
‘’ Bizim beldede iyi tahsil görmüş milliyetçi öğretmenler var, onlar karar verecek.’’
Eyvah! Milliyetçi öğretmenlermiş… Gitti gider bizim kitaplar.
‘’ Sonuç alınıncaya kadar bizim misafirimiz olacaksın Hoca !’’
Temmuzun ortası…’’ İyi yetişmiş milliyetçi öğretmenler’’ memleketlerine gitmiştir. Taa Eylül ortasında gelirler.
Gözaltındayım demek.
Er okuyor kitabın adını, diğeri yazıyor.
‘’ Kelimatoloji ve Tatbikatı. Yazan Prof Dr Sırrı Erinç imiş.’’
Düzelttim. ‘’Klimatoloji. İklimle ilgili ders kitabıdır. Üniversite yayını.’’
Uzman çavuşun yüzünde bıkkınlık belirtileri…Daha 2 kitabın adı yazılırken usanmış, yorulmuş.
Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Umutlandım.
‘’ Valla, kolay kolay elimden kurtulamazdın ya Hoca. Ben sana inandım. Güvendim.’’
‘’ …………………… ‘’
‘’ Arabada fotoğraf makinaları var. ‘’
Erlere doğru bağırdı.
‘’ Bırakın aramayı, yazıp çizmeyi. Gelin buraya. ‘’
Bana döndü. İyice kızarmış yüzü aydınlıktı.
‘’ Şöyle birkaç poz resmimizi çek bakalım.’’
Elleri tüfeklerinin tetiğinde poz verdiler. Tek tek, küme olarak. Deklanşöre bastım ardarda. Onbaşı, çavuş terfiyelerini gösterdi askerler…
‘’ Şimdi sana adres vereceğiz. Karta bastırdığın resimleri ayrı ayrı oralara göndereceksin, tamam mı ?’’
‘’ Memnuniyetle.’’
‘’ Kusura bakma! Seni biraz üzdük. Amma görev görevdir. Ürgüp’e gidiyordun, değil mi? Ben de Yeşilhisarlıyım. Hemşehriyiz. Çok dostum var sizin oralarda. Eğer bizim diyarı gezersen, babamın adresini yazıyorum, bakkal dükkanı var, selam söyle, resmi de ona ver.’’
Gülümsese de , komutan olmanın verdiği ağırlıkla ciddi görünmek istiyor.
Bir kağıda yazdı. Erlerin adlarını, memleket adreslerini de…Biri Sinoplu, biri Vanlı…
…………………..
İnsaflı adammış komutan.
Anlayışlı çıktı.
Arabama bindim. Mutluyum. Terim soğuyor.
Gözeli Yaylası’nın göğce göğertisi içinden geçerek , bet sesimle özgür kırlara doğru ardarda türküler söyleyerek Malatya, Kayseri yollarında ilerleyip akşama doğru evime ulaşıyorum …
……………………….
· Kansu C.A. 1960. Yurdumdan. Varlık yayını. İstanbul