MEKTUPLARDA ÇARPAN YÜREKLER

 

Günümüzde mektup yazmak ''modası geçmiş'' bir eylem sayılıyor.

Bilgisayarın internete bağlıysa, otur başına, yaz ve bir iki saniye içinde gönder mektubunu.

Eğer, ona ''mektup'' denirse.

2000'e dek, mektup yazar, mektup alırdık.

Çocukluktan kalma bir alışkanlık, mektup yazmayı severdim. Aldığım mektupları da biriktirmişimdir.

Bu yazımızda, gelen mektuplardan bazılarını, kısaltarak ele alalım.

..............................

'' Elazığ'a okumağa gelmişiz. Taa Kıbrıs, Magosa'dan. Elazığ karışık. Üniversitede öğrenci olmak belalı. Nasıl oldu anlayamadık, bir gün bir kavganın ortasında kaldık. Çok az sayıda Kıbrıslı öğrenci, kendimizi koruyamadık. Birkaç değnek yedik kafamıza. Kama, şiş taşıyordu bazı gençler. Sizin odaya kendimizi zor attık. Anladılar oraya sığındığımızı. Kapıya yüklendiler kurt gibi uluyarak. Siz tehlikenin farkındaydınız. Kapıyı arkadan kilitlemiştiniz. Bize çay ikram edip sakinleştirdiniz. Güzel sözlerle öğrenciliğimizi sürdürmemize bizi inandırdınız. Ya değilse, Kıbrıslı öğrenciler ,hepimiz Ada'ya dönmeye karar vermiştik. O gün, kapıya yüklenen saldırganlara karşı da bir ağabey şefkatiyle konuşup onları ikna ettiniz. Daha fazla bir zarar vermeden uzaklaştılar. Onlar bizim arkadaşlarımızdı. Fakat görüşleri farklıydı. Olabilir. Böyle böyle, binbir olaya göğüs gererek okulumuzu bitirdik. Siz o gün orada olmasaydınız Hocam , Fırat Üniversitesi'ndeki öğrenciliğimiz bitmişti. ''

....................

'' Bir öğrenci yürüyüşünde, taşıdığımız dövizde suç unsurları bulunmuş. Olağanüstü Hal ( OHAL ) Bölge Valiliği hakkımızda soruşturma açtırmış. Siz de o kuruldaydınız. Yazılı savunmamızı istedi Kurul. Yazıp verdik. Dekanlık o savunmayı  kabul etmemiş. Ne oldu bilmiyorum, tutuklandık. Çok zor günler yaşadık. Üniversite yaşamım sona erdi. Özgür kalınca Almanya'ya, akrabalarımın yanına kaçtım. Gerçi sizin bölümde okumuyordum, ama, Hocam, niye bizi savunmadınız ? ''

......................

'' Hocam, nasıl böyle sakin olabiliyordunuz ? Arkadaşlarla hep bunu konuşuyorduk. Sizin, hiç eşinizle, çocuklarınızla sorunlarınız olmuyor muydu ? Diyalogunuz hep olumlu mu yürüyordu ? Bize karşı nasıl anlayışlı davranıyordunuz ? Size sert sözlerle saldıran bazı öğrencilere bile gülümseyerek yanıt veriyordunuz. Sizi kim yetiştirdi ? Arkadaşlar, size bir ad takmıştı : Kapadokyalı Ermiş...Bunda abartma yoktu. Her gün çatışmaların yaşandığı  90'lı yıllarda böyle sakin kalabilmek için sinirlerin çelik gibi sağlam olması gerekiyordu. Siz derslerinizde ne anlatmışsanız, biz de şimdi kendi öğrencilerimize aynısını, elbet güncelliğe uyarak, aktarıyoruz. Bazen farkına varıyorum ki, sizin ifadelerinizi , yorumlarınızı kullanıyorum. Diyorum ki, keşke Eğitim Fakültesi'de, her anabilim dalında, sizin gibi bir,  iki ''Hoca'' olsaydı.''

..........................

'' Son sınıfta son derslerin sınavları yapılıyordu. Bir araştırma görevlisi ile aram ''limoni'' idi. Oysa ona karşı bir saygısızlığım yoktu. Sınavda yine takıldı bana. Herkesin içinde azarladı. Gençlik işte, dayanmak zor. Sözlüm kız arkadaşlarım da izliyor. Ha ağladı, ha ağlayacak. Onuruma dokundu. Fırlattım kalemi kağıdı. Bağırıp çağırarak dışarı fırladım. Koridorda sizle karşılaştım. Ellerimi tuttunuz. Titriyordum o sinirle. Sordunuz, anlattım ne olduğunu. Beni sınav salonuna girmeğe zorladınız. Hoca kürsüsünün yanına oturtup soruları önüme koydunuz. Tatlısertti davranışınız . Hem kızgın, hem gülümseyerek, yavaşça '' Aldırma sen ona, yazmana bak ! '' dediniz. Ellerim titriyordu. Yazım güzeldi oysa. Düzgün yazamıyordum. Buna karşılık tüm soruları yanıtladım. Ben de sözlüm de başarılı olmuştuk. Fakülte sona erdi. Öğretmen olma hakkını kazanmıştık. O sınava giremeseydim, belki bir yıl yitirecektim. Ailem bana Kayseri'den pek az ve zorlukla  para gönderiyordu. Siz daima benim için bir ''idol'' oldunuz .''

.............................

'' 1985 yılının ekim ayının ilk günü. Fakültede dersler başlamış. Açılış töreninden sonra derslikleri doldurmuşuz. Sırada otururken bir arkadaş yanıma geldi. '' Koridorda 30'lu yaşlarda bir adam var. Saçları ağarmış, dökük. Duvarlardaki panoları tek tek inceliyor. Hademe desek, hademe olamayacak kadar düzgün giyimli, şık olmasa da. Öğretim üyesi desek, böyle mütevazı olmaz. '' Derslikten çıkıp izledik. Arkadaşlar daha haberdar değil. Herkes, birbirine, yaz tatilini nasıl geçirdiğini anlatmakla meşgul. Acaba kimdir? 10 dakika sonra, o güne dek anabilim dalı başkanı olup da, artık rotasyon süresini bitiren, Ankara'ya dönecek olan Doçent hocamızla birlikte , koridorda gördüğümüz o adam , yani siz,  içeri girdiniz. Hocamız bize sizi tanıttı. Arkadaşla birbirimize göz kırptık, gülümsedik. Bu adam mı bize ders verecek ! Hayret ! O gün , ilk derste bizi tek tek tanımak istediniz. Van,  Sinop, Adana, Kayseri, Aydın, Kırklareli...Yurt coğrafyasında bilmediğiniz il, yöre yoktu. Arkadaşlar nereli olduğunu, hangi liseyi bitirdiğini anlattı. Sonra kısaca kendinizi tanıttınız bize. O günden sonra derslerinizin tiryakisi olduk. Görsel-işitsel gereçleri kullandığınız araçları da Batı Almanya'dan getirttikten sonra, derslerimiz tüm üniversitede imrenilen bir düzeye yükseldi. Siz ideal bir eğitimci olarak, bizim kuşak üzerinde etkin oldunuz. Sizi asla unutmayacağız. ''

..................................