ORUÇ AYI BOYUNCA

Dr Emrullah Güney

‘’ Söyle bakalım, oruç tutuyor musun ?

Nevşehir Muhtelif Gayeli Ortaokul, 2. Sınıf öğrencisiyim.

Yıl 1959.

‘’ Tutuyorum,’’ dedim.

Bana bir bağırdı; ödüm sıddı. Evimize gelmişyaşlı konuk, iftarı bizde açmış, teravih namazına giderken ocakta keven yakarak su ısıtmışız, abdest almış. Sakalları titreyerek, gözleri kanlı …Bana bağırma hakkını kendinde görüyor. Doğru söylemediğimi anlaması için zeki olması gerekmiyordu.

Onu değil, kendimi suçladım.

Desene : ‘’ Emmi, ben öğrenciyim, oruç tutarsam derslerimi izleyemem, öğrenmede sıkıntı yaşarım.’’

Hayır, bunu demedim. Kendi kendimi cezalandırmışoldum.Cahil bir adamın beni aşağılaması için yol açtım.

İftardan sonra çay içiliyor.

Bir başka konuk sordu: ‘’ Din Dersiniz var mı? ‘

‘’Var.’’

‘’ Kim giriyor ? ‘’

‘’ Halil Özer.Görelidir. Hacıbabagillerden.’’

‘’Ne bilirmiş ki, İslamiyet hakkında, size derse giriyor.Ben onu Aksaray Demirci Köyden tanırım. Münakaşalarımız da oldu.’’

Diyemedim ki, ‘’ Halil Bey iyi öğretmendir. Sonra, Din Dersinde yalnız islam dini ele alınmıyor. Bütün inançlar inceleniyor. Haftada 2 saatte ne yapılabilirse.’’

Bilgi birikimim yetersizdi. Köyümüzden yetişmiş, akrabamız da olan Halil Bey’i savunamadım. İçimde bir acı olarak kaldı bu. Bize Dini Hikayeler adlı küçük bir kitap dağıtmıştı. Zarif, ibretlik  öyküler vardı içinde. Bir tanıdığı göndermiş. Halil Bey duyurdukitabı. Parası olan aldı. 50 kuruştu. Sanırım, tümü dağıtıldı.  Öğretmenimiz toplanan parayı kitabın yazarına havale etmiştir.

Oruç ayı boyunca Göre’deki evimizde hiç eksik olmazdı konuk. Önceleri dört ablam anama yardım ederdi. Birkaç yıl arayla gelin olup gittiler. Anam yardımsız kalmadı ama, zorlandığını görüyordum. Sahur yemeği…Sıcak su hazır olacak ki, konuklar abdest alsınlar. İftarda çeşit çeşit yemekler…Üstüne kahve, çay…Teravih namazı öncesi yine su ısıtılacak. Daha LPG, tüpgaz yok. Ya ocakta ya da sıvı gaz yakılan gazocağında ısıtılacak su. Herkese ayrı ayrı peşkir tutma da bana, İlhan’a, Hüseyin’e, Mustafa’ya düşüyor.

Çocuk aklımızla yaşlı konukları eleştiriyoruz. Kimisi çocuk psikolojisini iyi biliyor (!) maşallah. Bizi aşağılamaktan hiç geri kalmıyor.

Neden öyle çok konuk gelirdi o bir ay boyunca ? Günümüzdeki kadar olmasa da DP yönetiminin geçit vermesiyle tarikatlar, cemaatler kendini gösteriyordu. Mürşid ve müridlerköyden kasabaya, şehirden beldeye küme küme geziyordu. Bir de babamın gezici başmuallimliği döneminde denetlediği, rehberlik yaptığı eğitmenler vardı. Onlar da gelirdi evimize. Fakat asıl gelenler bir iftar bir evde, bir başka iftar köyün ileri gelen başka bir evde…Bir ayı böyle geçirirlerdi.

Sanırım, bir ayın sonunda epey semizleşmiş olurlardı. Kilo almamaları olanaksızdı, çünkü, ‘’El adama ne der!’’ düşüncesiyle her aile, konuklarına çeşit çeşit yemekler ikram ederlerdi.

Dedem Hüseyin Çavuş, askerliğini Sultan Hamid döneminde Yıldız Sarayı’nda yapmış. Mutfak neferi…Birçok yemek tarifesiyle dönmüş terhis olduğunda. Evimizde Rumeli’ye, Ege’ye, Marmara’ya özgü yemekler yapılırdı. Bizim evden başka yerde de bu yemekler bilinmezdide, yapılmazdı da. Örneğin, Nevşehir yöresinde yetişmediği halde incirden pek değerli, besleyici özelliği yüksek, damat adaylarına özellikle ikram edilen ‘’İncir Dökmesi’’ dedemin Göre’ye tanıttığı, kazandırdığı  bir tatlı idi.

Dedem Hüseyin Çavuş pek sakin, sohbeti  dinleyen, söze karışmayan bir insandı. Aynı adı taşıyan torunu Hüseyin, yazdığı bir şiirde onu bir ‘’Hitit Tanrısı’’na benzetmişti.

Sedirde köşesinde oturur, gülümseyerek, gururla, iftar yemeğini yiyen konuklarına bakardı. Engin gönüllüydü.

Bir iftar sırasında, konuklardan biri hem iştahla , kaşığını doldura doldura bulgur pilavından atıştırıyor, hem de dedeme laf atıyordu. Gözleri yerde serili, duvarlarda asılı iyi cins Taşpınar, Yahyalı halılarındaydı. Sesi kıskançlıktan kekremiş gibi çıkıyordu konuğun.

‘’ Hüseyin Efendiii! Bunun bir de öbür dünyası var…Beş vakit namazı kılar mısın, bunca zenginliğe, variyete rağmen hacca gitmemişsin. Öte dünyada hesabını nasıl vereceksin.’’

Adamın sorusu yanıtsız kalır. Dedem gülümser, engin bir hoşgörüyle bakar adama. Zaten o konuk da yanıt beklemiyordur.

…………….

’ Baba, ben oruç tutmak istiyorum.’’

‘’ Oğlum senin için en iyi oruç derslerine çalışmak, sınıflarını geçmektir.’’

‘’ Baba, ben namaz kılmak istiyorum.’’

‘’ Oğlum, senin için en iyi namaz, en iyi ibadet öğrenciliğin gereklerini yerine getirmek, derslerinde durmadan yeni bilgiler elde etmek, donanımlı olmaktır.’’

Öğretmen babam Şükrü Bey, benim isteklerime olumsuz yanıt verdiğine, eylemleri önlediğine göre, bu konukların düşüncesiyle,  babalık görevini yerine getirmemiş, günah işlemiş oluyordu.

Oruç ayı boyunca 10,15,20kişilik kümeler halinde konuk ağırlamaktan yorgun düşerdi anacığım, ablalarım.  Diger 11 ayda da konuk gelirdi elbet. Fakat bu, haftada 2, bazen 4- 5 kişiyle sınırlı kalırdı.

Bunca konuk ağırlardık da, acaba ‘’sevap’’ mı işlemiş sayılırdık.

Konuklarımız, başka köylerde sahurda, iftarda bizim konuk ağırlama düzenimizi öğerler miydi, yererler miydi ?

’ Göre’de Hüseyin Çavuş ailesinde sahur, iftar ettik. Bize ikram edilen yemekleri, şehirlerin en pahalı lokantalarında yemek mümkün değil.’’

‘’ Hüseyin Çavuş ailesinde misafir edildik. Saygıda kusur edilmedi de…Nebileyim,içimize sinmedi yahu, yaşı 80 olmuş, daha hacca gitmemiş Hüseyin Çavuş. Oğlu Şükrü’yü muallim yaparak böyük günaha girmiş. Gavur yazısını öğretenden ne hayır gelir. İslam elifbası varıken. Evlerini görseniz en üstün cinsten halılar, kilimler, amma kulağasma. Mühim olan din… Torunları  Hüseyin Çavuş’un, orta mektepte talebeymiş. Yoklayım dedim, dini malumatta pek gevşek buldum. Velhasıl …Neyse, tanımış olduk Hüseyin Çavuş’u, misafir ağırlamasını. Bize bir incir dökmesi dedikleri tatlı ikram ettiler. Ben hayatımda böyle tevatür tatlı yimemişim valla. Bizim geberesicelere anlatacağım bakalım o tadı tutturabilecekler  mi ?’’

……………………….

15 Temmuz 2022.