OSMANLININ MEMLEKETEYNİ : ROMANYA...
Jeomorfolog Dr Emrullah Güney
( Turizm Coğrafyası Profesörü )
Bükreş Hava Limanına doğru alçalırken uçak, ben Doğu Avrupa'nın güzel ülkesi hakkında bildiklerimi belleğimde yinelemeğe çalışıyorum... İlkokulda sınıf öğretmenim, hem de ortaokulda coğrafya dersimize giren rahmetli Kemal İlktürk'ün gür sesi kulaklarımda: "Romanya'nın tarihimizdeki adı Eflak, Boğdan...Osmanlı'nın Tuna vilayetinin kuzey bölümü...Güzel ülke: Dağlar, platolar,ovalar, deniz kıyısı düzlükleri, Tuna Deltası...Halkına gelince, Kuzeydeki slav Rusya ile Güneydeki slavlaşmış Bulgaristan arasında, slav olmayan Latin kökenli Daç ulusunun yaşadığı ülke."
1960 başlarında Ortaokul öğrencisi iken İbrail (Braila) doğumlu , Balkanların Maksim Gorkisi olarak bilinen Panait Istrati'yi keşfediyorum. Kodin sanki Anadolu'yu anlatıyor. Yaşar Kemal'in Çukurova'daki bataklıkların kokusu burnumda...Baragan'ın dikenleri Anadolu bozkırlarını anlatan Talip Apaydın'dan çok da ayrık değil. Sünger Avcısı sanki Halikarnas Balıkçısı'nın anlattığı Bodrum'dan bir öykü...
1973 yılında uğradığımız Erzurum'da Kitap Sarayı'nda bulup aldığım, kitaplığımın en nadide eseri Tuna'dan Batıya (İsmail Habib Sevük) kuru tarih ve kıraç coğrafya bilgi kırıntıları dışında gözümü açan, gönlümü kıvançla dolduran bir betik olmuştu. Tuna ortasında, günümüzde artık olmayan, Yugoslavya ile Romanya'nın yaptığı ortak barajla oluşan gölün suları altında kalan Adakale Türk yerleşmesini okurken gözyaşlarımı tutamamıştım.
Adım başı çiçekçi dükkanlarında gazete, kitap da satılıyor Bükreş'te. Panait Istrati adını görüyorum. Kitaplarla ilgilendiğimi görünce anlatmağa başlıyor bir beyefendi. "Ben Türküm," deyince başlıyor İngilizce konuşmağa: " Evet, Panait Israti Romanyalı idi ama tüm dünya onu bir Fransız sanır."Ben eserlerinin adını sayınca mutlu bir şaşkınlık yaşıyor; Kira Kiralina, Perlmutter Ailesi, Akdeniz, Hayat Yollarında...
Sabiha Gökçen'den kalkan uçağımız KB'ya doğru Karadeniz üzerinden ilerliyor. Köstence'deki rafinerilere ham petrol taşıyan dev tankerler görülüyor aşağıda. Bulgaristan'ın KD'sundan geçen uçak Tuna'nın kuzeye döndüğü dirseğin üzerinden kısa süre sonra Bükreş'e, iniyor. Çavuşesku Rejimi sona erince tüm devlet çiftlikleri özelleştirilmiş olmalı. Haziran ortalarında Anadolu sararmağa başlamıştı, oysa Tuna boyları gömgök...Transilvanya Alplerinden güneye doğru akan çayların üzerinde sayısız gölek oluşturulmuş. Romanya'nın bu kesimi düzenli bir bahçenin insanda uyandırdığı ferahlığına sahip.
Avrupa'nın büyük ülkelerinden biri Romanya. Fransa kadar büyük. Elbette Rusya'dan küçük. Tam olarak tanımak için ülkeyi dört mevsim gezmek gerek. Hem de yıllarca...Güney sınırını Tuna çiziyor: Bizim Tuna...Tuna Nehri akmam diyor dediğimiz, devrim türkülerimizde adı geçen , Kızılırmak kadar, Meriç-Tunca-Arda-Ergene, Çoruh,Menderesler, Bakırçay, Gediz, Seyhan-Ceyhan, Aras-Deli Kür , Dicle-Fırat kadar, Sakarya kadar bizim olan Tuna...Mavi Tuna bugün Demirkapı Baraj Gölü'nde bırakıyor tüm sanayileşmiş Avrupa'nın kirini,pasını, tortusunu ve Karadeniz'e kadar "mavi" akıyor...Romanya ekonomisini iflasa sürükleyen Tuna Kanalı bir savurganlık projesiydi ve hiçbir zaman ülkeye katkı sağlamamış, güzel memleketin gelişmesine yardım etmemiş, tam tersine halkı yoksullaştırmış; vergiler ağırlaşınca da ayaklanma çıkmış ve diktatörün sonu gelmişti...
Osmanlılar Tuna'yı ilk kez 1390'da geçerek Romanya topraklarında ilerlediler. Yıldırım Beyazıt denilince hemen Niğbolu'yu düşünürüz. Bugün Nikopol, Bulgaristan'da. Karşısına Topal Kasırga çıkmasaydı, Yıldırım muhakkak ki Tuna'nın şimaline de çıkacak, 1400 öncesi oraları da Osmanlı egemenliğine alacaktı. Tuna'nın kuzeyine geçen Osmanlı akıncıları bu düzlüklere Eflak demişler. Günümüzde Valachia. Peki Eflak dedikten sonra hemen aklımıza gelen Boğdan neresi? Moldavya...
Eflak ve Boğdan öylesine Osmanlı mülkü sayılmış ki, bu iki bölgeye Memleketeyn adı verilmiş. Anlamı: İki ülke...Eflak bir Ulah diyarı idi ve Ulahya olarak anılıyordu. Eflak'ın merkezi 1600'e değin Targovişte iken bu tarihten sonra Bükreş yapıldı. Boğdan'ın merkezi de önce Suçeva iken, sonra Yaş oldu. Eflak, tam 488 yıl Türk egemenliğinde ( himaye) kaldı. Boğdan ise Fatih Sultan Mehmet döneminde 1455'de Osmanlıya bağlandı ve 1878 Berlin Antlaşması'na değin, 423 yıl , zaman zaman voyvodaların ayaklanmasına karşın Türk sınırları içinde kaldı.Bu iki Romen Prensliğinin iç işlerinde özerkliği vardı. Voyvodalar yüksek bir vergi öderler zaman zaman savaşlarda asker de verirlerdi. Osmanlı oordusu hiçbir izin, merasim olmadan Eflak-Boğdan topraklarından geçer gider, gelip geçerdi. Voyvodaları doğrudan Sultan atardı.Romen ya da Yunan (Fener Rumları) asilzadelerden istediğini buraya gönderirdi. Voyvodalardan bazılarının islamı seçtiği de bilinmektedir...
Eski 15 Sovyet Cumhuriyeti'nden biri olan Moldova ise Osmanlının Besarabyası...Günümüzde Bükreş sokaklarında geçerken karşımıza çıkan duvar yazılarında en çok gördüğümüz şudur : Moldova is a Romanian province... Ya Erdel...Transilvanya Bölgesi'nin Osmanlılarca adı...İç işlerinde özerk bir Macar prensliği idi. İstanbul'a vergi ve asker verirdi. 1526'dan 1699'a değin 173 yıl Türk yönetiminde kalmış , Karlofça Antlaşması ile de Avusturya'ya geçmişti.
Ve Osmanlı'nın en değerli valileri bu diyarı abadlaştırmış. Midhat Paşa ilk Erkek Sanat Enstitüsü'nü buralarda açmış. Anadolu varsın yolsuz, köprüsüz, susuz kalsın. İlk demiryolu da bugünkü Ruse (Rusçuk) ile Varna arasında yapılmış. Osmanlı'nın borçla döşettiği raylar bugün Bulgaristan'da...Ve hala Tuna koyağını Karadeniz kıyısına bağlayan en kestirme yol olarak Bulgaristan ekonomisine yardımcı oluyor...
Macar ulusçusu Petöfi'nin şiirlerinde geçen Temeşvar...Bükreş yönetiminin Romanyalılaştırmağa çalıştığı güzel belde. Üniversitelerinde Romence,Macarca,Almanca,Sırpça eğitim verilen aydın kent. Tiyatrolarında dört dilde oyun sahnelenen, Avrupa'nın ilk elektrikli tramvayının raylar üzerinde hareket ettiği...Hayat Dergisinde haftabölük bir yazı dizisini anımsıyorum: Gavurun Esiri...Temeşvarlı Osman Ağa'nın Esaret Hatıratı...Nasıl istekle, sabırsızlıkla bekleyerek okumuştum...
1970 ortalarında Doğu Avrupa'nın hem tarımda, hem sanayide gelişmiş sosyalist ülkesi. Türk aydınları gezer, dolaşır ve gördüklerini, izlenimlerini gazetelerde, dergilerde yayımlatırlardı. KÖY-KOOP vardı bizde. Universal Traktörlerini getirip düşük bir ederle çiftçimize dağıtmıştı. Önceleri büyük bir özveri ile karşılanan olay giderek bir düş kırıklığına dönüştü. Çünkü traktörler kısa zamanda çürüğe çıkmıştı; yedek parçası bulunmuyordu, standard lastik ölçülerine uymuyordu ve o ucuz traktörler ekenek sınırlarında, köy evlerinin hayatlarında kalakaldı, paslandı, giderek yok oldu. Anlayan anladı elbette; traktörlerin düşük fiyatla satılması çiftçimize pek pahalıya malolmuştu: "Ben ucuz mal alacak kadar zengin değilim," Britanya atalar sözünün anlamı bizde bu ithalatla ortaya çıkmıştı.
İşte Braşov...Dilber kent. Çevresi dağlar, orman tümüyle...Sanki XVI. yüzyıldayız, sokaklarında yürürken. Onarılmış, bakımlı dükkanlar, aşevleri gezgin kaynıyor...Eski konakları üniversite yapmışlar. Tarihe saygının somut anlatımı izleniyor...Vakit olsa da teleferikle yukarılara, ormanlara doğru çıksak...
İşte Sibiu...Tarihsel miras deyip duruyoruz da biz ne durumdayız, Romanya ne kadar yol almış? Bir Viyana, bir Prag, Bir Budapeşte kadar güzel, bakımlı...Sokaklarında gez de Rönesans İtalya'sında olduğunu düşün...Ne kadar modernleşse de , yeni marka oteller kent dışına yapılsa da, kentin eski bölümleri onarılmış olarak turistlere açılmış...
Sibiu dışında geniş bir alanda bir açık hava müzesi. Tüm Romanya burada: Minyatür bir örneği ülkenin...Karpat Dağlarının köy evleri...Sıcak ekmek kokusu...Tuna Deltasının balıkçı köyleri...Cluj-Napoca köylerinin tipik örnekleri...Saatlerce gez, yorulunca otur aşevine, karnını doyur ve sonra düşün, toprak genişliğimiz daha fazla, neden bizde böyle bir açık hava müzesi yok diye üzül dur...
Tirgu Mureş...Tam dört dönem bize, Dicle Üniversitesi'ne gönderdiği öğrencilereders verdiğimiz Dimitri Kantemir Üniversitesi'ne sahip...Kimdir Kantemir? Devlet adamı, müzisyen, tarihçi...
Ülkenin kuzeyinde İaşi. Bizim tarihimizde Yaş olarak geçen 7 tepeli belde...Rusya ile savaştan sonra barış antlaşması Yaş'ta imzalanırmış... Avusturya'nın da bağlaşık olarak Rusların yanında yer aldığı 1786 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan 1792 Yaş Antlaşmasının nedir özelliği ? Osmanlının Balkanlardaki, Tuna diyarındaki nüfuzu ve egemenliği sarsılmaktadır artık. Kırım'ı işgal eden Ruslara karşı aciz kalmışızdır. Antlaşma ile gerileme ve parçalanma dönemi başlamıştır. Çarlık artık açıkça "Sıcak denizlere yayılma" isteğini dillendirmektedir. Bir Rus prensi gidip İstanbul'da Bizans İmparatoru olarak tahta oturacaktır. Osmanlının idam fermanı imzalanmıştır: Fransızlar, Britanyalılar, Venedikliler, İspanyollar, Sicilya Krallığı da desteklemektedir Rusları...Dikkat çeken bir nokta: Osmanlı Sultanlığı ve Rus Çarlığı,Antlaşmayı imzalamak için toplanan delegelere değeri son derece üstün armağanlar dağıtmıştır...Osmanlı eserleri bugün Ermitage Müzesi'nde olmalı da, acaba bizim delegelere dağıtılan Rus eserlerinden günümüze ne kalmıştır, duranlar da nerelerdedir? Yaş ,
Romanya'nın en güzel beldelerinden biri...
Ve Köstence...Constanta...Karadeniz'in dilber beldesi. Turizm, tecim, sanayi...Kentin güneyindeki, kuzeyindeki her kilometre karış karış planlanmış, değerlendirilmiiş...
Romanya...Tarihsel derinliğiyle, tooprak genişliğiyle büyük ülke...İnsanı şaşırtan pek çok özelliğe sahip. Doğu Karpat Dağları'nın Siret Irmağı koyağına doğru bakan doğu yamaçlarında Sakson köyleri yer alıyor. Halk bir tür Ortaçağ Almancası konuşuyor. İnişli çıkışlı Romanya tarihinde , ekonomisi sağlam olmayan ülkede birçok dönem Almanya'ya göç etmişler. Doğu Avrupa'da düzenli Alman köyleri. Halk protestan. Bir kilise çevresinde gelişmiş köyler. Penceresinde çiçek olmayan, avlusunda ağaç, fidan olmayan tek bir ev yok...Okullar temiz, bakımlı, alca kiremitli yapılar insanı imrendiriyor. Göç etmek isteyen halkı Berlin yönetimi yerinde tutmak istiyor. Neyle? Elbette para yardımıyla...
Doğu Karpatlar üzerindeki beldelerin iki adı var: Almanca ve Romence...Braşov-Kronstadt, Sibiu-Hermannstadt, Sighişoara-Schassburg, Tirgu Mureş-Neumarkt...Macaristan sınırında da durum aynı: Satu Mare-Sathmar, Sebeş-Mühlbach, Cluj Napoca-Klausenburg, Oradea-Grosswardein, Temeşvar-Timişora, Alba Lulia-Karlsburg...
Her yerde onarılan tapınaklar...Musevilerin sinagogları...Belki cemaati İsrail'e göç etmiş olsa da tarihsel değeri var diye onarımlar sürüyor...Macar katolik kiliseleri, Ermeni Kilisesi ( ve müştemilatında soykırım müzesi de unutulmamış, buradan İstanbul'a, Yozgat'a, Erivan'a kaç km olduğu da tabelalarda belirtilmiş), Sırp Ortodoks kiliseleri , Romanya protestan kiliseleri onarılmakta. Her yerde yoğun bir çalışma. Güz soğukları başlamadan, Tuna'nın heryeri donduran yelleri esmeğe başlamadan işleri bitirmenin ivecenliğiyle sürdürülüyor onarım işleri...
Bulgaristan'da gezerken Türk olduğunuzu söylediğinizde tepki görebilirsiniz, hiç olmazsa insanlar suratlarını buruştururlar. 1924 mübadillerini bir yana bırakırsanız Yunanistan'da da benzer durumlarla karşılaşırsınız. Aynı dinden olsa ka Arnavutluk insanı da bize sıcak bakmaz. Belki Bosna Hersek halkı, Boşnaklar, Makedonlar konukseverlik gösterirler. Bulgaristan pomakları da bize saygılı davranışta bulunurlar. Romanya'da günlerce gezin, Köstence'den Arad'a; Bükreş'ten Botoşani'ye nereye giderseniz gidin, ovalardan dağlara, deniz kıyılarından yaylalara...Hiç bir yerde Türk olduğunuz için bir tepki, ağır söz, aşağılama, surat buruşturma görmüyorsunuz...Bu cihetten rahattır bu ülke...
Ağır ekonomik bunalımlar, darboğazdan geçişler ülke insanındaki karşılıklı saygıyı azaltmamış. Kaldırımdaki banka oturup söyleşmekten keyif aldığım Bükreşliler "Ben Türküm," deyince, başlıyorlar İstanbul'u anlatmağa. Gözleri ışıldıyor. O sırada raylar üzerinde ilerleyen eski modeel, yıprak tramvay ışıkta duruyor. Bakıyorum içindekiler "haç" çıkarıyor. Çünkü, yakında bir katedral var. Kimse, önünden geçtiği dinsel yapıya bir saygı belirtisi göstermeden geçmiyor...
Bükreş...Bucuresti...Denizden 87 metre yükseklikte...Efsaneye göre Bucur adlı bir çoban ilk olarak Vlasia ormanı içinde bir kale olarak kurmuş. Önceleri adı yokmuş kurulan kalenin, kentin. İstanbul'a giden yollar üzerinde bir durak, kavşak yeri olduğundan süratle kalabalıklaşmış. Güney Karpatlar'dan doğan, göllerde dizginlenen ve sonra Tuna'ya ulaşan Damboviça ve Argeç Irmağı ve kolları burada Bükreş gibi bir büyük merkezin ortaya çıkmasına yol açmış. Suların önünü kesip göller, gölcükler yaratmışlar. Toprak da bitek olunca kısa zamanda ormanlar ortaya çıkmış. Bugün de kentin içinden gürül gürül çaylar akmakta...Ol nedenle bütün kent bir park...Kent içinde orman yok; ormanlar içinde bir kent var. Sonuçta her yapay gölün çevresi iyi planlanmış aşevleri, gazinolarla dolu. Temiz sulu göllerde kayıklar, gezgin motorları, spor için kürek çekenler, yüzenler...Bükreş tam bir sporcu cenneti...
Doğu Avrupa'nın rengarenk halklar mozaiği Bükreş...Yiddiş denen Museviler, Ukraynalılar, Ruslar, Sırplar, Macarlar, Grekler, Gagauz Türkleri, Dobruca Türkleri, Alman, Roman (çingene), Sırp...Sıcaklar bastırdı mı Haziran ortalarında, çevre yaylalar, köyler kalabalıklaşıyor, dağlar canlanıyor. 1878 Berlin Antlaşmasıyla yeni oluşturulan Romanya Krallığı'nın merkezi olmuş. Günümüzde yalnız devletin merkezi olmakla kalmıyor; bilimin, kültürün, sanatın, turizmin de merkezi sayılıyor. Ülkenin ilk üniversitesi de burada 1864'te açılmış. Politeknik Enstitüsü Avrupa'da en ileri eğitim kuruluşlarından biri sayılıyor.
Müzeler...Bu kentin tüm müzelerini herbir objenin önünde bir dakika durarak gezmek isteseniz ömür yetmez. Köy El Sanatları Müzesi tüm ülkenin köy evlerinin minyatür örnekleriyle dolu. Mısır öğüten bir değirmeni alıp aynen getirip kurmuşlar. Başlarında öğretmenleriyle minik öğrenciler geziyorlar buraları, ülkelerini tanımağa buradan başlıyorlar...Doğa Tarihi Müzesi, Jeoloji Müzesi...Saymakla bitmez...Ve öğretmen iseniz , söylemeniz yetiyor, bilet fiyatları yarı yarıya düşüyor.Gezmekle doyulmuyor. Fakat, bir üzüntümü de belirtmeliyim. Bizde neden tam bir Jeoloji Müzesi yok. Romanya'da yerbilimlerinin kurucuları, başjeologdan, en küçük bir alanda inceleme yapmış jeologa kadar herkesin yağlıboya tabloları duvarlarda asılı; gençler, çocuklar onları göre göre tanıyor...Örneğin bizde Ord Prof Dr Hamid Nafiz Pamir'i, Prof Dr İhsan Ketin'i, Prof Dr Reşat İzbırak'ı, Prof Dr Sırrı Erinç'i kim tanıyor? MTA Müzesi dışında neden geniş kapsamlı bir müzemiz yok ?Bizde neden bir köy okulundaki öğrenci dinozoru tanımaz, neden yok olduğunu bilmez!
Diimitri Kantemir, Jorga gibi bilim adamları Osmanlı Tariihi yazarı olarak ortaya çıkmışlar. Tarihimizle ilgili ayrıntılı çalışmalar yapmışlar...
Bükreş...Romanya...Seviyorum bu ülkeyi...Ailemizin bir bölümünün orada yaşadığından değil yalnızca...Kalem gibi , minare gibi dümdüz ağaçların yer aldığı gürbüz ormanlarıyla, binbir mineralli içme sularıyla, kentlere de adını veren şifalı sıcak sulu hamamlarıyla ( termal terapi , adında Baia olan yerlerde sıcak iyileştirici sular çıkıyor ), bakımlı doğa koruma alanlarıyla, botanik bahçeleriyle , parklarıyla ve mütevazı, şık olmasa da temiz giyimli, olgun davranışlı , duygulu, düşünceli, saygılı halkıyla , binbir ürün yetiştiren toprak insanlarıyla ( Köylü pazarlarındaki hayvan ürünlerinin çeşitliliği göz kamaştırır) bu ülke sevilmeyi hakediyor. Bir pulsever olarak, doğa koruma konusuna ayrıcalıklı önem vererek yeni yeni ürünleri bize sundukları için de sevilmeye değer...
........................................................................
0505.562 54 68