VARLIK DERGİSİ ve VARLIK KİTAPLARI

Göre İlkokulu'ndan öğretmenim olan Kemal İlktürk, Nevşehir Muhtelif Gayeli Ortaokul'da coğrafya dersimize giriyordu. Bir gün derse elinde bir dergiyle geldi. Oradan bir şiir okudu. Çıt çıkarmadan dinledik. Bu bir yurt güzellemesi idi. Ders bitti, Kemal Bey öğretmenler odasına gitti. Dergi masanın üzerindeydi, iki kitapla birlikte. Heyecanla dergiye baktım: VARLIK...Bende o şiiri defterime yazma isteği doğmuştu. Öğretmenim iki ders arası süreyi doldurup sınıfa dönebilirdi. Yetiştiremezdim şiiri yazmayı. Ne yapmalı ? Adını belleğimde sakladım Dergi'nin. Öğlen olunca Hüseyin ile kent merkezine, çarşıya gittik.  Göreli bakkal İsmail Sucu'nun dükkanında çeyrek ekmek, çömlek peyniri, bir salkım Çat parmak üzümü yedik. Bizim öğünümüz bu. Sonra kentin tek kitap, dergi satılan yerine gittik. Varlık Dergisi'ni sorduk. Her ay 2 tane geliyormuş.

'' Birini sabah Öğretmen Kemal Bey uğradı, o aldı,'' deyince gülümsedik.

İkincisini de biz aldık. Okula varıncaya değin, sayfalara göz gezdirdik. Kemal Bey'in okuduğu şiiri bulduk. Hüseyin sesli sesli okudu. Yanımızdan geçen öğrenciler bizi küçümseyen bakışlarla ''taltif'' ediyorlardı.

O gün aldığımız Varlık Dergisi bize ne kazandırdı? Yurt güzellemeleri okumayı, şiiri, öyküyü, denemeyi, kitap tanıtımını  sevmeyi...Ve ilgi çeken konu şu idi: Türkçe öğretmenimizin yapması gerekeni Coğrafya öğretmenimiz yapıyordu. Ahmet Özdemir kitaba körü körüne bağlıydı; Kemal İlktürk ise ders dışında konulara giriyor, bizim ufkumuzu genişletmeğe çaba gösteriyordu.

.................

1958'de nüfusu 18 bin olan Nevşehir büyükçe bir kasaba özelliğindeydi. İki caddesinde at, eşek arabalarıyla bağcı halkın gidip geldiği, otomobil olarak valinin makam aracından başka motorlu vesaitin olmadığı...Yeni yeni kamyonların, traktörlerin görüldüğü küçük bir il merkezi...

Kitap, dergi satılan yeri  dillendirmem gerekiyor. Uçhisarlı Ahmet Başkurt'un küçük, iki dükkan arasında, üçgenimsi, dar bir yer. Vitrininde son gelen kitaplar...İçerde birkaç  r af dolu yayınlar...Önce vitrine bakar, sonra içeri girer, kitaplara göz atardık.

Daha ilkokul öğrencisi iken, haftada bir Nevşehir'e giderdik. Çukurova'dan getirilmiş meyveyi, sebzeyi pazartesi günü kurulan pazardan alırdık. İşimiz bitince aldıklarımızı halı heybeye koyar ( daha naylon torba,poşet yok) , akrabamız İsmail Sucu'nun dükkanının arka bölüm boşluğuna bırakırdık. Büyük Sinema'da film seyreder, sonra Ahmet Başkurt'un dükkanına uğrardık. 1958 Ağustos ayı içinde, babamın verdiği 1 TL ile Varlık yayını bir Çocuk Klasiği almıştım. Aynı ayın sonlarında yine bir kitap almak için uğradım. Avucumda, babamın verdiği 1 TL vardı. Bir kitap seçtim, parayı Ahmet Başkurt'a uzattığımda, aldı ve  güldü:

'' Eski çamlar bardak oldu, delikanlı,'' dedi.

Anlamamıştım. Ne demekti bu ?  Anlattı :

'' Paramızın değeri düştü. Her şey bundan kelli yüzde yüz pahalandı.''

O yaşta devalüasyon nedir, anlayamazdık elbet. Günde Hürriyet, Cumhuriyet, Ulus gazeteleri okuduğumuz halde demek bizde iz bırakmamış o haber. Meğer Menderes Hükümeti, ABD Doları karşısında TL'nin değerini düşürmüş. 2.80 TL olan Dolar, 9  küsur liraya çıkarılmış. Pahalılık bundan ileri geliyormuş.

Kitabı alamayacak mıydım. Nasıl da hevesle , beğenerek seçmiştim.

Üzüldüğümü anladı Ahmet Başkurt.

'' Al al, seçtiğin kitabı al. Baban zaman zaman gelir buraya. Ben ondan isterim bir lirayı,'' dedi.

Sevinçle alıp çıktım kitabı. Fakat br liralık kitapların iki liraya çıkması canımı sıkmıştı. Bundan sonra alamayacak mıydım o iki liralık kitapları ?

.........................

Kemal İlktürk öğretmenimin , içindeki bir şiiri okumasıyla Varlık Dergisi'ni tanımıştık O günden başlayarak bir  ''tiryakilik'' başladı. Öğretmenlerin anıları, gözlem ve izlenimleri yer alıyordu dergide. O günlerin şiirleri...Necati Cumalı, Dr Ceyhun Atuf Kansu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Oktay Rıfat Horozcu, Talip Apaydın, Abdullah Rıza Ergüven, Cahit Külebi...Ve çizimler, gravürler...Nevzat Akoral, Muammer Bakır, Mustafa Aslıer, Jale Yılmabaşar, Bedri Rahmi Eyuboğlu... Resim de ilgi duyduğumuz bir alan olduğundan Varlık Dergisi bizi bu özelliğiyle de doyuruyordu. O çizimlere baka baka fırçayla , kalemle biz de denemeler yapıyorduk...

Okulda dersler sona erince, Göre yoluna düşmeden önce yine küçük kitapçı dükkanına uğruyordum. Kimi zaman Ahmet Başkurt yerinde olmuyordu. Tekel Müdürü ile dostlukları varmış. Müdürün oğulları Yavuz , Sefa Taşçı dükkanda hazır bulunuyorlardı. İkisi de arkadaşımızdı. Özellikle Yavuz son derece özenli, titiz, düzenli, zarif bir öğrenci idi ve defterindeki hoş haritalarla Kemal Bey'in övgüsünü kazanmıştı. Coğrafyayı seven bir öğrenci olarak ben Yavuz'a imreniyordum.

Akşam, soğuk kış günlerinde, kar yağarken Hüseyin ile dükkana uğrar, eğer gelmişse Varlık Dergisi'ni alır, ıslanmasın diye çantamıza koyar, bir an önce okumanın sabırsızlığı ile adımlarımızı açar, iverek,  o günün derslerini, öğretmenlerin anlattıklarını aramızda konuşarak, beğenilerimizi, eleştirilerimizi birbirimize aktararak Göre yoluna düşerdik...

.............................

Teneffüs...Sanırım Osmanlı mektep,terbiye  terimi. İki ders arasında soluklanma, nefes alma...1961. Nevşehir Lisesi öğrencisiyiz. Teneffüse çıkmışız. İlkbaharın güzel günlerinden biri olmalı. Bizi ''Göreli Güneyler'' olarak tanıyor Lise öğrencileri. Neden? Varlık Dergisi okumanın, Varlık kitapları okumanın yararlarını görüyoruz. Kompozisyonda başarılıyız. Fransızcayı seviyoruz, çeviriler yapıyoruz.

Okulun bahçesinde Hüseyin ile gezip dolaşıyoruz. Kızılcin köyünden Alaaddin Sırakaya güzel sözlerle köy yaşamını anlatıyor. Güzel derken yoksulluk, sıkıntı, üretim azlığı, verim düşüklüğü...O sırada yanımıza Tevfik Dalgıç geldi. Herkesin tanıdığı bir ünlü öğrenci. Tüm bayramlarda o şiir okur, konuşma yapar. İlgi çeken bir ses tınısı var...

'' Lan Göreliler'', dedi bize tepeden bakarak.'' Duydum ki, kompozisyonda pek bi muvaffakiyetliymişsiniz. Kemal Abbas Altunkaş Hoca bana bi ödev verdi. İçinden çıkamadım. Orijinal bi izahat olsun, dedim...''

Hüseyin ile birbirimize baktık, güldük... Demek, namımız, şöhretimiz yayılmış; iyi...

TD , ödevin yazılı olduğu kağıdı verdi.

'' Yarın isterim cevabı haa!'' dedikten sonra  kızların yanına gitti, kendine özgü kostak kostak yürüyüşüyle.

Arkasından baktık...Tuhaf...İşlerine gelmediği zaman Nevşehirliler bizi küçümserler, kıskanırlar, işlerine yarayacağını anladıkları anda da işte böyle ''onore'' ederler...Ortası yok davranışlarının.

O akşam Göre yolunda yürürken Hüseyin ile  o atasözünün açıklaması üzerinde konuştuk. Akşam, kendi işimizi gücümüzü, derslerimizi bırakıp  yazıya döktük ve sabah da Tevfik Dalgıç'a teslim ettik. Bir teşekkür bile etmedi. Kimse görmesin diye telaşla cebine soktu yazıyı .

Bir hafta sonra işittik ki, Edebiyat öğretmeni KAA pek beğenmiş yazıyı. Bunu TD söylemedi bize. Başka öğrencilerden duyduk  övgüyü. Fakat, bizim adımız elbet hiç geçmemiş, yazı tümüyle TD'ın emeğinin ürünü (!). KAA da anlamamış yazıyı bizim yazdığımızı...

Varlık Dergisi'ni izlemenin, Varlık Yayınları 'nı izlemenin yararlarını ömür boyu görmüşüzdür...Ol nedenle Yaşar Nabi Nayır'ı öğretmenlerimiz arasında ilk sırada sayar ve rahmetle, minnetle, şükranla anarız.

****