“YA İMAN YA HÜSRAN… !”
Öldükten sonra dirileceğine inanmayacak.
İnsanın sadece dünya yaşantısı olduğuna inanacak, ahirete ve hesap vermeyi hiç aklına getirmeyecektir.
Allah ve din inancını tanımayacaktır.
O halde, bu düşüncede olan kimseyi kim frenleyecek? Bu insanın yanlış yapmasını kim engelleyecek? Yaptıklarının hesabını kime verecek?
Hayatın sadece bu dünya ile sınırlı olduğunu düşünen kimse, bu dünyada “en kral şekilde yaşamayı” kendine amaç olarak kabul edecek, bu amaca ulaşmanın tüm yollarını deneyecektir. Bu onun için gayet doğal değil midir?
Hayatı zevk sanacak.
Hayatı güç sanacak.
Hayatı lüks içinde yaşamak sanacaktır.
Bunlara ulaşmak için yasal yolların açığını arayacak, diğer insanların haklarını düşünmeyecek, her durumda en önce kendi menfaati gelecektir.
Yoksulu düşünmeyecek.
Düşküne yardım etmeyecek.
Yetimin saçını okşamayacak.
Zekât, fitre, sadaka vermek hiç aklına gelmeyecek ya da tüm bunları gereksiz sayacaktır.
Makine olacak.
Robottan farkı kalmayacak.
Acıma, merhamet, sevgi, şefkat vb. insanı duyguları ya çok zayıflayacak ya da tamamen ortadan kalkacaktır.
Aile, eş, akraba sevgisi vb. gelişmeyecek, çıkarları için belki de bunları kolayca terk edebilecektir.
Vatan, millet, bayrak, şehit, ülkü, geçmiş ve gelecek onun için bir anlam ifade etmeyecektir.
Yaşlanmaktan korkacak.
Yaşlandıkça içinde büyüyecek olan boşluk ya bunalım getirecek ya da gayri insani ilişkileri doğuracaktır.
Tüm bunların sonucunda önce stres gelecek, stres bunalıma, bunalım ise intihara ya da akıl hastalıklarına kadar gidebilecektir.
Modern dediğimiz toplumlarda bu hastalıkların birinci sırada olmasının sebebi de bu değil midir?
Evet, inanma bir ihtiyaçtır.
Din gereklidir.
Allah inancı insan fıtratının doğal sonucudur.
Tüm bunlar insanı insan yapan etmenlerdir. Bu etmenlerden bir ya da bir kaçının olmamasının sonucu hüsrandır.
Allah düşüncesi insana güç, huzur, mutluluk verir.
Toplumu ve insanı inceleyenler, ileri sürülen bu düşüncelerin bariz örnekleriyle karşılaşabilecektir.