YAŞAM: DENEYİMLER…

İşgüzarlık nedir ?

Kime işgüzar denir ?

Sözlüklerde iki tanım şöyledir : Türkçe ve Farsca. Becerikli. İş güç sahibi. Kendini göstermeğe hevesli olup üstüne vazife olmayan şeylere karışan. Kargüzar.

……………….

1969 yılı haziranı. MTA Yüksek Prospektörlük Kursu pratik eğitim dönemi. Baykan İlçe Merkezi. Pul koleksiyoncusuyum; özenli. Pul klasörünü yanımda taşıyorum.  Gittiğim bir beldede ilk işim PTT müdürüyle tanışmak . Baykan'da da aynısı oluyor. Kasabanın dışında, çay kıyısındaki çadırlı kampımızdan yürüyerek PTT’ye ulaşıyorum. Müdür gayet sıcak karşılıyor. Çaylar geliyor, yarenlik güzel. En yeni pulları almak istediğimi söylüyorum. Ak giysiler içinde bir memure biraz sonra getiriyor pulları. Baykan'da bu incelik, bu zarafet...Ne var ki, biraz sonra bir adam selamsız, sabahsız dalıyor içeri. Müdür'ün suratı asılıyor. Anlıyorum ki, bu ziyaretten hoşnut değil. Adam gözünü dikiyor pullara.

'' Vaay! Üzerindeki rakkamlar fiyatı mı yav? Bu kağıt parçaları bu paraya değer mi ?''

Müdür'ün yüzüne bakıyorum. Suratını ekşitmiş. Ziyaretçi daha da ileri gidiyor, pulları tek tek eline alıyor, güya inceliyor.

'' Yahu! Ne yapıyorsun! Pulun zamklı yerine parmak değerse kıymetini yitirir'' diyor Müdür.

'' Pulunuzu yimedik ya!'' diyor adam...Pişkin...

Cahil ve işgüzar...

.................

1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra TRT benden İstiklal Harbimizde cepheler ve cephe gerisi etkinlikleriyle ilgili 13 programlık bir dizi yazısı istedi. O sırada Ürgüp Lisesi’nde görevliydim. Kitaplığımdaki yayınlar sınırlı. İlçe Halk Kütüphanesi’ne baktım, istediğim kitaplar yok. Ankara’ya gittim. Zafer Çarşısı’nda sahaf işi kitapları taradım. Hasan İzzettin Dinamo’nun 8 ciltlik KUTSAL İSYAN ( MAY Yayınevi) işime yarayabilirdi. İlk ve son ciltleri taradım. İçindekiler bölümü yoktu kitaplarda. Başlıklara göz attım. Milli Mücadele’nin romanlaştırılmış tarihi…Fiyatını sordum. 80 TL imiş. İyi, güzel. Alabilirim. Tam o sırada DTCF’den tanıdığım Fikret adlı bir arkadaş girdi içeri. Tarih Bölümü öğrencisiydi ve samimiyetimiz de yoktu. Haymana Lisesi’nde görevliymiş. Bir ayağı Ankara’da. Benim görev yerimi sordu, anlattım. Kitaplarım paket yapılıyordu. Onlara baktı, sırıtarak bir tanesini aldı, uzanıp.

‘’ Ne yapacaksın bunları, sen coğrafyayı bitirmemiş miydin? ‘’

‘’ TRT benden bir program istedi de, yararlanacağım kaynaklardan biri de bu ciltler,’’ dedim.

‘’Yav, olur mu? Sen bizim işimize müdahale ediyorsun. Öğretmen olmasam, TRT’ye program hazırlasam, demek senin yüzünden işsiz, aç kalacağım.’’

Açıkladım. ‘’İstersen sen de başvur TRT Genel Müdürlüğü’ne, bir öneri sun, kabul edileceğine eminim, otur,sen de yaz.’’

‘’ Pekii, kaç lira tuttu bu ciltler ?’’

‘’ 80 TL,’’ dedim.

‘’ Nee! Yav 8 kitap 80 TL olur mu, en azından 160 TL eder bunlar,’’

Kitapları paket yapan dükkan sahibi sahafın kulağına kar suyu kaçtı. Çekmecesinden bir defter çıkardı. Güya kitap ederlerini taradı. Yüzünde tuhaf bir kızarıklık, gözlerime bakamıyor.

‘’ Hoca haklı’’, dedi. ‘’ Kusura bakmayın, haggaten de fiyatı 160 TL bu ciltlerin. Size eksik söylemişim. Kıymetli bir eserdir . ’’

Geri dönemezdim. Almak zorunda kaldım. Bir dakika içinde yüzde yüz artmış olsa da fiyatı.

Ah sevgili arkadaşım (!) Fikret ah, beni ne denli maddi zarara uğrattığının ayırdında mısın?

İşgüzar ve şımarık.

……………

Ahmet Gön bir kitap sevdalısı...Benim de kim olduğumu biliyor. İstanbul'da sahaflardan bulduğu ucuz, uyduruk risaleleri göndererek benim kitaplığımı ''varsıllaştırmak'' için canla başla çalışıyor. Malum bir tarikatın neşriyatının mahsulleri bunlar. Kitaplığıma bile koymam. Birkaç kez de uyardım.

'' Ahmet, bunlar benim işime yarayan yayınlar değil, bir daha gönderme !''

Peki diyor, fakat risaleler,uyduruk kitaplar ardarda geliyor. Taşıma bedelini kim ödüyor? Elbet bu fakir. Şu giderek yaşanması zorlaşan pahalı ortamda bitmez tükenmez bir masraf kapısı. Kabul etmesem olmaz mı ? Olanağı yokmuş.

Cahil ve işgüzar...

..................

1978 Haziran...Fırat Üniversitesi'nde coğrafya asistanıyım. Birkaç kutu içinde Kapadokya diyapozitifleri götürmüşüm. Fakülte'de dia projektör aygıtı var. Elbet ilk tanışmada herkes özelliğini ortaya koyar. Daha doğrusu anlaşılır hobiniz, eğiliminiz, beğeniniz...

Arkadaşlar istediler bir slayt gösterisini. Yardım eden çıktı. Pek hevesli. Kültürel bir olay bu. Öyle kolay kolay yapılacak bir gösteri de değil. Fakat o da ne ?  Üzerine titrediğim,her birini özenle koruduğum, sanat değeri yüksek diye sakladığım  diyapozitifleri parmakları arasında tutup aygıta yerleştiriyor. Aman! Gitti gider o pahalı, binbir emekle, dağ bayır gezerek çektiğim filmler. Parmak izleri temizlenemez de.

İşgüzar...

..........................

Elazığ’da Kilis Kebap Salonu vardır. Nitelikli yemekleriyle ünlüdür. Kente gelen memur, denetmen önce orayı tanır.

Dersim yoktu. Kitapçıları taradaktan sonra öğlen vakti girdim. Birbuçuk Adana söyledim. Biraz bekledim. Kebabım gelmeden önce birden Dr Karaboran önde, tarih ve edebiyat bölümlerinin Erzurum’dan, Ankara’dan ders vermeğe gelen doçent ve profesörleri içeri girdiler. Karaboran’ın gözleri beni görünce ışıladı. Benim oturduğum masa boştu. Gelip yerleştiler. Herkes kebabını söyledi, bol bol maden suyu, soda, salata, üste künefe…Daha kredi kartı yok. Cüzdanımda ne kadar para kaldığını bilmiyorum. Olan paramı kitaplara vermiştim. Yemekler yendi. Garsonlar karanfil, kürdan, kolonya servisi yaptılar. Yüksek bahşiş umuduyla. Karaboran kulağıma eğildi : ‘’ Emrullah, hocaların hesabını biz bölüşeceğiz,’’ dedi. Yahu seninle birlikte geldiler, niye ben de ortak oluyorum. Ter bastı. Yanıt veremedim. Fakat, orada tartışacak mıyız ? Kuzu kuzu ödedik.

Saygısız ve işgüzar…

……………

1999 Ağustos TEMA Aladağ Kampı...Bolu-Seben arasında cennet parçası. Ormanların arasında bir haftalık eğitim...Gün boyu değişik etkinlikler, çevre gezileri...Akşam ne yapılıyor? Herkes bir marifetini gösteriyor. Ben de iki magazin diyapozitif götürmüşüm. Güneydoğu Anadolu: Doğa, kültür resimleri...Kim yardım edecek. Çukurova Üniversitesi'nden gelmiş bir Tarım Fakültesi asistanı genç , hevesli çıktı. Hazırlığımı yaptım. Gösteri başladı. Tüm çerçeveleri aygıta ters yerleştirmiş. Tek tek düzeltmek gerek. Seyredenlerin ilgisi dağılıyor, söylenenler çıkıyor. Madem bilmiyorsun bunu, niye ortaya çıkarsın bre delikanlı ! Bu mu yaptığın yardım ?

Cahil ve işgüzar...

..................

Şimdiki gibi bol bol AVM yok kentlerde. Elazığ Kolordu merkezi olduğu için subayların nitelikli yerlerden alışveri yapma olanağı vardı. Ordu Pazarı…Fakat, sivillere kapalı.

Dekan Prof Dr Orhan Acıpayamlı’nın odasına girdim. Kendisi yoktu. Dilekçemi verip çıkıyordum ki, baktım 4 adet Ordu Pazarı kartı duruyor masanın üstünde. Ben çıktım, Orhan Bey içeri girdi. Karaboran’ın odasına gidip durumu anlattım.

‘’ 4 tane kart var. Başkaları öğrenmeden,  ikimiz için hazırlatır mısın, ‘’ dedim.Bir de vesikalık fotografımı verdim. Kendisi de hazırladı resmini ; cüzdanından çıkardı.

Biliyordum ki, nezih yerlerde görünmeyi, pahalı ürünler almayı sever. Zaten yalnız aylığıyla geçinemez. Çukurova’daki ekeneklerinden  icar parası gelir, sürekli.

Girdi Dekan’ın odasına. Ben bekliyorum. On dakika sonra çıktı. Ben eline bakıyorum. Sadece kendisi için yaptırmış kartı. Yüzünde tuhaf bir sırıtma…

‘’ Orhan Bey, coğrafyacılar için bir tane ayrılabileceğini söyledi.’’ Resmimi bana uzattı. İçim cızzz etti. Bu adamla nasıl geçecek yıllarımız !

Ertesi gün Dekan Sekreteri Gönül Hanım’a sordum. Benim adım hiç geçmemiş. Yalnız kendisi için istemiş kartı.

İşgüzar ,bencil ve saygısız…

……………

Kayseri’den otobüse bindim Samsun’a gidiyorum. Oradan Giresun’a geçeceğim. Doçent adaylarının sınavını yapacağız.

Otobüs Sıvas’tan sonra Tokat’ta durdu. Kısa bir süre tanındı. İndim, Cumhuriyet aldım. Oraya değin yanımda oturan sakallı bir genç ters ters baktı, homurdandı. Ne dediği anlaşılmıyordu. Oturmadı koltuğa, yürüdü,  indi  otobüsten. Biraz sonra sivil giyimli de olsa polis oldukları belli iki kişi girdi otobüse. Bana doğru geldiler.

‘’ Kimliğini çıkart!’’ dedi birisi,sesinin tınısı sert, metalik. Digerinin eli, belindeki tabancada.

Gösterdim kimliğimi. Dikkatle inceledi. Önüne, arkasına. Tekrar tekrar baktı. Fotografını çekti.

‘’ Nedir, ne oluyor?  O sakallı herif mi ihbar etti beni ? ‘’ dedim.

‘’ Vatandaş için herif diyemezsin,’’ dedi o tabancalı polis.

‘’ İyi , demeyelim de, o herif beni ihbar etme,  rahatsız etme hakkını kendinde görüyor’’ dedim.

‘’ Yorum yok,’’ dedi kimliğimi inceleyen polis.

Ne özür dileme, ne bir şey. Kaşları çatık, inip gittiler. Düş kırıklığı yaşadıkları belli oluyor. Umdukları çıkmadı. İyi bir av yakalasaydılar ödül de ona göre yüksek olacaktı.

Otobüs yolcuları o andan sonra bana kuşkuyla bakmağa başladılar.

O sakallı ‘’herif’’ otobüse binmedi. Ne oldu, nereye gitti, bilmiyorum.

Cahil ve işgüzar…

……………

Fırat Üniversitesi’nde ilk günlerimiz.

Öğretim elemanı sayılsak da bölümün adı var, öğrencisi yok. Ders de vermiyoruz. Hafta içi bir hayhuyla geçiyor da, cumartesi,pazar ne yapmalı?

Yalnız benim arabam var. Dekanımız Osman Ersoy duyurdu. Çevredeki bir köye gezi yapalım. Peki. Nereye ? Gurbet Mezrasına.

Duyunca , hemen, Hilmi Karaboran da katılmak istedi. Gelme diyemeyiz ya.

Adnan, Karaboran, Dekan Bey…Dört kişiyiz arabada. Elazığ’dan çıktık. Dağların yamacından , tozlu topraklı, çakıllı yollardan yukarılara çıktık. Arabada hep Karaboran konuştu. Osman Bey burnundan soluyor, ama bir şey de diyemiyor.

Vardık İlyas Bey’in evinin önünde durduk. Konuksever insanlar. Çevredeki evlerden de gelenler oldu. Hanedan ailenin konuk odası doldu. Merak etmişlerdit Dekan nasıl bir şey? Orda da yine Karaboran konuşuyor. Kimse ‘’pırasa’’ diyemiyor.

120 kiloluk vücudu ele veriyor iştahını. Karaboran bu. Köylere ayran içmeğe gider, adı ‘’coğrafi etüd’’ olur. İki saatlik geziyi dört saat anlatır. O da sanır ki, herkes inandı yapılanın ‘’etüd’’ olduğunu.

Sedirde kıvranıyor Fildoktor Karaboran. 120 kiloluk koca gövdesiyle. Çaylar geldi. Ardarda içti. Biz bir bardağı bitirmeden O, ikinciyi, üçüncüyü yuvarladı. Bir şey söyleyecek, fakat uygun zamanı bulamıyor sanki.

Sonunda, Dekan Osman Bey’i hop oturtup hop kaldırtacak sözünü söyledi.

‘’ Osman Bey Hocama bi ayran içirsek !’’

İşgüzar ve görgü yoksulu…

……………

Kütahya’da geziyorum. İç Batı Anadolu için bir yaz dinlencesinde 10 gün ayırmışım.

Kütahya denince akla elbet çiniler gelir.

Alnı tümüyle çinilerle kaplı tarihi vilayet konağının birkaç resmini çektim.

Takkeli bir adam  bana baktı baktı, sonra hızlı adımlarla gözden yitip gitti.

Seyrediyorum yapıyı. Etkileyici bir görünümü var. Üniformalı iki polis geldi, koluma girdi. Anladım, o takkeli resim çektiğimi gördü, gidip ihbar etti. Belki de para ödülü umuyor.

‘’ Ben öğretim üyesiyim. Ne oldu ?’’ dedim.

İkisi de suskun. Sıkı sıkı tutuyorlar. Sanki kaçmak istiyorum da önlüyorlar.

‘’ Anarşist miyim ben ? ‘’ dedim.

‘’ Ukalalığın lüzumu yok.’’ dedi biri.

‘’Müsaade edin, kimliğimi göstereyim.’’

Kollarımdan çıktılar karşıma geçtiler. Verdiğim kimliğimin önüne, arkasına baktılar.

‘’Neden resmini çektin o binanın ?’’

‘’ Çiniliydi, o nedenle,’’ dedim.

‘’ Ne yapacaksın onları?’’

‘’ İç Batı Anadolu’yu anlatırken derslerimde öğrencilerime göstereceğim.’’

‘’ …………………’’

‘’ Yasak mı var ?’’

‘’ Ukalalığın lüzümu yok,’’ dedi yine. Demek, seviyor bu lafı.

‘’ Ben Nevşehirliyim. Memleketinize gelen yerli, yabancı turistlere böyle davranacaksanız, Kütahya’ya bir daha kimse gelmez. En iyisi siz tayininizi Nevşehir’e çıkartın da, turizm nedir, öğrenin, turiste nasıl davranılır; görün ! !’’

Bir şey demeden çekip gittiler. İyi ki, bir makinamın içindeki filmi, bir diger kameradaki bellek kartını almadılar.

O takkeli var ya, o ihbar etmiş olmalı.

Cahil ve işgüzar…

…………………