ZENGİN OLMAK, ŞİŞMANLIK, SICAK HAVA
Ürgüp’ün Cumartesi pazarında geziyorum.
Ağustos’un sıcağı daha sabahtan insanı bunaltıyor.
Bereket, geniş geniş tenteler var da, gölge yapıyorlar.
Elimde fotoğraf makinesi; satıcıların, meyve sebze yığınlarının resmini çekiyorum.
Daha iyi nasıl resim elde edebilirim; araştırırken ter döküyorum.
Bir kavun satıcısı yaşlı amca beni izliyormuş.
“ Sıcak, değil mi?” dedi.” Amma, sıcaktan, şişmanlıktan, zenginlikten zarar gelmez.”
Onun da resmini çektim.
Gülümsedim. Bu üç şeyi aklımda tutarak, resim çekmeyi sürdürdüm.
Osman Aydoğan öğretmeni, oğlunun çalıştırdığı kitapçı dükkanında buldum.
En çok satışlar pazar kurulan cumartesi günleri oluyormuş.
Oğlu Mustafa bağa gidince, satış kendisine kalmış.
Merhaba diyerek vardım, terimi mendille silerek oturdum.
Yandaki çayevine seslendi, biraz sonra iki çay geldi.
Karşılıklı içerken çaylarımızı, pazar yerindeki dedenin söylediklerini aktardım.
Güldü.
“ Yaşlı köylü haklı,” dedi. “ Çünkü, dağ insanı yaz gelir geçer sırtım kızmadı-ısınmadı-der.
Ağustos sıcağında göyneğinin üstüne yün kazağını, sakısını-ceket- giyer. Şalvarını, pantalonunun altında da uzun don vardır. Ayağında yün çorap. Hep soğuktan korkar. Yaylanın ayazında buymak istemez. Şişmanlığa gelince, yıl boyu çalış çabala, hiç et tutmaz. Kupkuru kemiktir. Köylü, bir kasabaya geldiği zaman şöyle akça pakça,memur hanımlarına, etlice hatunlara nasıl imrenerek bakar, bilirsin; gözlemişsindir. Zenginlik dersen o da öyle. Ömür boyu iki yakasını bir araya getiremeyen köylü netsin, neylesin. Saflığından, herkesin alınteriyle zenginleştiğini sanır. Onun için, kentlerdeki zenginlere hem saygı duyar, hem de onlardan korkar.”