ALİ YÜCE HATAY TOPRAĞININ YİĞİT OZANI

bindim mikelanj uçağına

ekmeğime  sürdüm gökyüzünü

akdeniz'i bardağıma doldurdum

kafayı çektim sonra

giydirip kuşattım güzel türkçemi

saçlarını taradım ördüm

koluma taktım şiirlerimi

palermo'ya gezmeye götürdüm

 

en acı gurbetin

dil gurbeti olduğunu

palermo'ya inince anladım

kimseler görmüyordu

burkulmuş yüreğimin

dilim dilim olduğunu

kimseler bilmiyordu

başımda bir karasevda

ağzımda acılardan

tutulmuş bir dilim olduğunu

indim mikelanj uçağından

şiirimin toprağına ayak bastım

toprak mutlu ben mutlu

züğürt görünmeme bakmayın siz

ben aslında dünyanın

büyük zenginlerinden biriyim

biraz remzi inanç'ım ben

biraz mustafa ekmekçi'yim

gülmektir güldürmektir

sevmektir en büyük servetim

( 1994)

" Şiirimin toprağı halk toprağıdır. yerel ve ulusal kültürden mayalanmayan sanat, evrensele ulaşamaz bence. halk kültürü , içine hiç yabancı madde karışmamış, som bir kültürdür. bebekler için anne sütü ne ise, sanat ve sanatçı için de ulusal kültür odur. bu kültürü, bu anne sütünü emmeden ortaya konan ürünler, kötü birer öykünmeden öteye gidemez bence. evrensellik rütbesini kazanmış büyük yapıtların hamurunda ulusal kültürün mayası vardır. Şiirimi halk kültüründen mayaladığıma göre bu da doğaldır elbet. Halk ne söylerse dosdoğru, apaçık söyler. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Şiirimin her katmandan, her kültür düzeyinden kolayca okuyup anlayabilsinler, tad alabilsinler istiyorum. Sanatı bir sirk cambazlığı, bir sözcük akrobatlığı, bilinçaltı koridorlarında saklambaç oynamak olarak görmüyorum. Bir gramcık estetik tad için okura cebir denklemi çözdürmenin ona saygısızlık olacağını düşünüyorum. Kimilerinin şiirde kapalılığı seçmelerinin nedenini ülkemin ve dünyanın en büyük ozanı Nazım Hikmet dobra dobra, apaçık söylemiştir."

Ali Yüce 1928'de Hatay Yayladağ Hisarcık'ta doğdu. Yoksul, çok çocuklu rençber bir ailenin çocuğu...Atatürk'ün kurtardığı bölgede geç de olsa ilkokulu okuma olanağına kavuştu. Fransız yönetimi medreseleri destekliyordu ve Ali de "molla" olma yolundaydı. Türk yönetimi artık Ankara'dan buyruk alıyordu ve Kemalist eğitim Hatay'da okullar açıyor, cumhuriyet kendi çocuğunu, gencini eğitiyordu. Ali, eğitimi bir misyonerlik gibi algılamış cumhuriyet öğretmenlerinden ders aldı ve onları hiç unutmadı. 1946’da ilkokulu bitirdi.

biz çocuktuk

hoca yanında okurken

bir hasır parçasının üstüne

besmeleyle diz çökerdik

öne arkaya sallanarak

duamızı ezberlerdik

bizim zamanımızda dünya

bir öküzün boynuzunda dururdu

boynuzları yoruldukça

kımıldadıkça öküz

büyük depremler olurdu

herkes ölür biz kurtulurduk

biz hoca yanında okurken

umut yerdik acıkınca

susayınca umut içerdik

sıkıldıkça bu dünyadan

hoca önde biz arkada

öte dünyaya pikniğe giderdik

Düziçi Köy Enstitüsü'nü 1951’de bitirdikten sonra Ali Yüce, Hatay'ın köylerinde, beldelerinde 10 yıl öğretmenlik yaparken ingilizce öğrendi. Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsü'nün sınavlarını dışardan vererek İngilizce öğretmeni oldu. 1961'de Antakya Ticaret Lisesi'ne atandı. 1977’de emekliye ayrıldı.

Yüce'nin ilk şiirleri 1956'da Yücel dergisinde yayımlandı. Toplum gerçeklerini etkili bir eğleni anlatımı ve 2.Yeni tekniğiyle veren, gerçekçi anlayışa bağlı kalan  ozanın ilk kitabı 1975'te çıktı: Şiirin dili,yapısı, işlevi. Özellikle 70'li yıllarda şaşırtıcı buluşlar ve ince yergi ögeleri, pek değişik imgelerle donanan şiirler yazdı. İlk kitabı Antakya'da verdiği bir konferansın metnidir ve Antakya'da küçük bir "risale" oylumunda basılmıştır. Ozan, burada, şiir anlayışını dile getirmektedir. 1976 Yüce için verimli geçti. Özyaşam öyküsünün  (otobiyografik) bir roman gibi anlatıldığı Şeytanistan ve şiir kitabı olan Boyundan utan darağacı o yıl yayımlandı.

“ Ben Şeytanistan’a roman gözüyle bakmıyorum. “Kimlik cüzdanım” diyorum ona. Yalnız biraz uzuncadır, o kadar.Bir imza gününde, okurun biri “Üç yüz yirmi sayfalık kimlik cüzdanı” demişti” (Yanıtlarıyla Söyleşiler.Mustafa Pala.Yaba yay. 131-139 ss. 1993.Ankara ).

ben çocuk olsaydım eğer

kav çakmak satardım bulut amcalara.

pamuk şekeri alırdım yerine

patlamış mısır alırdım bulut amcalardan

 

ben çiçek olsaydım eğer

hiç saksı giymezdim ayağıma

ödünç kanat alırdım güvercin teyzemden

üstünüze barış uçardım

 

ben ırmak olsaydım eğer

altıma saklamazdım ayaklarımı

öyle yaklaşmazdım denize

düşmana yaklaşır gibi sürüne sürüne

 

ben tüfek olsaydım eğer

patlamazdım kimsenin üzerine

bir tüfekliğimden utanırdım

bir de eğri parmağından insan amcaların.

"Sözüm sanadır ey insan, uygarlığa değil. Bugün uygarlık ağacının meyvesi öyle bol ki, dalları kaldıramıyor...Ancak bu meyveleri eli uzunlar toplayabiliyor...Uygarlık ürünlerinin uygarca ve insanca paylaşıldığını söyleyebilir miyiz? Kimi varsıl ülkelerin yoksullara, gelişmemişlere yaptıkları sözde yardımların arkasında ne hinoğlu hinliklerin, ne tuzakların bulunduğunu bilmeyen var mı? Zaten "yardım"ın kendisi insan onurunu inciticidir. Bir de bu yardımı o ülke yöneticilerini söz dinler durumda tutmak, o ülkenin egemenlik haklarına el koymak amacıyla yaparsanız, buna yardım değil kölelik zinciri denir."

silkeledim yamalı bayrakları

gözyaşların döküldü çöle

senindir bu soyulmuş toprak

bu sarılmamış yara senin

görür görmez tanıdım

binlerce yıl uzaktan

 

ırgaladım kuru ağaçları

yanmış güvercinler döküldü

yetim çocukların eteğine

bizimdir bu ısırgan

bu barbar uygarlık

bu yazılmamış roman senin

okudum satır satır

sözcük sözcük ağladım

" İşte böyle bir dünyada yaşayan sanatçı, çevresinde yaşanan acıları, kıyımları ve yıkımları görmezlikten gelerek mutluluk türküleri söyleyemez, söylemelidir. Hayvanlar, bitkiler bile çevrelerine ilgisiz değildir. Sanatçı ne hayvan ne bitkidir. O, yakın çevresinden başlayarak, ezilenlerin, horlananların, kısacası çağının milletvekilidir. Ona bu görevi kimse vermemiş, doğuştan getirmiştir."

“ Şiir sadece bir gereklilik değil, çağdaş toplumumuzun en devrimci ilkelerinden biri; insanı, onun ruhunu ve sonunda temel değişimleri öğrenmenin en etkin aracıdır. İnsanlığın teknik gelişimi son on yılda gerçekten fantastik bir boyuta ulaştı. Hemen en yakınımızdaki gelecek on yılda, şu sigarayı altına çevirebilmemiz olanağını sağlayacak olan araçların buyruğumuz altında olabileceğini varsayabiliriz. Fakat yine de insan ruhunu değiştirmenin sigarayı altına çevirmekten çok daha güç ve karmaşık olduğuna inanıyorum ben.”

* Benim şiirimde geleneksel halk sanatından gelen tekerleme tekniği vardır. Ama bütün şiirimi kaplar mı bu? Bunun dışında kalanları nereye koyacağım? Baştan beri şunu amaçlıyorum. Yazdıklarımı halk apaçık , eksiksiz anlasın. Burada bir tutanak ya da yazanaktaki anlaşılmayı demek istemiyorum elbet. Estetik bir tadlandırma işleminden geçirilmiş gerçeklerin algılanmasını umuyorum. Bunun için şiirlerimi geleneksel halk ekininden mayalıyorum. Yalnız mayalamakla yinelemeyi, eskiyi hortlatmayı birbirine karıştırmamak gerektir.”

ben ozan milleti

kanlı el öpmedim hiç

yemedim bir lokma kirli ekmek

bir damla eğri su içmedim

ekinle yeşerdim üşüdüm

toprakla yandım oğul

 

dünyanın bir ucunda

bir damla kan dökülse

baba diye ağlasa bir çocuk

herkesten önce duyar ozan

acılara batar şiiri

çığlık akar dizelerinden

 

ben ozan milleti

bütün acılar acımdır

yaramdır bütün yaralar

güldüm bütün yüzlerde

bütün gözlerde ağladım

 

Ali Yüce bir Türkçe sevdalısıdır. Doğudan olduğu kadar, batıdan alınan sözcükler de Onu rahatsız etmektedir. " Dil bahçemde yaban otları/ Arapça Farsça sözcükler/ Bana da batıyor gülüm/ Ben de kanıyorum Türkçemle birlikte/ Hadi bakalım şiir trafikçileri/ Karnemi zayıflarla doldurun/ Kına yakın gerçekötesine/ Şiirötesine anlamötesine/ Madalya takın madalya/ Kekeme kalemlerin göğsüne" Dil Savaşları şiirinde bu tedirginliğini vurgular.

başka kimseye değil

sana sesleniyorum

sevgili güzel dilim

biraz beri gel hele

bak sana ne diyeceğim

aç kulağını da dinle

 

o sözcükler var ya

fesli sarıklı agelli

kara çarşaflı sözcükler

anaları arap babaları fars

osmanlıca sözcükler

tut kulaklarından at dışarı

geldikleri yere gitsinler

 

selam sana türkçem

sevgiler sevdalar sana

güzeller güzeli dilim

türkülerimin anası

toprağım ekinim uygarlığım

dört mevsim şiir açan çiçeğim

sensiz sılam gurbet olur

üzülür cumhuriyetim

 

o sözcükler var ya

batıdan doğudan gelmişler

salyangoz gibi sümüklü

yengeç gibi eğri büğrü sözcükler

hava karadıktan sonra

yamyassı bir dünyada

küresel halt yemişler

tut kulaklarından at dışarı

geldikleri yere avdet etsinler

Ali Yüce'nin şiirinde yergi doruktadır. "Bumbar" şiirinde bu özellik belirgindir. Burada bir şölende insan davranışlarını irdelemektedir ozanımız.” Mizah. Çelişkilerin keskin olduğu topraklarda boy verir. Bu bakımdan ülkemize mizahın anayurdu desek yeridir. Ülkemizde dünya ölçüsünde büyük mizah ustalarının yetişmesi bir rastlantı değildir. Bunca büyük mizah ustaları varken, benim şiirimdeki bir mizah kılcal damarından söz etmeğe değer mi, bilmem.”

soframız hazır efendim

lütfen salona  buyurun

siz şuraya onur verin

siz de şöyle buyurun

konuk gibi davranmayın

hadi lütfen buyurun

buyur istemez efendim

ev bizim ekmek bizim

lütfen önce siz buyurun

ah ne hoş beyiniz var

ha ha ha/ ki ki ki

bağışlayın efendim

biraz şakacı bizimki

bardaklar havaya

hoş geldiniz tıkk

tanışmamız onuruna

güzelliğinize tıkk

what a lovely beyiniz var

ha ha ha/ki ki ki

bağışlayın efendim

biraz çapkın bizimki

 

altın kaşık gümüş tabak

kadın erkek şıngır mıngır

ay ne güzel yaşamak

soda viski şampanya

demokrasimiz onuruna tıkk

tavuk piliç ızgara şiş

ay bu bumbar ne güzel pişmiş

elinize sağlık ceyda'nım

hiç yemedik böylesini

what do you say miss mary

süheyla'nım ne dersiniz

 

kuzu balık pirzola şiş

ah bu demokrasi ne güzel pişmiş

hiç yemedik böylesini

hadi biraz daha buyurun

nişanlınız beğenmedi

bari siz buyurun ha ha

şundan da buyurun ki ki

bundan da buyurun ha ha

ay vallahi gücenirim

şundan da buyurun

 

bardaklar havaya tıkk

bumbarınız onuruna tıkk

kadın kız bayat taze

esmer kumral sarışın pembe

şıngır mıngır şık

ay ne tatlı kızınız var

ha ha ha / ki ki ki

bağışlayın efendim

biraz mayhoş bizimki

Birbirlerine madalya veren, toplantılarda birbirlerine "al gülüm, ver gülüm" övgüler dizenler de Yüce'nin kaleminden kurtulamıyor. O, çağdaş hiciv ustası bir "Şair Eşref"tir...

iki bilgisiz bilgin

yaldızlı diploma verdiler

cüppe giydirdiler birbirlerine

bir köpek kalın sesini

lata gibi yuvarladı

karanlıkların içine

 

iki görgüsüz sömürgen

anıt diktiler birbirlerine

arya söyledi bir soprano

kılcal sesli bir kedi

eğri büğrü miyavladı

gezegenden gezegene

 

iki sevgisiz egemen

altın madalya taktılar

çiçek verdiler birbirlerine

madalyalar karardı bozardı

saçlarını yoldu çiçekler

hıçkıra hıçkıra ağladı

 

iki şanlı bezirgan

ekmeği kanlı bezirgan

demokrasi sattılar birbirlerine

şeytana hile sattılar

savaş sattılar halklara

yoksulluk ölüm sattılar

ilk insandan son insana

bir kurukafa kaldı (1992)

" Dünya insanının bir kesimi açlıkla, yoksulluk ve ölümle boğuşurken, çocuklar kediler gibi sokaklarda ölürken, geri kalmış ülke halklarını sömürerek varsıllaşmış kimi ülkeler en büyük yatırımı silah üretimine ve tecimine yapmaktadırlar. İnsan yaratımı olan uygarlık, insana karşı olmamalıdır. Uygarlık can almaz, kan dökmez. kan döken, can alan uygarlığa uygarlık denmez, ille denecekse barbar uygarlık denir. Bugün üçüncü dünya ülkelerinde, 450 milyon insan açlıkla boğuşmakta, her yıl 40 milyonu açlıktan ölmektedir. dünyada 800 milyon insan okumasız yazmasız, 120 milyon okul yaşına gelmiş çocuğa okul yoktur. (Cumhuriyet 4 ağustos 1994).

19 yıl önce Yüce, böyle yazmış. Sayıları 3 ile çarpmak gerekiyor. Ülkemizi, ateş çemberindeki Ortadoğu'yu düşünmek yeter. Duyarlı Ozanımızın insan kalbi, gönlünden geçenleri yazıya döktürüyor, şiire çeviriyor. Fakat bu şiir acı yüklü, ıstırap yüklüdür...

Emekli öğretmen Ali Yüce, Ankara'da yaşamaktadır bugün...Üretgen ozanımızın çok sayıda şiir kitabı çıktı: Halk çağı, Ortadoğu şiirleri, Şiir sıcağı, Antakya çarşıları, Şiir Tufanı, Taş tanrılar, Sevgim servetimdir, Asılacak kitap, Yunuslama, Havalı Meryem...Çocuk kitapları da var: Çocuklar insan tomurcukları, Anamı arıyorum, Uzaya giden uçurtma...Ödülleri de var: Milliyet Roman Yarışmasında mansiyon, Nevzat Üstün şiir Ödülü, Yeditepe Şiir Ödülü, TDK Şiir Ödülü, Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü, Akdeniz Şiir Ödülü (İtalya).

Dilimin uygarlığıdır şiir

Sevmek gönlümün uygarlığı

Nice öldürseniz ölmem

Çiçekli ve kuşlu bir havada

Toprağa kahkaha dolmuşum

Senin saçların sağanak

Gözlerin deli

Dünya kuruldu kurulalı

İlk sevişimdir bu benim

Ağaçların dallarında

Göz göz oluşumdan belli.

 

Ali Yüce’nin Türk şiirindeki yeri nedir? Soruyu kendisi yanıtlıyor : “ Bana ayrılmış, numaralı özel bir yer yok Türk şiirinde. Bütün yerler ayrılmış. Ta arkalarda bir yerde, şöyle bir kenardan bakarım. Eksik olmasınlar, Türk şiirinde bana yer verenler de var, kenardan bakmama bile ruhsat vermeyenler de var. Ben korsan ozan mıyım ne?”

***