DESTANCI , AĞITÇI

Dr Emrullah Güney

 

Destan nedir?

Destan bir uzun öyküdür.

Kahramanların olağanüstü serüvenlerinii, yiğitliklerini coşkulu bir anlatımla dillendirir. Genellikle koşuk biçimindedir.

Destan söylemek bir gelenektir Türk töresinde.

Halk ozanları söyler, kopuz çalar, insanlar toplanır çevrelerine, dinlerler.

Edebiyatın en eski türlerinden biri olan destan töre ve geleneklerin kuşaktan kuşağa geçmesini sağlamıştır. Göçer-konar topluluklarda kağıdın, kalemin yeri yoktur. Fakat sözün, anlatının yeri vardır ve önemlidir. İşitilen, belleğe kaydedilen bir türkü dağlar aşar, beller geçer ve göçerin konduğu yere değin, değişse de oradakilere ulaştırılmış olur.

Yaratılış destanı, adından belli Türk ulusu nasıl ortaya çıkmıştır, onu anlatır.

İsa'dan Önce VII. Yüzyılda yaşamış Türk Kağanı Alp Er Tunga hem destan, hem bir ağıttır. Bu destan iki yerde anılır:

1. Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'de

2. Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lugat't Türk 'te.

Oğuz Kağan Destanı da ünlüdür. Oğuz Türklerinin atası kabul edilen Oğuz Kağan'ın doğumu, yiğitliği, dünyadan göçüp gitmeden önce ülkesini oğulları arasında paylaştırma konularını işler.

Dede Korkut öyküleri de destandır. Oğuz boylarının destan geleneğinin bilinen örneğidir.

Bozkurt Destanı Göktürklerin bir bozkurttan türeyişini dillendirir.

Ergenekon Destanı büyük bir avaşta soyları kırıma uğrayan Göktürk'lerin Ergenekon'a sığınmalarını ve çoğalınca da demirden bir dağı eriterek buradan dışarı çıkmalarını dillendirir.

Kırgız Türklerinin Manas Destanı vardır. Burada tarihlerini, geleneklerini, dinsel inançlarını ve komşu uluslarla savaşları, utkuları dillendirir.

Türklerin Anadolu'yu yurt tutmaları üzerine destanlar çeşitlilik kazanmıştır.

Battalname'de Türk-Bizans savaşları, Emevi kumandan Battal Gazi öznesiyle işlenmiştir. Ozanılar,Onu bir Arap olarak değil, küffara karşı savaşan bir İslam akıncısı olarak düşünüp destanlaştırmışlardır.

Danişmend Gazi Destanı da benzer ögeler taşır.

...........................

Ağıt, bir ölünün ya da acı bir olayın ardından söylenen ezgili şiirlerdir. Acılı halk türküleridir.

Savaş, yıkım, kıtlık, salgın sayrılık...Ölüm ve acı getiren olaylar...

Türkler ölülerinin ardından yuğ adıyla tören düzenler; sagular söylerdi.

Günümüzde ağıt yakma geleneği zayıflasa da sürmektedir. Çukurova ağıtları özgündür. Erkekler de ağıt söyler, fakat asıl yakım kadınlarca yapılır. Ağıtçı kadınlar sırayla ağıt yakarlar. Ağıt söyleyecek kadının önüne ölenin giysilerinin olduğu bohça konur. Cepken, başlık, yemeni...Ağıtını bunlar üzerinden yürütür, ağıtı bitince giysileri yanındaki kadının önüne koyar.

Ağıtlar dilden dile, kulaktan kulağa yüzyıllar boyunca yayılmıştır.

Varsıl bir sözlü ağıt birikimi ortaya çıkmış; derleyiciler bunları kaydedip yazıya geçirmiştir.

Ağıtta ölen kişinin yiğitliği, güzelliği, cömertliği, anıları dillendirilir. Uyaklı olması halinde bu ağıtlar çabucak çevreye yayılır.

Birçok ağıtın değişik söylenişi ortaya çıkar. Ozanlar, saz şairleri bunları çalar, söyler.

Ağıt konuları yaşamın tüm evrelerini kapsayacak ölçüde geniş, sonsuzdur .

- Depremler, yangınlar, sel baskınları,

-Aşiret savaşlarında ölen yiğitler,

-Baba evinden ayrılan gelin,

-Mal bölüşme, tarla üleşme kavgaları,

-Kız kaçırma, sevda konuları,

Türk halk edebiyatında ağıtlar, genelde önceden hazırlanmaksızın, doğaçlama  söylenen şiirlerdir. Şairi bilinmediğinden bunlar anomim özellik gösterir.

Odasında terzi işler

  Küheylanı yeri dişler

     Ünü büyük Kozanoğlum

       Kürk giydirip at bağışlar.

Ayrıca ozanı belli olan ve bir ezgi eşliğinde doğaçlama olmayan  yazılı ağıtlar da vardır.

Çadırlar dağa kuruldu

Hücum borusu çalındı

Bir Sarıkamış uğruna

Doksan bin fidan kırıldı.

Ağıtlar genellikle dörder dizelik, sekizli ya da onbirli hece düzeniyle söylenir. Mani, türkü, koşma, semai gibi şiir türlerinin biçim ve söyleyiş özelliklerini yansıtan ağıtların Divan edebiyatındaki karşılığı mersiyedir.

Ağıt, Azerbaycan'da ağı olur. Kerkük Türkmen dlinde sazlamağ, Türkmenistan'ta tavs, tavsa'dır.

..........................

1950 sonları...

'' Hediyesi  yarım lira.''

Destancı emmi nereliydi? Tatlarin Köyünden olmalı. Acıgöl'dan aşağıda. Kızılırmak yönünde...

Nevşehir'de birkaç gazete çıkıyor. Basımevi var. Destancı emmi burada bastırıyor destanını. Çerçeve içinde, bazıları ak kağıt, bazıları sarımsı, göğümsü. Artık hangi kağıt varsa o günlerin piyasasında.

Destancı emminin torbasından çıkarıp okuduğu destanı, çevresine birikenler dinliyor, az da olsa alanlar da çıkıyor. Tırtıklı gümüş 50 kuruşla bir öğün yemek yenir, az para değil.

Adı destan ama, bazıları ağıt aslında.

Kore Savaşı sona ereli 5 yıl olsa da, hala, orada vuruşan askerlerimizin, subaylarımızın yiğitlikleri anlatılıyor. Filmler çekilmiş. Destancı amca da Kunuri Savaşı'nı destanında anlatıyor. Şehitlerimiz, vatan toprağından binlerce kilometre uzakta yatıyor. Dinleyenlerden ağlayanlar oluyor. Bir iki kendini bilmez çocuk ''laf atıyor'' ; hemen susturuluyor.

Destanlarda , yakımlarda başka hangi konular işleniyor ?

Kıbrıs: Yeşil Ada Türktür, Türk kalacaktır...Ya taksim ya ölüm !

Göre'de genç muallime Fethiye Hanım'a yakılan destan.

Göre'nin ağ pahlasına yakılan destan...

Sel baskınında boğulan ana oğul...

Kaynanasını boğarak öldüren  gelinin öyküsü.

Ağu içerek öz canına kıyan genç kıza ağıt...

Kızılırmak'ın alıp götürdüğü gelin alayı...

Kağnı devrilmesi sonucu ölen yaşlı çiftçiye ağıt.

Sınavda başarısız olunca öz canına kıyan liseli çocuğa ağıt.

Askerliğini bitirip sılasına dönen gencin trafik kazasında ölmesi üzerine yakılan ağıt.

Köy kahvesinde bir tartışmada bıçaklanarak öldürülen Osman'a yakılan ağıt.

Çakıllı köyü imamının tabancayla vurup öldürdüğü gence yakılan ağıt.

Asılan Sait'e yakılan ağıt.

Toroslarda kamyondan düşerek ölen iki Göreliye yakılan ağıt.

Öldürülen köy öğretmeni Murat'a yakılan ağıt.

Traktörün devrilmesi sonucu ölen gence yakılan ağıt.

Gurbete giden Almancıların sılada unuttuğu aileleri için yakılan ağıt.

Ekin içinde uyuyan köylünün biçerdöverin çiğnemesiyle ilgili ağıt.

.......................

Nevşehir'den ayrıldım, bir ders yılı destancı, ağıtçı emmiyi hiç görmedim. Fakat, destanını okurken sesinin yanıklığı kulaklarımdan hiç gitmedi.

Yaz dinlencesi için temmuz ayı başında  köyüme dönünce, bir gün, bir bahaneyle Nevşehir'e indim. Kalabalıkları araştırdım. Buldum da. Boynunda,Alman yapımı bir ses kayıt aygıtı asılıydı. Destanını, ağıtını belli ki, gür sesli birisi banta kaydetmişti. Kendi sesi çıkmıyordu anlaşılan. İçim parçalandı. Artık dinleyen eski kalabalıklar da yoktu. İnsanlar geçim derdindeydi. Kimsenin destana, ağıta önem verdiği yoktu. Emminin kırgınlığı, küskünlüğü hemen belli oluyordu.

Yerli aydınların önemsediği yoktu Destancı, Ağıtçı Emmi'yi.

Bir öğretmen, Valilikte bir Mülkiyeli, Belediye'de bir fen işleri teknisyeni, bir mühendis  bu basılı şiirleri alıp biriktirebilirdi. Hiç üzerinde durulmadı. Oysa onlar mektepli olmayan, alaylı bir naif ozanın ürünleriydi. Belki yazınsal -edebi değerleri düşüktü, olsun ; olayları şiirleştirmişti. Hiçbir şiir uydurma, düş ürünü bir olaya dayanmıyordu. Yaşanmış olaylardı işlenen , şiirleştirilenler.

Bir Türkçe-Edebiyat öğretmeni o emminin yazdıklarını toplasaydı...Okuluna götürüp Emmi'yi , dersliğe sokup, öğrencilerin karşısına çıkarsaydı, görüşme yapsaydı, öğrenciler geleneğimizde destan yaratma olgusunu canlı olarak öğrenselerdi ne iyi olurdu...

Geçti artık. Ne destancı, ağıtçı Tatlarinli  Emmi var ne de onun içten, sıcak, acı yakımları, ağıtları...

………………………….