İbn-i Haldun’a Göre Bir Devletin Çöküş Alametleri

Coğrafya Kaderdir″ Sözüyle Hepimizin Tanıdığı Sosyolojinin Babası: İbn-i Haldun

Bu yazıda İbn-i Haldun'un Devletin çöküşü, toplum anlayışı ve onun dönemine ışık tutan sosyolojik görüşleri incelenmiştir.

İbn-i Haldun kimdir?

Tunus’da doğan İbn-i Haldun’un asıl adı Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun’ü Hadrami (Abdurrahman İbn-i Hadun)’dir.

İbn-i Haldun 1332 yılında Tunus'ta dünyaya gelmiştir. Saygın ve önemli bir ailenin çocuğu olan İbn-i Haldun çocukluk ve gençlik çağlarında dönemin önemli hocalarından felsefe, tarih, matematik, hadis, fıkıh , edebiyat, tefsir olmak üzere hem ilim hem de din alanında dersler almıştır. Böylelikle tarihin önemli tarihçi, düşünür, sosyolog ve devlet adamlarından birisi olmuştur.

 Küçük yaşta Kur’an’ı ezberlemiş,17 yaşına kadar hadis, fıkıh, sarf ve nahiv, şiir, lugat, felsefe, kelam gibi ilimlerle uğraşmıştır. İbn-i Haldun’un genç yaşta başkatip olarak göreve atanması onun ilim öğrenme arzusunu daha da artırmış olup devlet adamı olması dolayısıyla, alimlerle uzun uzun ilmi tartışmalara girmiş ve bu onun zekasının keskinliğinin herkesçe tanınmasına vesile olmuştur.

Yaşamının büyük kısmında siyasete ilgili olan Haldun,1378 yılında yazmış olduğu ‶Mukaddime″ adlı eseriyle de hem kendi çağında hem de sonraki çağlarda bilim dünyasını etkilemiştir. Daha sonraları ‶Tarih″ adlı eserini yazarak hacdan dönüşte Mısır’a yerleşmiş ve orda ‶Kadıların Kadısı″ olmuştur. İbn-i Haldun  İslam düşüncesindeki yeri dogmadan uzak, realist bir bakış açısıyla toplumu ele almasından ve yönteminin deney ve gözleme dayanmasından kaynaklanmaktadır. Bu onun dinle ilgili olmasının yanında bilimsel bir zihniyete sahip olduğunu gösterir. Ona göre bilimsel gerçeğin kaynağı Tanrı’dır. Ancak evrensel yasaların kaynağına inanç meselesiyle değil deneysel yöntemlerle ulaşılır.

İbn-i Haldun ‘Mukaddime’ adlı eserinde şahıslar gibi devletlerin de tabii bir ömürlerinin olduğunu anlatır. Aynı şahıslar gibi devletlerin de ömürlerinin sonunda ihtiyarlık dönemine geldiğinden ve devletlerin geçirdiği aşamalardan bahseder. Kitabında bu aşamaları “Devletin geçirdiği aşamalar ve bu aşamalara göre devletin durumunda meydana gelen değişimler ve yine insanların ahlaklarının da devletin geçirdiği aşamalara bağlı olarak değişmesi” şeklinde ele alır.

Tarih tekerrürden ibarettir. Bugün, dünün bir benzeri, yarın da bugünün bir benzeridir.

Bütün bunlara rağmen insanoğlu neden ibret almaz diye sorulabilir. Bilmek yetmiyor. Bildiğini kabul etmeyi, kabul ettiğini uygulamalı. Bazen uygulamak da yetmiyor. Uygulamalar da hikmetle olmalıdır. Dünyalık menfaat ve çıkarına ters geldiği için, nefsinin hoşuna gitmediği için ibret alınmıyor.

Tarihten herkesin kendine göre ders alması gerekir ama devlet ve yapıların daha çok ders çıkarması gerekir. Devletlerin imkân ve olanakları fazla, yapacağı hata ve yanlışlar salt birkaç insanı değil, milyonarca insanı, bir bölgeyi hatta dünyanın gidişatını etkileyebiliyor.

İbn-i Haldun,  600 yıl önce söyledikleri ve yazdıklarıyla günümüzü aydınlatmaktadır.

İbn-i Haldun’a göre devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Buna kıyasla devletin geçirdiği aşamaları beşe ayırır. Bu 5 aşamanın üç ya da dört aşamanın o dönemde bir insanın yaklaşık ömrü olan 120 yılda tamamlandığını söyler. İbn-i Haldun’a göre bu süreçler bir toplumsal yasadır ve kişilerin iradesinden bağımsızdır.

Bu döngüyü sadece devletler için değil, bir hareket, cemaat, şirket, millet, aşiret ve farklı yapılar ile de kıyaslanabilir.

Bu 5 aşamaları şöyle açıklar.

Birinci aşama, fetih ve kuruluş aşamasıdır. Asabiyye bağlarının çok güçlü olduğu, hükümdarın bir lord ya da kraldan çok bir şef olduğu dönemdir.

İkinci aşama, hükümdar iktidarı tekeline almaya başlar. Bunun için kendisinin başa gelmesini sağlayan doğal dayanışmayı tasfiye etmeye başlar, onunla güç paylaşanları ortadan kaldırır, kan bağına dayalı dayanışma yerine doğrudan kendisine bağlı paralı asker ve bürokratlardan oluşan bir grup oluşturmaya başlar.

Üçüncü aşama, ekonomik refahın arttığı, kültürel unsurların geliştiği bir yükseliş ya da lüks ve debdebe aşamasıdır. Bu aşamada hükümdar kişisel gelirini artırmak, tebaasının vergilerini azaltarak devletin mali kaynaklarını artırmak ve yeniden düzenlemek, kentleri güzelleştirmek için uğraşır. Refah ve serbestlik devletin egemen iklimi haline gelir.

Dördüncü aşama, doyum, tatmin ve kendini beğenme aşamasıdır. İstikrar ve barışın egemen olduğu, yönetimde yenilikçi hiçbir girişimin olmadığı, eski yönetimlerin taklit edildiği ve bundan ayrılmanın devleti yıkacağına inanılan bir aşamadır. Hem yönetenler hem yönetilenler bu istikrar ve refahın ebediyen devam edeceğine inanırlar. Devlet kurucularının gücü ve başarılarına göre bu durum gerçekten de uzun sürebilir. Ancak bu aşama içinde farkına varılmadan gerileme ve çözülme başlamış ve devlet son aşaması olan sefahat ve israf aşamasına geçmektedir.

Beşinci ve son aşama, sefahat, israf ve çöküş aşamasıdır. Bu aşamada hükümdarın ekonomik ve toplumsal olayları kişisel arzularına göre yönetmeye çalışmasıyla, devlette iyileşmesi olanaklı olmayan hastalıklar ortaya çıkar. Hükümdarın lüksünü ve desteğini, satın almış olduğu ordu ve bürokrasinin desteğini sürdürebilmesi için vergileri artırması gerekir. Artan vergi oranları ekonomik faaliyetlerin azalmasına neden olur ve hükümdarın amacının tersine devlet gelirleri azalır. Yönetilenlerin devletten beklentileri zayıflar ve umutsuzluk yayılır. Ekonomik faaliyetler duraklar, insanlar uzun vadeli planlar yapamaz olurlar. Doğum hızı geriler, kalabalık kentlerde nüfus ve çevre sorunları ortaya çıkar. Devlet çözülmeye başlar…

Tarih ve günümüze bakıldığında İbn-i Haldun’un bu süreçleri belirlemede isabet ettiği görülmektedir. Bu süreçler 120 yıl değil de her devletin ömrüyle orantılı bir şekilde sürmektedir. Bir devletin yıkılışı 150-200 yıl sürerken, Osmanlı devletinin ömrü 600 yıl sürdü başka bir devletin toplam ömrü bu kadar sürmeyebiliyor.

Hükümdarların yanında tarihi iyi bilen, tarihten ders alabilen bilge insanlar olmalıdır. Tabi olması yetmiyor, hükümdarın da bu bilgelere güvenmeli ve tavsiyelerine kulak vermeli. Bu tür şahsiyetlerin olmaması ya da hükümdarların tavsiyelerine uymaması tarihi tekerrür ettiriyor.

Keşke okullarımızda tarih, salt bir bilgi değil, derinlemesine ve bir tarih şuuru verilebilseydi. Tarih derslerinde Osmanlı’nın yıkılış ve dağılma nedenleri kalıplaşmış birkaç başlıkta değil de çok daha detaylı anlatılsa, tahlil ve müzakere edilerek işlenseydi. Ki yeni nesil bir devleti yıkan, çökerten hastalıkların neler olduğunu bilsin ve ona göre tedbir alsın.

1335'li yıllarda yaşamış olan modern sosyoloji ve iktisadın öncülerinden kabul edilen İbn-i Haldun, devletin çöküyor olduğunu ortaya koyan göstergeleri yüzlerce yıl önce işte bu şekilde sıralamış.

Üzerinde düşünmemiz gerek soru şu:

Biz Türkiye olarak acaba hangi aşamadayız?

Allah bizlere hem kendi hem de bütün insanlığın hatalarından, tarihinden ders ve ibret almayı nasip eylesin İnşaAllah...

Tuncay Dalcı

Kaynakça:    İbn-i Haldun, Mukaddime