Tarih boyunca yakılan kitaplar kaç kütüphaneyi doldururdu acaba?
Yalnız yakmak da değil; ırmaklara atılanlar!
Cengiz Han'ın torunu Hülagü Han Bağdat'ı yerle bir eden , kütüphanelerdeki kitapları Dicle'ye attırıp ırmağın sularını mürekkepleştiren, oluşan set (baraj) yüzünden kentin birçok mahallesinin sular altında kalmasına yol açan barbar Moğol. Kağıdın, kitabın değerini biliyor muydu? Yaşamında bir önemi var mıydı? Bir kitap ne zorluklarla ortaya çıkarılır, bunun ayırdında mıydı? Bin kitap okuyan bir münevverin, filozofun belki ancak bir kitap yazabileceğini düşünebilir miydi? Basımevinin keşfine daha yüzyıllar varken, binbir zahmetle meydana getirilen elyazması minyatürlü bir kitabın değerini anlayabiliyor muydu?
Bu sorulara olumlu yanıt verilseydi ,
belki bugün dünya daha değişik bir dünya olurdu.
Maya uygarlığını Aztekler ortadan silip süpürdü. Aztek ve İnka uygarlıklarını da İspanyol konkistadorlar yoketti. Avupai, Asyai bir elifbaları, alfabeleri yoktu Orta ve Güney Amerika'da parlak uygarlık kurmuş olan ulusların. Fakat, kendilerine göre kayıt tutma bilgileri vardı. İspanyol fatihler, daha dillerini bile bilmeden , öğrenemeden tüm eserleri ortadan kaldırdılar. Altından yapılanları eriterek külçeye dönüştürdüler ki, paylaşmak kolay olsun. Zaten, altın olmayan kayıtların da hiçbir değeri yoktu cahil çapulcuların gözünde, yoketmede hiçbir sakınca görmediler. Belki o bilgiler ortadan kaldırılmasaydı insanlık, günümüzde çözümleyemediği birçok sorunu, önleyemediği birçok sayrılığı taa o zamandan bilecek ve önlemini alacak, dermanını bulacak, sayrıyı sağaltacaktı...
Öğrenciler kitap yakar mı?
Nasıl olsa artık, okul bitiyor, mezun oldum diyerekten
kitap yakan öğrenci hoş görülebilir mi?
60'lı yıllardan bir anı canlanıyor gözümde...
Girişi uzattık. Kitap yakmak denilince benim belleğimde Kozaklı'nın bir köyünden Nureddin geliyor. Lisenin müdürü olan Hüseyin Sağdıç aynı zamanda tarih dersimize giriyordu. Dikkat edilirse "öğretmenimizdi" demedim; "giriyordu" dedim. Diyelim Osmanlı toprak düzeni ele alınacak; has nedir, timar nedir, zeamet nedir; bunları anlatmak zahmetine katlanmazdı. Yeniçeri Ocağının kaynağı nedir, Kapıkulu ne anlama gelir; açıklamazdı. " Şu konuya çalışın, gelecek hafta yazılı var," der, Müdür odasına kaçardı. Sonuçta biz, Tarih konularını dergilerden öğrenmek zorunda kalmışızdır.
Gelelim Nureddin arkadaşa...Takmıştı Ona Müdür Sağdıç (Halaoğlu idi lakabı). Bütünlemeye kalmıştı arkadaş. Ağustos sonlarında 1964'te, bütünleme sınavını ,neden bilmem, Erkek Sanat Enstitüsü'nden gelen bir öğretmen yaptı. Nureddin geçer not aldı. Aynı gün sonucu öğrendi, çünkü bütünleme sınavında Tarih'ten kalmış tek öğrenciydi. Lise bitiyordu,fakat içinde derin bir hınç, önleyemediği bir öfke vardı. Burnundan soluyordu. " Oğlum, rahatla artık; lise bitti ya, sen ona bak," Hayır. Bir sigara yaktı, nasıl olsa Müdür artık onu "Disiplin"e de veremezdi, çünkü Lise Öğrencisi olmaktan çıkmıştı. Tam Müdür odasının karşısına geçti. Baktı,Sağdıç Hoca orada durup dışarıya bakıyor. Emin Oktay'ın Tarih kitabını parçaladı. Çakmağını çıkardı bölüm bölüm yaktı. O kavuklu sadrazamlar, yeniçeriler, Nizam-ı Cedit, Sekban-ı Cedit, Asakir'i Mansure-i Muhammediye, o koca sakallı Osmanlı padişahları, hiçbir zaman süre yetmediği için işlenemeyen 1. Dünya Savaşı'nın Osmanlı fesi giymiş Alman Paşaları (von Der Golç, Liman von Sanders) yanıp kül oldular kitabın sayfalarında ...
Nureddin, kitap sayfaları yanarken Müdür Sağdıç, sanki kendisini duyacakmış gibi bağırıyordu: " Yerin dibine batsın senin tarih bilgin de, kifayetsiz öğretmenliğin de,
seçtiğin , bizi tarihten nefret ettiren berbat Emin Oktay kitabı daa!"
Ürgüp, 11 Ağust 2016