Mücahit ve Adanmış bir Mümin
HASAN EL-BENNÂ
Tarihin hiçbir döneminde akil insan eksik olamamıştır. Bunlar kimi zaman Allah’ın gönderdiği peygamberlerden, kimi zaman da onların yetiştirdiği insanlardan olmuştur.
Bedevi bir toplumdan medeni bir toplum inşa eden Son Nebi’den sonra da dünya-ahiret dengesini birlikte yürüten birbirinden değerli insanlar hep olagelmiştir.
Bunlardan bir de 14 Ekim 1906’da Mısır’da doğup, 12 Şubat 1949’da şehit edilen Hasan el-Benna’dır.
Hasan el-Bennâ, genç yaşta babasının da yönlendirmesiyle dinî konulara ilgi duymaya başladı. Babası, 1923'te Kahire'de dinî ve toplumsal konularda geleneksel eğitim veren Dârülulûm adlı öğretmen okuluna kaydetti. Mezuniyetinin ardından Arapça öğretmeni olarak Süveyş Kanalı yakınındaki İsmâiliye şehrindeki ilkokula atandı.
İngilizlerin ülkedeki ekonomik ve askerî varlığı açısından büyük önem taşıyan bu kentte, Müslümanları derinden sarsan İngilizlerin düzenbazlıklarına şahit oldu. Bu ve bunun gibi yanlışlıkları engellemek ve İslâmî duyarlılığı artırmak için, bir İngiliz kampında çalışan altı arkadaşıyla birlikte 1928 yılının ocak ayında “İhvân-ı Müslimîn/Müslüman Kardeşler” teşkilatını kurdu.
1930’da kendi isteğiyle Kahire'deki bir okula tayin istedi ve atandı. II. Dünya Savaşı başladığında çok sayıda öğrenci, devlet memuru ve işçi “Müslüman Kardeşler”e üye oldu. Teşkilat, çok kısa bir sürede Mısır toplumunun hemen hemen bütün kesimlerinde tanınmaya ve temsil edilmeye başlandı.
1937 yılında -yaklaşık- sekiz yüz, 1940’da iki yüz bin, 1948’de beş yüz bin ve 1950’de bir milyon üyeyi buldu. Öyle ki İhvân müntesipleri hemen hemen ülkedeki tüm kurum ve kuruluşlarda görev almaya başladı.
Bu durum Mısır hükûmet yetkililerini rahatsız etmeye başladı. Öteden beri İhvân müntesipleri ve muhibbânları da hükûmetin uygulamalarından rahatsızdı. Rahatsızlığın da ötesinde millî çıkarlara ihanet ettiği görüşündeydiler. Buna rağmen Hasan el-Bennâ hükûmet karşıtı görüntü vermek istemiyordu. Teşkilatın, eğitim yönüyle biraz daha olgunlaşması gerektiğini düşünüyordu. Normal şartlarda teşkilatın gelişiminden memnundu. Bazı taleplerde bulunmak için beklenmesi gerektiğini düşünüyordu.
Nitekim II. Dünya Savaşı’nı izleyen kargaşa ortamında, teşkilat içinde Bennâ'nın sözünü dinlemeyen, itaat konusunda sorun çıkaran canı tez ve fevri davranan bazı üyeler, başta Başbakan Nukraşî'nin öldürülmesi olmak üzere (Aralık 1948), bir dizi suikast olaylarına karıştı. Bu durum teşkilatı epeyce sıkıntıya soktu. Zaten hükûmet yetkililerinin gözleri üzerlerindeydi. Bazı yaptırımlar için bu eylemler de işin tuzu biberi oldu.
Müslüman Kardeşler’in çalışma ve eylemleri yukarıda da bahsettiğim gibi, zinde güçleri epeyce rahatsız ediyordu. Yetkililer açısından, artık onlar tehlikeliydi. Hasan el-Bennâ başta olmak üzere teşkilat mensupları idarecilerin hedefine oturmuştu artık. Yapılan her iş ve konuşma adım adım takip edilmeye başlandı.
Nitekim Hasan el-Bennâ 1949'da suikast sonucu şehit edildi. Faili meçhul gösterilmeye çalışılan ölümün ardında kimlerin olduğu belliydi…
Bennâ, ilke ve hedef olarak belirlediği sözleriyle* korkusuzca gece gündüz çalışıyordu. Emperyalizme karşı sözlü olduğu kadar kitap ve makaleleriyle de millî bir hareketin oluşturulması için gayret ediyordu.
O, sadece Mısır’daki değil tüm Müslümanların İslâm ilkelerine dayanan birlikteliğini savunuyordu.
Ona göre Müslüman milletlerin geri kalmasının yegâne sebebi; din yolundan uzaklaşılmasıdır. Kurtuluş ise ancak ve ancak İslâm öğretilerine geri dönmekle mümkündür. Devlet, İslâm dini temelinde teşkilatlanmalı, İslâm hukuku geçerli kılınmalıdır. Toplumun ahlâkı ve eğitimi İslâm ilkelerine göre belirlenmeli, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliklere son verilmelidir. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın çalışmaları ve maksadı da bu prensipleri gerçekleştirmek olmalıdır.
İslam’ın sarsılmaz ilkelerine uygun oluşturduğu teşkilatı, Mısır'ın çeşitli, yörelerinde kurduğu okullar ve toplumsal hizmet kurumları vasıtasıyla görüş ve düşüncelerini hayata geçirmeye çalışan Hasan el-Bennâ, başta Araplar olmak üzere tüm İslâm dünyasını etkilemeye başladı.
TEBLİĞ FAALİYETİNDEN ÖRNEKLER
Hassas ve duyarlı bir Müslüman olan Hasan el-Bennâ, bulunduğu hemen her ortamda, İslâmsızlığın acısını çeken ve ne yapabilirim diye düşünen/hareket eden biriydi. Bir gün yurtta bulunduğu esnada birkaç arkadaşıyla yaptıkları toplantı sonrasında şöyle bir eylem kararı almışlar:
1- “Ülkedeki olumsuzlukları veciz bir şekilde mektupla dile getirelim. Yazacağımız bu mektupları ülke yönetiminde etkili konumda bulunan, başta cumhurbaşkanı olmak üzere bütün devlet ricaline gönderelim.” Bu durum çok ciddi etki uyandırmış, kimlerin yaptığı ortaya çıkıp tespit edilince bu uygulamadan vazgeçmişler.
2- Ardından yeni bir tebliğ metodu ortaya koymuşlar. O da şöyle: 15-20 dakikayı geçmeyen bir konuşma metni hazırlayarak kahvehanelerde konuşacaklar. Bunu yaparken de hiç sataşmaya girmeden, çay bile içmeden oradan ayrılacaklar. Bu uygulamadan da çok iyi sonuç almışlar.
Bu etkinlikten sonra yeniden bir durum değerlendirmesi yapmışlar. Vardıkları karara göre şöyle demişlerdir: “Her ne kadar bazı çalışmalar yapıyorsak da başımızda kendisiyle istişare edebileceğimiz bir İslâm âlimi olmalıdır. Aksi takdirde sıkıntıya düşebiliriz.” dedikten sonra ve bunu kiminle yapmalıyız diye düşündükten sonra, Ezher Şeyhi Yûsuf ed-Dicvî’ye karar verirler.
Meseleyi Şeyhe anlattıklarında, Yûsuf ed-Dicvî önce çok ciddiye almaz. Fakat gelmiş olanlara bir şeyler demek gerektiğini düşünerek, bu konularda epeyce işlerin yapıldığından bahisle “Artık ne yapabiliriz ki?” diyerek işi savsaklamak ister.
Son derce kararlı olan Bennâ, “Muhterem Hocam, birçok şeyin yapılmış olması tekrar yapılmayacağı anlamına gelmez. Tekrar deneyelim.” der...
Bu konuşmanın ardından uzun bir süre geçip de herhangi bir sonuç çıkmayınca Hasan el-Bennâ, Şeyh ed-Dicvî’nin ve seçkin kimselerin de katılacağı iftar yemeğine davetsiz de olsa katılır. Bir şekilde şeyhin yanına oturur. “Bu kimdir?” diye sorduklarında şeyh şöyle bir baktıktan sonra: “Sen misin molla.” der. “Evet, hocam. Teklif ettiğim hususta sizden gerekli cevabı almadan sizi asla bırakmayacağım...” der. Genç mollanın bu tavrı oradakilerden bazılarını rahatsız eder. Hatta kötü bile davranırlar.
Ev sahibi, tartışmanın mahiyetini öğrenince: “Hocam, Kahire’nin merkezinde üç katlı bir yerim var, orayı bu ve benzeri faaliyetler için veriyorum.” deyince işin şekli birden değişir. İftar yemeğini unutturacak bir müzakerenin ardından; neyin nasıl yapılacağı ve kimlerle yapılacağı tek tek yazılır. Bağışlanan o binada birbirinden güzel etkinlikler yapılır.
Hasan el-Bennâ, adanmış bir mümin olarak yaşamının hemen her safhasında İslâm’ın yaşanması ve yaşatılması için gayret etmiştir. Bu faaliyetlerini yaparken de hiçbir şekilde şiddete başvurmamıştır. Onun bu anlayışı, kurduğu teşkilat, sadece ülkesi Mısır’da değil tüm İslâm dünyasında etkili olmuştur.
HATIRA
Doğru sözlülük: “Öğretmen okulunda okuduğum dönemde, zinde güçlerin takibatı devam etmekteydi. Bir defasında evinde kaldığım Hacı Şaire Hanım’ın evinde toplantı hâlindeydik. Polis, evi kuşatarak içeri girdi, bizleri sordu. Kadın: ‘Öğrenciler sabah erkenden ayrıldılar, henüz dönmediler. Ben de gördüğünüz gibi bakla ayıklamakla uğraşıyorum.’ dedi. Doğru olmayan bu cevaptan rahatsız oldum. Soranın karşısına çıkarak durumu ona açık açık şöyle anlattım: ‘Sizin vatana karşı borcunuz bizimle beraber olmanızı gerektiriyor. Bizim işlerimizi aksatmamanızı gerektiriyor. Bizi yakalamanızı değil.’ Bu söylediklerime davranışlarıyla olumlu bir şekilde cevap verdiğini bilemiyorum. Fakat hemen oradan ayrıldılar. Onların ayrıldığından emin olduktan sonra diğer arkadaşlarımı çağırarak onlara: ‘İşte bu, doğru sözlülüğün bereketidir. Doğru olmamız ve işlerimizin sıkıntılarına katlanmamız bizim için kaçınılmazdır. Durum ne olursa olsun hiçbir zaman yalan söylemeye gerek yoktur…’ dedim.”
Namaz: “Okul döneminde bazı arkadaşlarla sohbet, tebliğ ve buna benzer çalışmalar yürütüyorduk. Yaz tatili oldu. Memleketlerimize gittik. Memlekette üç arkadaşımla neler yapmalıyız diye istişare yaptık. İlk yapmayı kararlaştırdığımız işlerden biri, sabah namazına insanları kaldırmaktı. Kararımızı uygulamaya ertesi sabah başladık. Hemen aramızda mahalleleri paylaştık. Tan yerinin ağarmasından önce halkı sabah namazına uyandırmaya başladık. Kaldırma işlemini tamamladıktan sonra Nil Nehri’nin kıyısında durur, okunan ezanları dinlerdik. Camiler dolardı. Bu kadar kişinin uyanmasına sebep olduğumuzdan dolayı Allah’a şükrederdik. Daha sonra mescide gidip o vakitte oradakilerin yaşça en küçüklerinin bizim olduğumuzu görmemiz mutluluğumuzu katbekat artırırdı. Allah’a hamd eder bu çalışmalarımızın devamını temenni ederdim/ederdik.”
ŞEHADETİ
Çalışmalarını sürdürmek için oluşturduğu kurumları sık sık denetleyen el-Bennâ, bu maksatla, eş-Şübbânü’l-Müslimîn’e (Müslüman Gençler Derneği’ne) gitmişti. Gerekli denetim ve çalışmaları yaptıktan sonra saat sekiz gibi oradan ayrıldı. Dernek başkanı uğurlamak için kapıya kadar geldi.
Bu sırada telefon çaldığı için başkan içeri girer. İçeri girer girmez silah sesi duyulur. Dışarı çıktığında kanlar içinde yatan Hasan el-Bennâ’nın, kaçan arabanın plaka numarasını almaya çalıştığını görür. Yanına vardığında vurulmuş olduğunu görür. Çağırdığı arkadaşlarıyla birlikte el-Bennâ’yı hemen hastaneye kaldırırlar. Kanamasına rağmen durumu iyi idi. Doktorlar zamanında müdahale etselerdi kurtulabilirdi. Ama doktorlar bir türlü gelmedi. Maalesef kan kaybından şehit oldu. Katilin içinde kaçtığı arabanın plaka numarası alınmıştı. 9979 numaralı arabanın İçişleri Bakanlığı’na kayıtlı bir araba olduğu ortaya çıktı.
Hasan el-Bennâ’nın cenazesinin nasıl taşınıp kaldırıldığını el-Kitle Gazetesi’nde şöyle anlatılıyor: Taziye için baba evine gelenler tutuklandı. Kur’an okumak ve cenaze namazı kılmak yasaklandı. Cenazenin, önünde ve arkasında birçok silahlı polis taşıyan araba eşliğinde evine götürüldü. Evin etrafı sarıldı, insanlar istese bile gelmelerine imkân verilmedi. Şehidin babası Ahmed el-Bennâ sabaha kadar: “Yâ Rabbi! Adaletine sığınıyorum, oğlumu şehit ettiler.” diye inleyerek namaz vaktini bekledi. Evde yalnızdı. Diğer aile efradını tutuklanmışlardı. Babaya ölüm haberi verildiğinde saat birdi. Eğer yalnız başına namazını kılar ve saat dokuzda defnederse eve getireceklerini aksi hâlde kendilerinin götürüp gömeceklerini söylediler. O da son bir defa oğlunun yüzüne bakabilmek için buna razı oldu.
Bundan sonrasını şehidin babası Ahmed el-Bennâ şöyle anlatıyor: “Cenazeyi sabah namazına yakın bir zamanda kimseye göstermeden getirdiler. Defin için yapılan çalışmaları görenlere bile yardım izni vermediler. Çocuğumu kendim defne hazırladım. Tabuta yerleştirdim, ancak tek başıma taşıma imkânım yoktu. Polisten yardım istedim kabul etmediler. Taşıyacak birkaç kişi istedim izin vermediler. ‘Sen ve kadınlar taşısın.’ dediler. Sokaklar tenha idi, kadınların omuzlarında cenaze taşındı. Kaysûn Camii’ne geldiğimizde kimseler yoktu. Caminin görevlileri bile oradan uzaklaştırılmıştı. Çocuğumun cenaze namazını kılmak üzere önüne durduğum zaman gözlerimden yaşlar boşaldı. Bunlar yaş değil, insanlara rahmeti ulaşsın diye Rabbime yönelmiş niyazımdı. Namazdan sonra onu İmam Şâfiî Kabristanı’na taşıdık, defnettik ve ağlayarak evimize döndük.”
14.08.2013’DE YAŞANANLAR ve İHVÂN
Bu yazıyı kaleme aldığım sırada Hasan el-Bennâ’nın memleketi Mısır’da ilginç olaylar yaşanıyordu. Bilindiği üzere bundan bir müddet önce (2011’de) “Arap Baharı” diye bilinen olayların sonunda Mısır’ın başkenti Kahire’nin meşhur Tahrir Meydanı’ndaki gösteriler tez zamanda sonuç verdi. Orta Doğu ve Afrika’nın hatta İslâm dünyasının en önemli ülkelerinden biri olan Mısır’da meydana gelen gösteriler uzamadan neticelendi. Mısır gibi köklü gelenekleri olan bir ülkede işlerin bu kadar çabuk neticelenmesi şaşkınlık yaratmışsa da yine de memnuniyetle karşılandı.
Önce Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek görevinden istifa etti. Makamından alınarak hapse konuldu. Ardından yargılandı. Yargılanma neticesinde yaşı ve hastalığı da bahane edilerek serbest bırakıldı. Adil (!) Mısır mahkemeleri, Mübarek’i serbest bırakırken diğer taraftan demokratik usulle seçilen kişileri hapse atıp resmî olarak kurulan partiyi ve legal İhvân Teşkilatı’nı kapatmaktan çekinmedi.
Bir müddet sonra Mısır tarihinde ilk defa yapılan demokratik seçimlerde el-Bennâ’nın kurduğu Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi seçimi kazandı. Muhammed Mursî aldığı %52 oyla cumhurbaşkanı seçildi. Mursî’nin iktidarı esnasında bir iki devlet (Türkiye ve Katar) istisna edilecek olursa hemen bütün uluslararası kurum, kuruluş ve devletler deyim yerindeyse Mısır’a ekonomik ambargo uyguladılar. Hükûmeti hizmet edemez hâle soktular. Demokrasinin gelmesi için mücadele verdikleri Tahrir Meydanı’nda bu defa da meşru hükûmeti yıkmak için gösteriler başladı. Bu gösteriler de çabuk sonuç verdi. Demokrasiyi sekteye uğratıp darbe yaptılar (3 Temmuz 2013).
Yeni kurulan meşru hükûmet, henüz bir yılını dahi doldurmadan içten ve dıştan amansız saldırılar neticesinde alaşağı edildi. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî tutuklandı. Tutuklamanın ardından hükûmet ve demokrasi yanlısı Mısırlılar, Kahire’de bulunan Nahda ve Râbiatü’l-Adeviyye Meydanı başta olmak üzere ülkenin birçok şehrinde direniş hareketi başladı. Silahsız sadece oturma eylemleriyle devam eden protesto eylemleri aylarca sürdü. Göstericilerin, bayram da dâhil Ramazan ayı boyunca meydanları boşaltmadıkları gibi sayıları her geçen gün artarak devam etti. Batı güdümlü korkak ve ürkek darbeciler, zaman zaman acımasız saldırıları neticesinde binlerce insanın ölümüne, on binlerce insanın da yaralanmasına sebep oldu. Ama onlar eylemlerinden vazgeçmediler. Olayların nerede nasıl duracağı belli değildi.
Bu arada bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bir Müslüman ve insan olarak, yapılanları gördükçe kanım donuyordu. İnsan kendi vatandaşına bu kadar zalimane nasıl davranabilir? Biri ölürken diğeri nasıl gülüp eğlenebilir? Allah’a inandığını söyleyen bir Müslüman olarak zalimin zulmüne nasıl ortak olunabilir? Doğrusu bunu anlayamıyorum... (Olayları görenler bu dediklerimin yaşandığını görecektir.)
Yapılan zulmü gözyaşları içinde izlerken: “Yâ Rabbi! Bizlerin idrak edemediği ne var ki! Halkı Müslüman olan ülkelerdeki, bu kanlı olaylar cereyan ediyor. Bu imtihanın sebebi nedir yâ Rabbi!” diye sesli düşünmeye, dua etmeye çalışıyordum. Diğer taraftan şuna inancım tamdır: Akan şehit ve mazlum kanları neyi yeşertecek çok merak ediyorum. Çünkü şehidin kanı, mutlaka güzelliklerin ortaya çıkmasına sebep olacaktır.
Şu anda Mısır’ın başında bulunan Abdülfettah es-Sisi, Muhammed Mursî’nin göreve getirdiği Genel Kurmay Başkanı’ydı. Maalesef Mursî’ye karşı darbeyi de o yaptı.
GAZZE ve HAMAS*
Kendi vatandaşına en acımasız zulmü reva gören, iktidarda kalmasını sağlayan, ulus ve uluslararası zinde güçlere göbeğinden bağlı Arap yöneticilerinin, hemen yanı başında Gazzeli kardeşleri, ırkçı ve Siyonist emperyalistler tarafından katledilirken tarafsız olduğunu söylemelerine şaşırmamak gerekir.
Hamas’lı mücahitler, başlattıkları cihat hareketini, bu tür yöneticilere güvenerek yapmadılar. Bunlardan bir hayrın gelmeyeceğini, Allah’ın dışında kimseye güvenilmeyeceğini, düşünerek yaptılar.
Hamas, kurucu liderleri Hasan el-Bennâ’nın mücadelesini ilke edinmiş, o anlayış ve ruhla mücadele etmekteler. Bu yüzdendir ki mütekebbir siyonistlerin ve onun yardakçılarının kalbine korku saldılar. Yahudiler; rahat uyuyamıyor, rahat yiyemiyor, rahat içemiyor, rahat gezemiyor. Köşeye sıkıştılar. Onlar için, sonun başlangıcı başladı. Sadece Yahudiler/Siyonistler mi?
Hayır!
Bu durum, güç ve kuvveti Allah’ta değil, başkalarında gören herkes için geçerlidir.
Ey Şehid Hasan el-Bennâ! Sen ne mübarek insanmışsın ki kurduğun “Müslüman Kardeşler Teşkilatı” kendin gibi adanmış insanların yetiştirmiş... Onlar gözünün önünde şehit olan kardeşini, yan tarafa koyup şehadete (Allah’ın şahitliğine) koşabiliyor.
Allah, HAMASLI kardeşlerimizi muzaffer eylesin. O, kendine inanan ve güvenenleri asla yolda bırakmaz.
Özelde Mısır’ın, genelde İslâm dünyasının uyanmasına ciddi katkıda bulunan, adanmışlık örneğini ortaya koyan, mücahit ve müşahit bir mümin olan Hasan el-Bennâ’ya sonsuz rahmet diliyorum.
Ahmet Belada
----0----
*HAMAS: İslâmî Direniş Hareketi/Hareketü’l-Mükavemetü’l-İslâmiyye.
HAMAS, 1987’de İsrail'in işgaline karşı yaygın protestoların damgasını vurduğu ilk intifada sırasında kuruldu. 2006’da yapılan demokratik parlamento seçimlerini kazanan Hamas’a, (Mahmut Abbas’ın liderliğini yaptığı El-Fetih örgütü ve onu yöneten emperyalistler) iktidarı vermediler. Yaser Arafat’ın halefi Mahmut Abbas görevine devam etti. HAMAS, Filistin’de siyasi partidir. 2006’da yapılan parlamento seçimden bu yana HAMAS, Gazze Şeridi'nin kontrolünü elinde tutmaktadır. 2007’den bu yana, Batı Şeria bölgesinin yönetimi el-Fetih’te, Gazze’nin ki ise HAMAS’tadır. Yahudiler, HAMAS'ın yönetiminde bulunan Gazze'yi abluka altına aldı. Açık hava hapishanesi olarak nitelendirilen Gazze’de yaklaşık 2,5 milyon Filistinli yaşamaktadır. HAMAS’ın silah tedarik etmesini engellemek için bölgeye insan ve mal giriş çıkışını kısıtladı… ama malum hezimetlerine mâni olamadılar…
*Hasan El-Benna’dan Tavsiyeler:
1-Şartlar ne olursa olsun ezanı duyduğunuz zaman namaz için kalkın.
2-Kur’an’ı Kerim’i okuyun, inceleyin veya dinleyin. Azıcık zamanınızı bile yararsız işlere ayırmayın.
3-Dilinizi düzgün konuşmaya çalışın. Çünkü bu Müslüman olmanın belirtisidir. Arapçayı öğrenin, çünkü Kur’an en güzel şekilde Arapça ile anlaşılır.
4-Hiçbir konuda aşırı tartışmayın. Zira gösteriş hiçbir zaman yarar sağlamaz.
5-Fazlaca gülmeyin. Çünkü Allah’a bağlı olan gönül, sakin ve vakarlı olur.
6-Maskaralık yapmayın. Çünkü mücahid bir millet, ciddiyetten başka bir şey tanımaz.
7-Dinleyicinin işiteceğinden fazla sesinizi yükseltmeyin. Çünkü bu bencillik ve eziyet vermektir.
8-Kişileri çekiştirmek ve tavırları küçümsemekten sakının. Hayırdan başka bir şey konuşmayın.
9-Karşılaştığınız kardeşlerinizle sizden istemese bile tanışmaya bakın.
10-Görevler vakitlerden fazladır. Vakitten yararlanmak için başkasına yardımınızı esirgemeyin. Yapacak bir göreviniz varsa onu en kısa yoldan en güzel şekilde bitirmeye çalışın.
11-Her hususta temizliğe önem verin. Evinizde, elbiselerinizde, vücudunuzda, iş yerinizde. Çünkü bu din, temizlik üzerine kurulmuştur.
12-Ahdinize, sözünüze ve vadinize vefa gösterin. Şartlar ne olursa olsun bunlara muhalefet etmeyin.
13-Okuma ve yazmanızı sağlamlaştırın. Müslümanların gazete ve dergilerini çokça mütalaa edin. Küçük de olsa kendinize ait bir kütüphaneniz olsun. İhtisas sahibi iseniz branşınızda derinleşin.
14-Vazifelerinize dikkat edin. (…) Onu rızık kapısı olarak bilin. Davanın vecibeleri ile tamamen çatışmadığı müddetçe vazifelerden ayrılmayın.
15- Malınızın bir kısmı ile davaya katılın, üzerinize farz olan zekâtı cemaate verin. Geliriniz ne kadar az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayırın.
16- Az da olsa malınızın bir kısmını beklenmedik hadiseler için ayırın ve katiyen lüks eşyaya kapılmayın.
17- Durmadan tevbe ve istiğfar edin. Uyumadan evvel birkaç dakikanızı nefsinizi muhasebeye ayırın. Şüpheli şeylerden kaçının ki harama düşmeyesiniz.
18- Eğlence yerlerine yaklaşmayın. (…) Bütün konfor ve rehavet görüntülerinden uzaklaşın.
19- Her yerde davanızı yaymaya çalışın. Nefsinizle şiddetli bir şekilde mücadele edin ki, onun yularını ele alasınız; gözünüzü haramdan ayırın, duygularınıza hâkim olun.
20- Sürekli cemaatle ruhen ve amelen bağlantılı olun ve kendinizi daima kışlasında emir bekleyen bir asker gibi kabul edin. (Hatıralarım -Müslüman Kardeşler-, Hasan El-Benna, Beka Yayınları, İstanbul)