SURİYE İNKILABI NELERE SEBEP OLABİLİR?
(2024)
27 Kasım’da başlayıp 8 Aralık’ta biten Suriye inkılabının ardında çok güçlü bir çalışma var. İdlib’i üst haline getiren muhalifler, konjonktürü iyi değerlendirdiler. Sağlıklı haber alma kaynakları, titiz ve sistemli çalışmalarıyla başlattıkları operasyonu on iki günde başarıyla tamamladılar.
Başlattıkları operasyonla, önce İdlib ve havalisini, ardından Halep, Hama, Humus ve başkent Şam’ı kontrol altına aldılar. İsmi geçen ve geçmeyen diğer şehirlerin alınması çok kısa sürede tamamlandı. Dünyayı şakına çeviren bu durum, kıyamın içindekileri dahi hayrete düşürdü. Neyi başardıklarının farkına daha sonra vardılar. Peşi peşine mesajlar, aramalar ve hatta farklı ülkelerden gelen yetkililer, işin ciddiyetinin kavranmasını sağladı.
İnkılab konusunda Türkiye’ye ayrı bir parantez açmak gerekir. Türkiye, hemen her alanda olduğu gibi kıyamın bütün aşamalarında üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Öncesinde eğit-donat yöntemiyle Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) yıllarca eğitti. Böyle olmasına rağmen Türkiye gerek söylem ve gerekse eylem bağlamında hiçbir kimseyi tahrik etmeden mutedil bir dil kullandı. Bu dili hala muhafaza etmektedir.
Türkiye birçok sebepten Suriye’de olup bitene bigâne kalması düşünülemez. İlk olarak iki ülke, 911 km sınıra sahipler. Bir diğer önemli husus, Amerika ve Batı’nın hemen her yönüyle koşulsuz desteklediği, Türkiye’nin kırk yılı aşkın bir süredir sıkıntı çektiği, kırk bin civarında şehit verdiği, PKK ve türevleri YPG, SDG terör örgütlerinin de Suriye'de bulunması. Elbette daha birçok sebep saymak mümkün. Ama nereden bakılırsa bakılsın Türkiye’nin, Suriye’yle ilgisini kesmesi düşünülemez.
Şu da unutulmalarıdır! Hama kasabı Hafız Esed, yıllarca Şam’da tuttuğu terörist başı Öcalan’ı ancak Türkiye’nin tehdidiyle Suriye’den çıkarabildi. Çıkan Öcalan; Yunanistan, Rusya derken Kenya’nın başkenti Nairobi’de yakalandı. Devlet Bakanı Cavit Çağlar’ın özel uçağıyla 1999’da Türkiye’ye getirildi.
Beşar Esed ise ülkesinin bütünlüğünü tehlikeye atma pahasına PKK/PYD ve hatta DAİŞ terör örgütüne hamilik yaptı. Üstelik petrol kuyularını, ülkenin elektrik üreten baraj ve santrallerini de onlara bıraktı. Yetkili muhaliflerden birisi, ‘şayet başarılı olamasaydık Suriye dörde bölünecekti’ dedi.
GÖÇ DALGASI VE TÜRKİYE
Suriye’nin toplam nüfusu biraz aşağı biraz yukarı 25 milyon. Bu nüfusun sekiz milyondan fazlası, can güvenliği sebebiyle muhtelif ülkelere gitmek zorunda kaldı. Bunlardan çoğu geçici mülteci statüsünde Türkiye’ye geldi. Ülkelerinde her türlü imkâna sahipken vatanlarını, evlerini, işyerlerini, tarlalarını, mal ve mülklerini geride bırakarak, perme perişan bir vaziyette ayrılmak zorunda kaldılar.
Göçmenlerle ilgili diğer ülkeler, neler yaptı, neler konuştu bilmiyoruz ama Türkiye’de ileri-geri bir hayli konuşma ve tartışma yapıldı/yapılıyor. Türk hükümeti, ölüm korkusundan gelen Suriyelilere, misafir ve hatta asr-ı saadete atıfta bulunarak Ensar-Muhacir muamelesi yaptı.
İnsanî ve tarihî geçmişine ve değerlerine yabancı Türkiye’deki bazı insanlar, siyasetçiler, faşizanca davranarak onları tahkir edici söz ve eylemde bulundular. İnsanî anlayıştan uzak, sefih ve eblehçe davranan bu tür insanlar, siyasetçiler/belediye başkanları, yönettikleri şehirlere dahi kabul etmek istemediler. Gelenlere de yaşamlarını zorlaştırmaya çalıştılar. Bu marjinal güruh dışında, lokal bazı sıkıntı yaşanmış olsa da hamiyetperver Türk insanı gayet iyi muamelede bulundu.
a n e k d o t
Mültecilerle ilgili Mısır'ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi'nin yol arkadaşlarından Asım Abdülmecid Erdoğan'la ilgili paylaşımında şunları ifade etmektedir:
“Her ne kadar Erdoğan'dan farklı düşünseniz de ya da bazı konularda geri durduğunu eleştirseniz de...’muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir’ cümlesi onun için geçerli saymanız gereken durumu ifade ediyor.
Çünkü onun İdlib’i koruması, Rusya'nın Amerikan onayıyla harap ettiği tüm Suriye şehirlerinden mücahitleri burada toplaması, onları desteklemesi, bölgedeki durum düzelene kadar yardım etmesi ve ardından son hamlelerinde güçlü bir şekilde arkasında durması... Tüm bunlar ve daha fazlası (ki bilinmeyen ama çok daha büyük şeyler de var), son yıllarda kendisini samimi şekilde eleştiren birçok kişinin eleştirilerini telafi eder.
Eğer bu büyük başarıya başka önemli başarıları da eklersek:
ABD'nin eşi benzeri görülmemiş desteğiyle dört ülkenin Katar'ı işgal girişimine karşı koymak,
Libya'nın doğusunu, Hafter ve Wagner güçlerinden korumak,
Azerbaycan topraklarını Ermeni Hristiyanlardan kurtarmak,
Yıllar önce Suriye'de Rus ordusunu aşağılamak,
Beş milyon Suriyeliyi misafir etmek…
Tüm bu başarıları bir araya getirdiğinizde ve bunların Müslümanların bölgemizdeki çöküş döneminde gerçekleştiğini hatırladığınızda, eğer akıl ve adalet sahibi biriyseniz, bu Anadolu kurdunu selamlamaktan başka bir şey yapamazsınız."
Tekrar edelim, yaklaşık on üç, on dört yıldır devam eden iç savaş artık sonuçlandı. Altmış bir yıllık Baas, elli dört yıllık Esed ailesinin acımasızca yönettiği baskıcı rejim son buldu.
Sultan Vahdettin başta olmak üzere Suriye’de çok sayıda Türk mezarı var. Osmanlı devletinin kurucularından Süleyman Şah’ın türbesi burada. Yurt dışındaki tek Türk toprağı Suriye’de. İslam medeniyetinin temellerinin atıldığı şehirlerden biri de Şam/Dımaşk’tır. Hangi yönüyle bakılırsa bakılsın Türkiye’nin Suriye’ye ilgisiz kalması düşünülemez.
Tüm bu gerçeklikleri dikkate alarak Türkiye, olup bitenleri an be an takip etti. İnkılabın tamamlanmasından üç gün sonra en yetkili bürokratlardan İbrahim Kalın’ın (MİT Bşk.) kalabalık bir heyetle, Suriye’ye gitmesi bundandır. Şoförlüğünü Şam Kurtuluş Heyeti (HTŞ) başkanı Ahmet eş-Şara (Ebu Muhammed Colani)’nin yaptığı arabayla Ümeyye Camine gitmeleri bu yüzden önemli. Aynı on iki yıldır kapalı olan Türk Büyükelçiliğinin açılması gibi.
h a t ı r a
Şam Emeviye cami, Mecid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa’dan sonra İslam dünyasının dördüncü haremi kabul edilir.
Hangi kitaptan okuduğumu hatırlamıyorum. Bilindiği üzere Şam, Hz. Ömer zamanında fethedildi. Fetih esnasında çok önemli bir hadise yaşandı. Hz. Muhammed tarafından Seyfullah -Allah’ın Kılıcı- unvanı verilen Halid Bin Velid ordu komutanıydı. Hz. Ömer onu azlederek yerine Ubeyd’e Bin Cerrah’ı komutan tayin etti.
Şam iki koldan kuşatıldı. Kolun birinde Ubeyde Bin Cerrah, diğerinde ise Halid Bin Velid vardı. Ubeyde’nin girildiği kapı sulhla, Halid Bin Velid’in girdiği kapıdan ise çarpışarak girildi. Şehir düştü.
İslam savaş hukukuna göre eğer herhangi bir belde, savaş yoluyla elde edilirse o beldenin en büyük mabedi Ayasofya’da olduğu gibi camiye çevrilir. Şayet sulh yönüyle alınırsa böyle bir işlem yapılmaz. Ancak Şam’a hem sulh hem savaş yoluyla girilmişti ve nasıl bir tutum sergileneceği meselesi Hz. Ömer’e soruldu. O da dönemin en büyük kilisesi, şimdiki ismiyle Şam Emeviye caminin yarısının cami, diğer yarısının da kilise olmasını söyledi. Öyle de yapıldı. Hıristiyanların defalarca hepsinin kilise olmasını istemelerine rağmen bu durum uzun müddet böyle kaldı.
İç savaş başladıktan çok kısa süre sonra bütün Suriye’yi kapladı. İlk günlerde muhalifler, çok ciddi başarı elde etti. Beşar Esed, gelmekte olanın geleceğini gördüğü için Lübnan Hizbullah’ının ardından mezhebi birlikteliklerini dikkate alarak önce İran’ı, İran’ın da isteğiyle Rusya’yı ülkesine davet etti. Her iki ülkenin Suriye’ye gelmesiyle birlikte harekâtın hızı kesildi. Kesilmekle kalmadı karadan ve havadan yapılan saldırılarla çok sayıda insan öldürüldü veya işkence edildi. Milyonlarca insan Türkiye başta olmak üzere çevre ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Halep ve birçok şehir tahrip edildi. Capcanlı, cıvıl cıvıl şehirler bom boş kaldı.
Tüm acımasızlığıyla devam eden iç savaşla ilgili Türkiye, Rusya ve İran Kazakistan’ın Astana şehrinde bir araya gelerek çözüm arayışına girdiler. (Astana Süreci) Artık Suriye bütün dünyanın gündemindeydi.
Rusya, İran ve Türkiye müdahil olup da Amerika denklemin dışında kalabilir mi? O da durumdan vazife çıkartarak, bir taşla iki kuş vurmayı düşündü. Bir taraftan Türkiye’ye zarar veren PKK’yı eğiterek, silah yardımında bulunarak destekledi. Destekleme gerekçesi olarak da, DAİŞ’e karşı verecekleri mücadeleyi öne sürdü. Ne Astana Süreciyle bir çözüm bulunabildi ne de ABD DAİŞ’i bitirebildi.
ON DÖRT YILDIR DEVAM EDEN İÇ SAVAŞ, ON İKİ GÜNDE NASIL NETİCELENDİ?
Bu soruya cevap vermeden önce bir hususa özellikle dikkat çekmek istiyorum. Kıyamın ardında, şu vardı veya bu vardı gibi oldukça muhtelif yorumlar yapıldı/yapılıyor. Bu gidişle daha çok yapılacak gibi de gözüküyor. Arkasında kim olursa olsun, ne olursa olsun, temiz bir kıyam sonucu Suriyeli muhalifler kanla, canla-başla mücadele ederek bu işi başardılar. Kararlı, sabırlı, azimli bir çalışmanın neticesinde kadim ülke Suriye, yeni yepyeni bir inkılaba uyandı.
Muhalefetin nasıl başarılı olduğuna gelince; kanaatimce elde edilen başarıda, iki olay belirleyici oldu. Birincisi, dördüncü yılına girecek olan Rusya Ukrayna Savaşıyla birlikte Rusya, ikincisi 7 Ekim 2023’te İsrail’in Filistin/Gazze’de başlattığı soykırıma/katliama, ilerleyen süreçte Lübnan Hizbullah’ının fiilen, İran’ın dolaylı müdahil olmalarıyla; Yahudilerin önce Hizbullah’ı ardından İran’ı zayıflatmasıydı. Böylece Rusya, İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki güçleri çok ciddi oranda kayboldu. Değişik bir ifadeyle: kendi dertlerine düştüler. Yapılan telkinin sonunda güçlerini Suriye’den çektiler. Böylece Suriye’nin gerçek sahiplerinin önü açılmış oldu.
İsmi geçen ülkeler ve gruplar, Suriye’yi terk ederek diktatör Esed’ı kendi başına bıraktılar. Esed, bunların dışında bazı ülkelerden medet ummuşsa da netice alamadı. Tiran Esed, mevcut gücüyle her ne kadar karşı koymaya çalışmışsa da muhalefetin ilerlemesini durduramadı. Saddam ve Kaddafi gibi ülkesinde kalıp malum akıbeti göze alamadı. Miktarı -tam olarak- bilinmeyen Suriyelilerin altın ve parasıyla Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı.
BU İNKILAB NELERE SEBEP OLABİLİR?
Suriye’deki bu gelişme, eğer istenen kıvamda ilerler, kısa zamanda devlet organları işlemeye başlarsa krallık ve monarşiyle yönetilen Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri durumlarını iyiden iyiye gözden geçirmeliler!
ABD ve Batı’nın desteğini arkasına alan terör örgütleri, yine ABD ve Batı’nın desteğiyle -şimdilik- gücünün zirvesinde olan İsrail dikkatli olmalı. Terör örgütleri ya kendilerini fes edip, yeni Suriye hükümetle iyi geçinecekler ya da beklenen akıbeti bekleyecekler!
Yönetim; …taşkınlığa varmayan tehevvür, cebanete varmayan mülayemettir.
Diğer önemli bir husus muhalefetin çoklu yapısı. Muhalefetin, içinde farklı etnik ve dini grup bulunmakta. Suriye genelinde ise nüfusları az veya çok Araplar, Türkmenler, Kürtler, Çerkezler, dini ve mezhebi gruplar, Müslümanlar, Hıristiyanlar/Ermeniler, Yezidiler, Dürziler, İsmail’iler, Aleviler, Asuriler bulunmakta. Bu kadar etnik, din ve mezhebin bulunduğu ülkeye, hiç şüphesiz içerden ve dışardan müdahale etmek isteyenler de çok olacaktır. Bütün bunlar düşünüldüğünde yönetimin işi çok kolay olmayacaktır.
Afganistan örneğinde olduğu gibi eğer yönetimi elde edenler, kendi içlerinde makam mevki mücadelesine girerlerse işleri bir hayli zor olacaktır. Bu noktaya gelinmemesi için kendilerinin gayreti kadar başta Türkiye olmak üzere diğer devletler de katkıda bulunmalıdır. Muhtemel olumsuzlukları önlemek için de sıkça istişare etmeliler.
Farklılıkları dikkate alarak, art niyetli insan ve devletler ülkeyi karıştırmak için ellerinden geleni yapmaya çalışacaklardır. Karışanın ve karıştıracakların çok olacağı bilinmeli, temkinli hareket edilmeli.
Her türlü olumsuzluğa rağmen; görene göz tutana el verilmiştir. Yeter ki neye baktığımızı, neyi tutmak istediğimiz bilelim. Çünkü farklılıklarımızı zenginlik sayan bir medeniyetin temsilcileriyiz. Bunlardan en güzeli de Yesrib’in Medine’ye dönüşmesinde ezeli ve ebedi önderimizin uyguladığı yöntemdir. (Medine Vesikası)
Kaldı ki, farklı din, mezhep ve etnik gruplarla birlikte yaşamış, birbirinden değerli örneklerimiz var. İbrahim Kalın, ‘İslam Aydınlanma ve Gelecek’ kitabında, Endülüs’teki bir arada yaşama tecrübesi ve Hindistan’daki uygulamaları izah ettikten sonra bu örnekler ne nadirattan ne de istisnadır diyor.
İnkılabla ilgili hemencecik dili geçmiş cümle kullanmak her ne kadar doğru değilse de Suriye’deki gelişmeleri iyi görüyor, iyiye yoruyorum. İnkılabı gerçekleştirenler, bu görüşümü teyit niteliğinde kucaklayıcı bir dil kullanıyor. Eğer bu söylemlerini sürdürebilirlerse her şeyin sağlıklı ilerleyeceğini düşünüyorum.
Gerçekleşen bu inkılab, Suriye’nin yanı sıra bütün dünyada da İslam’ın pozitif algısına sebep olabilir.
Ahmet Belada