SEVGİSİZ DÜNYAYA KARŞI
Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Türkiye’de değer verdiğim insanlardan biridir. Onun bendeki değeri, üniversite yıllarıma dayanır. O yıllarda bizim fakültede verdiği –yanlış hatırlamıyorsam- “Medeniyetlerin Doğduğu Şehirler” konulu konferanstan sonra başladı. Ondan sonra da imkânım nispetinde, daha çok da yazıları vasıtasıyla takip etmeye çalıştım.
Yüz yüze hiç görüşmedim. Konuşmasında akıcılık olmasa da dinlemeye gayret ettim/ederim. Her dinlediğimde de bir şeyler öğrenirim. Kendilerine duyduğum ilgiden dolayı yaptığı yorum ve tespitleri de dikkate alırım. Bu ilgi ve alakama rağmen keşke Davutoğlu; ‘siyasete katılmasaydı’ dediğim insanlardandır. Bu hamur çok su götürür. Bu mevzuyu bir taraf bırakarak
Geçenlerde, X hesabında Filistin üzerine yazılmış bir kitap üzerinden bazı değerlendirmede bulunmak istiyorum. Elinde salladığı kitabı öyle anlatıyordu ki, âdeta o kitap okunmadan Filistin meselesi anlaşılmazdı! Hemen birkaç kitapçıya gittim, kitabı bulamadım. Sipariş verdim. Geldi ve okudum.
Son söyleyeceğimi baştan söylemek isterim: Bahsi geçen kitabı, Ahmet Hoca’nın bahsettiği evsafta, Filistin gerçeğini anlatan bir kitap olarak bulmadığımı söylemeliyim. Bu konuda yazılmış birçok kitap gibi bu kitap da, sadece, satır aralarında Filistin meselesinin serencamına projeksiyon tutmaktadır.
Kitabın[1] yazarı Susan Hanım veya kitabın kahramanı Nahr/Yakut, Altı Gün Savaşı’ndan sonra birçok Filistinli gibi, memleketini, şehri Hayfa’yı daha da kötüsü Kudüs’ü terk etmek zorunda kalan, Kuveyt’te yaşamayı seçen, -söylem ve eylemlerinde serbest- bir hanım.
Henüz 17-18 yaşlarında genç bir kızken Kuveyt’teki evlerinin üst katına Filistin’den gelen mülteci Muhammed’e âşık olur. Onu tavlar! Kısa bir flörtün ardından onunla evlenir. Aralarında ciddi bir sıkıntı yaşanmamasına rağmen Muhammed sessiz sedasız Nahr’ı terk eder ve bir daha dönmez.
Yaşadıklarından sükût-u hayale uğrar. Zor durumda kalır. Bütün erkeklerden nefret eder, hatta dünyaya küser. O buhranlı anında Nahr’ın imdadına Irak asıllı komşuları Ümmü Burak yetişir. Burak Nahr’a, terk edilmişliğini unutturmak için onu, farklı aktivitelere alıştırır.
Burak en sonunda yapar yapacağını… Nahr’ın ismi artık Yakut’tur… Geç saatlere kadar orada burada gezen, geç saatlerde eve gelen! Niçin geç geldiğiyle ilgili annesine sürekli yalanlar söyleyen! Parası da olan birisidir Yakut.
Saddam Kuveyt’i işgal ettiğinde o iyi bir Saddamcıdır. Çünkü Yaser Arafat Saddam’ı destekliyordu. Bilindiği üzere ABD öncülüğündeki birleşik kuvvetler, Irak’ı Kuveyt’ten çıkardı. Çıkardı çıkarmasına da yaklaşık beş yüz bin Filistinli mülteci, oldukça zor durumda kaldı. Dahası ülkeyi terk etmeleri istendi. O zorluğu yaşayanlardan birisi de Yakut ve ailesidir (annesi, kardeşi Cihad ve babaannesi Sitti Vasfiye).
Ürdün’ün başkenti Amman’da okurken Kuveyt’e izne gelen, izindeyken yakalanan Cihad, hapse atılır ve işkence görür. Zar zor hapisten çıkarılan Cihad’ın kolu kırılır, vücudu ise yara bere içindedir. Yakut, farklı yollarla kazandığı paralarla, Ümmü Burak’ın da yardımıyla, ailesini Kuveyt’ten Ürdün/Amman’a götürmeyi başarır. Göreceli de olsa artık düzenli bir hayatları vardır.
Yakut, bir yolunu bulup kocası Muhammed’den boşanmak için Amman’dan Filistin/Hayfa’ya gider. Kayınvalidesi tarafından çok iyi karşılanır. Özellikle kayınbiraderi Bilal, onun gelişinden çok mutlu olur. Muhammed yoktuysa da vekâletini kardeşi Bilal’e bıraktığı için kısa sürede resmî olarak boşanma gerçekleşir.
Geliş sebebi ortadan kalkan Nahr için artık Hayfa’da kalmasını gerektiren bir şey kalmaz. O da Amman’a gitmek için hazırlığa başlar. Fakat ne kayınvalidesi ne de kayınbiraderi gitmesini istemez. İkilemde kalan Nahr, onların sıcak ilgisinden, ülkesinde bulunmaktan yahut Bilal’e duyduğu sevgiden, gitmek istemez.
Bilal ateist bir genç olsa da İsrail’e karşı verdiği mücadeleden dolayı hem Filistin hem de İsrail’de çok iyi tanınmakta. Nahr, arkadaşları tarafında gerekli güvenlik testinden geçtikten sonra Bilal’le çalışmalara başlar. Ne var ki arkadaşları tarafından denenmesi Nahr’a ağır gelir…
Bir müddet sonra Filistin davası için birlikte çalıştığı, kayınbiraderi Bilal’le evlenir. Eylem, baskı zulüm derken hamile Nahr, zorlu koşullarda Amman’a gider. Yahudiler tarafından aranan Bilal’in akıbeti ise belirsiz…
TAMARA/ITAMAR
Karı-koca bir akşam evin terasında otururken Nahr’ın eski kocası ve Bilal’in ağabeyi Muhammed üzerinden aralarında bir konuşma geçer. Bilal birkaç kez ağabeyi hakkında açıklamada bulunmak istemişse de bir türlü fırsat bulamaz. Şimdi tam zamanıdır. Bu arada Bilal ağabeyine küstür:
Bilal: ‘Sana Tamara’dan bahsetmek istiyorum.’
Nahr: ‘Yine mi şu kadın? Ne olmuş ona?’ diye sordum; Tamara’nın adını duymak tüylerimi diken diken etmişti.
Bilal: ‘O…’ dedi gözlerini gözlerime dikerek, “bir kadın değil, bir erkek… Tamara onun takma adı. Asıl adı Itamar, senin kocanın, benim kardeşimin sevgilisi. Hâlâ da sevgililer sanırım. Sana söylemek istediğim de buydu. Kardeşimi ceza evine, ardından da Kuveyt’e gönderen, onu bir işbirlikçi yapan olaylardan bahsetmek istiyordum.”
Nahr: ‘Aklım ve bedenim birbirinden bağımsız tepkiler verdi. Bedenim çoktandır bildiği bir şeyi öğrenmenin rahatlığıyla hafiflemişti. Bedenim Muhammed’in beni neden istemediğini hep biliyor gibiydi çünkü… O hain bir iş birlikçiydi.’ Her ne kadar bir şey olmamış gibi davransa da aynı yastığa baş koyduğu kocasının Yahudi işbirlikçisi ve (…) olması onu şaşkına çevirdi. Bu hâlini gören kayınbiraderi… ‘Habibeti, iyi misin?’
Nahr: “…”, Bilal’in –habibeti- sevgilim demesi onu çok mutlu eder ve ‘elbette iyi olacağım.’ der.
Bilal: ‘İsrailli ve Filistinli liseli gençleri bir araya getiren bir programda tanışmışlar. Itamar bir Irak Yahudisi’ydi… Muhammed’e ne olduysa o kampta oldu.’ dedi. ‘Henüz on iki yaşındaydım ama onun değiştiğini görebiliyordum. Uzaklara dalıp duruyor, bizimle vakit geçirmeye yanaşmıyordu. Evdeyse ya udunu çalar ya da günlüğüne bir şeyler karalardı.’ Bilal günlüğü bulmuş ve her meraklı küçük kardeşin yapacağı gibi yazılanları, Itamar/Tamara’ya olan aşkını ve çektiği hasreti okumuştu. (…) ikisi de ud çalıyordu ve yakınlaşmaları da müzik sayesinde olmuştu. ‘(…) Ağabeyim üniversitedeydi. Kudüs’te bir restoranda çalışıyordu. Sanırım Itamar’ı görecekti. Birlikteyken bile birbirlerine Tamara ve Delilah diyorlardı. Delilah kardeşimin lakabıydı. (…)’”
Buraya kadar olan kısmı Susan Abulhava’nın kitabından kısa bir alıntı. Aslında nasıl ve nerede buluştuklarıyla ilgili ilginç olaylar da anlatılıyor. Fakat bu kadarla iktifa ettim.
ITAMAR BEN-GVİR (İsrail; Sosyal Güvenlik Bakanı)
Itamar Ben-Gvir’in babası Iraklı, Annesi de İranlı bir Yahudi. Altı Gün Savaşı’ndan sonra Filistin’e göç eden işgalcilerdendir. Itamar, Kudüs yakınlarındaki Mevaseret Zion işgal bölgesinde 1976’da doğdu.
Evli ve altı çocuk babasıdır. Günümüzde Kiryat Arba adlı işgal bölgesinde yaşamaktadır. Kiryat Arba, Filistinlilerin yoğun olarak yaşadığı el-Halil kentinin yakınındaki tartışmalı yerleşim yerlerinden biridir.
Gençlik yıllarından itibaren İsrail’de dahi terör örgütü olarak kabul edilen Kach Partisi’nin takipçisidir. Henüz on sekiz yaşında İsrail Savunma Kuvvetleri’ne katıldı. Fanatik söylem ve eylemleri yüzünden askeriyeden kovuldu.
Itamar Ben-Gvir, 1994’de teravih namazı esnasında 29 Müslüman’ın şehit olmasına, 125’inin ise yaralanmasına sebep olan el-Halil Camii katliamını gerçekleştiren Amerikalı Yahudi terörist Baruch Goldstein’in resmini evine asacak kadar fanatik birisidir.
Filistinliler için düşündükleri ve söyledikleri insanlık dışı olan Avukat Ben-Gvir, İsrail’deki aşırılıkçıların avukatlığını yapmasıyla tanınır. Gazze’nin tamamen ortadan kaldırılmasını isteyen, ateşkesin yapılmasını istemeyen, ateşkes imzalandıktan sonra da kabineden istifa edecek kadar azılı, fanatik bir Yahudi’dir.
Böyle birisi, 2019’da kurulan Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) partisinin başkanıdır. Girdiği ilk seçimde partisi üçüncü oldu. Varın şimdi Filistin-İsrail ilişkisini düşünün! O tarihte kurulan koalisyon hükümetinin Ulusal Güvenlik Bakanı yapıldı.[2] Bakanlığının icraatlarından biri olarak, işgalciler başta olmak üzere yüzbinlerce Siyonist’in silahlanmasını sağladı. Son Gazze soykırım ve katliamıyla beraber dünya bu adamın neme nem acımasız, ırkçı ve gaddar birisi olduğunu gördü/öğrendi.
Şimdi soru şu! İki ayrı kitapta geçen, ikisinin de Irak’tan göç eden Yahudi bir ailenin çocuğu olan, çok da hoş bahsedilmeyen Atamar/Itamar ile fanatik İsrailli siyasetçi Itamar Ben-Gvir aynı kişi mi yoksa isim benzerliği mi var? Ahmet Belada
[1] Susan Abulhava’nın kaleme aldığı Sevgisiz Dünyaya Karşı kitabı, Filistinli mülteci bir kadının bir erkeğe, aileye ve ülkeye duyduğu aşkı anlatan çarpıcı bir hikâye.
[2] Slavoj Zizek, Uyanmak İçin Çok Geç, İş Bankası Kültür Yayınları.