SEMED VURGUN :
AZERBAYCAN TÜRKLÜĞÜNÜN , KAFKASYA’NIN
ULUĞ ŞAİRİ
Çoh keçmişem bu dağlardan,
Durna gözlü bulaglardan;
Eşitmişem uzaglardan
Sakit ahan arazları
Sınamışam dostu, yarı...
El bilir ki sen menimsen,
Yurdum, yuvam, meskenimsen,
Anam, doğma vetenimsen !
Ayrılarmı könül candan ?
Azerbaycan, Azerbaycan !
Men bir uşag sen bir ana,
Odur ki , bağlıyam sana:
Hankı semte, hankı yana
Hey uçsam da yuvam sensen
Elim , günüm, obam sensen !
Feget senden gen düşende,
Ayrılıg menden düşende,
Saçlarıma den düşende
Boğar aylar, iller meni,
Gınamasın eller meni.
Dağlarının başı gardır,
Ağ örpeyin buludlardır.
Böyük bir keçmişin vardır;
Bilinmeyir yaşın senin,
Neler çekmiş başın senin.
Düşdün uğursuz dillere,
Nes aylara, nes illere,
Nesillerden nesillere
Keçen bir şöhretin vardır;
Oğlun, gızın bahtiyardır.
Hey bahıram bu düzlere,
Ala gözlü gündüzlere;
Gara hallı ağ üzlere
Könül ister şe’r yaza,
Gençleşirem yaza-yaza...
Bir terefin behr-i Hezer,
Yaşılbaş sonalar gezer;
Heyalım dolanar gezer
Gah muganı, gah Eldarı,
Menzil uzag, ömür yarı !
Sıra dağlar, gen dereler,
Ürek açan menzereler...
Ceyran gaçar,cüyür meler,
Ne çohdur oylağın senin !
Aranın, yaylağın senin.
Keç bu dağdan , bu arandan,
Astaradan, Lenkerandan.
Afrikadan, hindistandan
Gonag gelir bize guşlar,
Zülm elinden gurtulmuşlar...
Bu yerlerde limon sarı,
Eyir, salır budagları;
Dağlarının dumağ garı
Yaranmışdır garlı gışdan,
Bir sengerdir yaranışdan.
Lenkeranın gülü reng reng,
Yurdumuzun gızları tek.
Demle çayı , tök ver görek
Anamın dilber gelini !
Yadlara açma elini.
Sarı sünbül bizim çörek,
Pambığımız çiçek - çiçek,
Her üzümden bir şire çek
Seher-seher açgarına,
Güvvet olsun gollarına.
Min Gazah’da köhlen ata,
Yalmanına yata-yata,
At gan-tere bata-bata
Göy yaylaglar beline galh,
Kepez dağdan Göy göle bah !
Ey azad gün, azad insan,
Doyunca iç bu bahardan !
Bizim hallı halçalardan
Ser çinarlar kölgesine,
Algış güneş ölkesine !
Könlüm keçir Garabağdan,
Gah bu dağdan, gah o dağdan;
Ahşam üstü goy uzagdan
Havalansın hanın sesi,
Garabağın şikestesi.
Gözel veten ! Me’nan derin,
Beşiyisen gözellerin !
Aşıg deyer serin-serin,
Sen güneşin gucağısan
Şe’r, senet ocağısan.
Ölmez könül, ölmez eser,
Nizamiler, Fuzuliler !
Elin gelem, sinen defter,
De gelsin her neyinvardır,
Deyilen söz yadigardır.
Bir dön bizim Bakıya bah
Sahilleri çırag-çırag,
Burugları haygırarag
Ne’re salır boz çöllere
Işıglanır her dağ dere.
Nazlandıgca serin külek
Sahillere sine gerek,
Bizim Bakı, bizim ürek !
Işıgdadır güvvet sözü,
Seherlerin ülker gözü.
Gözel veten ! O gün ki sen
Al bayraglı bir seherden
İlham aldın...Yarandım men
Gülür torpag, gülür insan
Goca Şergin gapısısan !
Semed Vurgun adını nerede gördüm ? Şiirini ilk kez,nerede okudum ?
Azerbaycan Tebieti Mühafize Cemiyeti Sedri Coğrafya Profesörü Merhum Hesen Eliyev’in Heyecan Tebili adlı bir eseri vardır. Doğa korumacılar, Ekoloji ile ilgilenenler bu kitabı okumazlarsa, bildikleri noksan kalır. Üstad, bu eserinde Yaşıl Ciyer adlı bölümde dünya genelinde ve Azerbaycan özelinde ormanları ele almaktadır. Burada şu cümleler beni derinden etkiledi :
Gocalar negl edirler ki, lap bu yahın keçmişe geder Garabağ, Mil, Mugan ve Şirvan düzenliklerinde addımbaşı ceyran sürüleri ile rastlaşırmışlar. Bes, onlar indi niye görünmürler ? Ne üçün tebietin bu nadir heyvanlarını indi , nece deyerler, eli çıraglı daahtarıp tapmag mümkün deyil ?Neye göre Muganda onların nesli tamam kesilmişdir ?
Bunun sebebini birinci növbede , ganunsuz ov etmekde ahtarmag lazımdır. Çünki ovçu bizde , ümumiyetle , bir növ azad nişançıdır. Harda istese nişan alır, ne könlüne düşse vurur. Böyük şairimiz Semed Vurgun “ Mugan “ poemasında çok yerinde ve gözel demişdir :
Ovçu, insaf eyle, keçme bu düzden,
O çöller gızını ayırma bizden.
Goyma ağrı keçe üreyimizden,
Gıyma öz ganına boyana ceyran,
Ne gözel yaraşır Mugana ceyran !
AŞIG GARDAŞIMA
Gel gelem götürüb, goşa saz tutag,
Süsenler, sünbüller, güller bizdedir ;
Geceler goynuna ay gonag gelen
Sonası çığrışan göller bizdedir.
Bizim dünyamızda gülür gözellik,
Deyir bu mahnını bülbül ve keklik.
Yazın seher vahtı güllük, çiçeklik,
Ürek serinleden yeller bizdedir.
Elleri sevmişdir könlüm ezelden,
Ne çıhar uydurma şe’rü gezelden ?
Aldım ilhamımı min bir gözelden,
Ucu ter cığalı teller bizdedir.
Aşıg, bu yerleri sen heber alsan,-
Ayıldı dünyanın şöhreti insan.
Zülmün, garanlığın gebrini gazan
Kürekler, külüngler, beller bizdedir.
Ne hoşdur ellerin şirin avazı,
Güldü ölkemizin çiçekli yazı,
Şairin gelemi, aşığın sazı,
Bülbülü mat goyan diller bizdedir.
Bu yeni alemi duydugca ürek,
Göyler de sevinir gülümseyerek ;
Bir böyük bağ olur her şitil, tenek,
Bu guran, yaradan eller bizdedir.
1938
GÜLE – GÜLE
Maral çıhdı dağ döşüne
Seher vahtı güle-güle,
Sol elile sağ döşüne
Bir gül tahdı güle-güle.
Bilerziyi ağ altundan,
Yere düşdü göy atından...
Ala gözler gaş altından
Süzüb ahdı güle-güle...
Dedim : “ Ay gız, nedir adın ? “
Dedi : “ Menem, gözün aydın ! “
Dedim : “ bize dost olaydın ! “
Dönüb bahdı güle-güle.
Dedim : “ Aydır, gündür üzün ? “
Dedi : “ Meni dindir özün ! “
Geldi cavan ömrümüzün
Terlan bahtı güle-güle.
Ay dolandı, il dolandı,
Unuduldu eşgin andı.
O verdiyi sözü dandı,
Daşa çahdı güle-güle.
1942
DAŞSALAHLI GENÇLERE
Gelin size söhbet açım üreyimin sözünden...
Yene könlüm pervaz eyler bu dağları görende.
Men öpürem ağ birçekli anaların üzünden,
İnsan ömrü cavan galar e’tibarı görende.
Bu yerlerin zinetidir ayın, günün camalı,
Bir deryadır dünya görmüş ataların kamalı;
İnsan oğlu yarandığı veteninden kam alı...
Ömür gelib yaşa dolar düz ilgarı görende.
Bu torpağın her daşında bir igidin adı var,
Goy kesmesin ayağını bu dağlardan ilk bahar.
Unudulmaz el yolunda canı gurban olanlar,
Veten mülkü abad yaşar vefaları görende.
Men isterem güneş kimi yansın elin çırağı,
Yer üzünün her yanından gelsin onun sorağı,
Hüner olsun her dastanın evvelinci varağı,
Var ol, deyek, merd sifetli ruzigarı görende.
Goy çirmesin igidlerin külüng vuran golları.
Parıldasın güzgü kimi bizim kendin yolları;
İnsan oğlu algışlasın al geyinmiş baharı,
Yaratdığı bol dövleti, bol da varı görende.
Ahıb gelsin her gapıya Damçılının bulağı,
Cerge cerge gatar vursun üzüm bağı, nar bağı;
Gapımızdan kesilmesin gonagların ayağı,
Ev sahibi utanmasın dostu, yarı görende.
Goy bağ olsun, bağat olsun gapımızın dörd yanı,
Seher-seher güne bahsın evimizin eyvanı...
Dile düşsün kendimizin bu behtiyar dövranı,
Bülbül kimi ceh-ceh vurag çemenzarı görende.
Bahar vahtı seher tezden pencereler açılsın,
Üreklere yaz gününün gözel etri saçılsın.
Seadetin şerefine teze şerbet içilsin,
Hesteler de şefa tapsın ilk baharı görende.
Kendimizde ne çirk galsın ne öskürek, ne azar;
Goy bahanda üze gülsün suvanılmış divarlar.
Boynumuzda ana yurdun öz atalıg haggı var,
Goy baş eysin gencliyimiz ataları görende...
Şirin keçsin ömrümüzün her saatı, hem demi;
Dünyasından murad alsın her könülün hemdemi.
Goy yamyaşıl mehmer geysin her biçenek, her zemi;
Körpe ceyran düze gelsin subasarı görende.
Pencereden baş uzatsın otaglara sarmaşıg,
Üze gülsün her selige, her şeydeki yaraşıg;
Gelinlere te’rif desin her hanende, her aşıg,
Telli sazı, yastı neyi, bir de tarı görende.
Men isterem günden-güne taleyimiz ağ olsun,
Her kefiniz, her neş’eniz, damağınız çağ olsun.
Men yazanı öz elile yaradanlar sağ olsun,
Bahib-bahıb dastan goşum bu gülzarı görende.
1942
DAĞLAR
Bineleri çadır-çadır
Çoh gezmişem özüm, dağlar !
Güdretini sizden aldı
Menim sazım, sözüm, dağlar !
Maral gezer asta-asta,
Enib geler çeşme üste.
Gözüm yolda, könlüm sesde,
Deyin, nece dözüm, dağlar ?
Her obanın bir yaylağı,
Her terlanın öz oylağı;
Dolaylarda bahar çağı
Bir doyunca gezim, dağlar !
Gayaları baş-başadır,
Güneylere tamaşadır.
Gödek ömrü çoh yaşadır
Canım dağlar, gözüm dağlar !
Bir gonağam bu dünyada,
Bir gün ömrüm geder bada ;
Vurgunu da salar yada
Düz ilgarlı bizim dağlar.
1942
ALA GÖZLER
Yene gılıncını çekdi üstüme
Gurbanı olduğum o ala gözler.
Yene cellad olub durdu gesdime
Gelem gaş altında piyala gözler.
Başımdan getmişdi sevdanın gemi,
Heyalım gezirdi bütün alemi.
Bu dustag könlümü, deyin, yenemi
Çekdiniz sorguya, suala, gözler ?
Sevde yolçusuyam ezel yaşımdan,
Könlüm ayrı gezir can sirdaşımdan ;
Dağıdır huşumu alır başımdan
Süzülüb gedende heyala gözler.
Gerdenin minadır, boyun tamaşa,
Ay da hesed çekir o gelem gaşa.
Bir cüt ulduz kimi verib baş-başa
Yanıb şö’le salır camala gözler.
Menim sevgilimdir o gözel peri,
Goy üze vurmasın keçen günleri,
Men gedir bilenem ezelden beri,
Sizinle yetmişem kemala, gözler.
Cahanda her hökmü bir zaman verir,
Dünen dövran süren bugün can verir.
İller hestesiyem, yaram gan verir,
Siz meni saldınız bu hala, gözler.
1940
MEHEBBET İLHAMA ÇAĞIRIR MENİ
Yene de yam-yaşıl geyinir dağlar,
Göz kimi durulur gaynar bulaglar.
Eriyir güneyler döşündeki gar,
Yağış da isladır o göy çemeni,
Tebiet ilhama çağırır meni !
Ürek dil açır ki, sönmemiş odum,
Hücuma başlayır menim söz ordum...
Könüller mülkünde min yuva gurdum,
Unutmaz alemde seven seveni,
Mehebbet ilhama çağırır meni !
Görürem, dan yeri yene sökülür,
Göyden yer üzüne nurlar tökülür.
Zemiler, tarlalar üzüme gülür,
Gözümde saralır sünbülün demi...
Bu ne’met ilhama çağırır meni !
Men yaranmamışam göyler övladı,
Ezel şöhretimdir torpağın adı...
Bu eşgim çohuna gismet olmadı,
Şairim aç, payla söz hezineni,
Şe’riyyet ilhama çağırır meni !
O kimdir külüngü dağ kimi vurur...
Keçici bayrag da yanında durur.
Görürem, o yeni bir dünya gurur,
Loğmanlar yazacag bu gerineni,
Bu hikmet ilhama çağırır meni !
Car çekir çarhların çahnaşıg sesi,
Gızır baltaların polad pencesi,
Yatmayır Muganın, Milin gecesi...
Seslenir Vetenin çölü, çemeni,
Bu güdret ilhama çağırır meni !
Çöllere min deste gençler gelir...
De, Kürden, Arazdan neçe gol gelir?
Ay eller, Muganın ili bol gelir,
Sehralar emr edir : - yaz bu sehneni,
Bu töhmet ilhama çağırır meni !
Boz dağın goynunda bir deniz vardır,
Çinarlar sahilde gatar-gatardır.
Hemdemim lepeler, göy dalgalardır,
Uçur gayıgların ipek yelkeni,
Bu sür’et ilhama çağırır meni !
Aynabend evlerin eyvanı serin,
Yuyunur goynunda al şefeglerin.
Her batan ahşamın, doğan seherin
Hüsnü salamlayır min pencereni,
Seadet ilhama çağırır meni !
Şirvanda sayrışır bağlar-bağatlar,
Şenlikler yanında kişneşir atlar,
Ahır goşun-goşun eller, elatlar,
Elile keşf edir her defineni,
Bu senet ilhama çağırır meni !
Mugana su gelir Mile su gelir,
Ahışıb öz eli, ulusu gelir...
Torpağa insanın arzusu gelir..
Bağrıma basıram ana Veteni,
Bu ülfet ilhama çağırır meni !
Ürek dil açır ki,sönmemiş odum,
Hücuma başlayır menim söz ordum...
Könüller mülkünde min yuva gurdum.
Unutmaz alemde seven seveni,
Mehebbet ilhama çağırır meni !
1948
ŞAİR NE TEZ GOCALDIN SEN !
Bülbül olub düşdüm bağa,
Nale çekdim sola, sağa,
Sesim düşdü min budağa,
Susdu çemen...dindi gülşen:-
Şair, ne tez gocaldın sen !
Könül verdim min ahşama,
Pervane tek yandım şama...
Gözümden yaş dama-dama
Şam da dile geldi birden
Şair, ne tez gocaldın sen !
Meclislere düşdü yolum,
Gençlik oldu sağım , solum
Dedim yatıb rahat olum...
Sual gopdu her ürekden :-
Şair, ne tez gocaldın sen !
Tüfeng alıb çıhdım ova,
Doğdu güneş, güldü hava,
Ceyranları gova gova,
Cavab geldi güllelerden : -
Şair, ne tez gocaldın sen !
Kende getdim...bir ağ birçek
Gucagladı meni görcek.
O ağladı bir ana tek...
Dedi :-kaş ki, öleydim men,
Şair, ne tez gocaldın sen?
Geribedir : üzü arsız,
Şahta gelbi ilk baharsız...
Eşgi, sözü e’tibarsız
“ dostlarım “ da deyir be’zen :-
şair, ne tez gocaldın sen !
viran könlüm varag-varag...
esdi hezan, düşdü yarpag.
Ana veten, ana torpag
Bir ah çekdi sinesinden :-
Şair, ne tez gocaldın sen !
Polad sinem, döz bu derde,
Güneş batmaz ilk seherde...
İnsan donlu iblisler de
Bahib mene deyir gesden :-
Şair, ne tez gocaldın sen !
Gartal olub ganad açdım,
Zamanları keçib aşdım,
İnsanlardan uzaglaşdım,
Seda geldi yerle göyden :-
Şair, ne tez gocaldın sen !
1944
ŞAİR NE TEZ GOCALDIN SEN !
Ne’metse de gözel şeir,
Şair olan gem de yeyir.
Ömür keçir bu adetle,
Uğurlu bir seadetle.
Gören meni nedir deyir:
Saçlarına düşen bu den ,
Şair, ne tez gocaldın sen !
Dünen mene öz elinde
Gül getiren bir gelin de
Gözlerinde min bir sual heykel kimi dayandı lal...
O behtever gözelin de
Men ohudum gözlerinden :
Şair, ne tez gocaldın sen !
Ovçuluğa meyil saldım,
Gece gündüz çölde galdım,
Dağ başından enib düze
Bir oh kimi süze – süze
Neçe ceyran nişan aldım :
Cavab geldi güllelerden :
Şair, ne tez gocaldın sen !
Be’zen uca, be’zen asta,
Ötür sazım min sim üste.
Andı yalan, eşgi yalan,
Dostluğu da rüşvet olan,
Ürek yıhan bir iblis de
Üzevari deyir herden :
Şair, ne tez gocaldın sen !
Saç ağardı, ancag ürek
Alovludur evvelki tek.
Saç ağardı, ancag ne gem !
Elimdedir hele gelem...
Bilirem ki, demeyecek
Bir sevgilim, bir de Veten :
Şair, ne tez gocaldın sen !
1953
NİZAMİ
Yoğruldu bütün varlığın ümmidle hünerden,
Şimşek kimi keçdikce garanlıg gecelerden,
Her kelimeni, her şe’rini bir top kimi atdın,
Sevda yuhusundan bizi vahtında oyatdın.
Hoş geldin, ezizim, gelişinden ana yurdu
Dünya evine bir yeni söz gurdun...
Keçdikce nesiller o senin söz çemeninden,
Eller, obalar ders alacagdır hele senden.
Ölmez bu gözel aleme idrakla gelenler,
Me’na evinin sirrini vicdanla bilenler,
Sensen ebediyyet dediyim sevgili dildar,
Daşlarda, çiçeklerde, üreklerde adın var.
Aydanmı, güneşdenmi yarandın, de, nedensen?
Halgın gözü de, gelbi de, vicdanı da sensen.
1939
ARAS ÇAYI SINIR OLUR MU?
Aras ırmağı Azerbaycan topraklarını sular. Doğu Anadolumuzun Bingöl Dağlarının kuzeyindeki bir çok pınardan çıkan sular birleşir, Erzurum yakınlarında doğuya doğru akar gider. Yine Ardahan yaylasının karlı sularıyla gıdalanan Kura Çayı da bizden sonra Gürcistan’dan geçer, Azerbaycan toprağına girer, akar akar ve Hazar Denizi’ne ulaşmadan önce Aras ırmağı ile birleşerek , yarattıkları bir deltadan Azerbaycan Halkının Kuzgun Denizi, Bahri Hazer, Kaspi Denizi dediği Hazar Denizi’ne dökülür.
Kura çayına Azerbaycan halkı Deli Kür adını da verirler. Bu ırmak üzerinde Mingeçavur Sututarı ve Deryacası ortaya çıkmıştır.
Günümüzde Aras ırmağı İran ile Azerbaycan Respublikası arasında sınır çizmektedir.
Bu, Rus Çarlığı ile İran Şahlığının aldığı bir kararın sonucudur.
Bu, doğal bir sınır değildir.
Tarih 22 şubat 1828’dir.
Bu, Azerbaycan tarihini, coğrafyasını temelinden değiştiren uğursuz bir sulhnamenin tarihidir.
Rus ordularının komutanı Paskeviç ile İran şahı Abbas Mirza arasında imzalanan sulhname ile Aras ırmağının kuzeyinde kalan toprakların Ruslara ait olduğunu İran yönetimi kabul etmiş olmaktadır.
İran orduları ile Rus orduları arasındaki savaşlardan en çok etkilenen , en çok zarar gören
Azerbaycan halkı olmuştur. Bütün bu olaylar Türk kabileleri arasında büyük heyecanlara,
Yerleşme düzenini kökünden değiştiren göçlere yol açmıştır.
Bu tarihten sonra Şimali Azerbaycan’da ağır bir Rus etkisi; Cenubi Azerbaycan’da da yoğun bir Acem etkisi kendini göstermeğe başlamıştır. Öyle ki, bir zamanlar Kafkasya’daki Önasya’daki iki büyük Türk kültür merkezi olan Baku ile Tebriz halkı birbirini anlayamaz hale getirilmek istenmiştir.
Fakat, Çarlık Rusyasının bütün baskılarına karşın, Baku direnmiş ve köklü kültürel birikimini geliştirmeyi sürdürmüştür. Sovyet döneminde de aynı durumu görüyoruz. Milletçi olarak suçlanan pek çok ziyalının 19337lerde ortadan kaldırılması Baku’nun, Azerbaycan kentlerinin kültürel gelişmesine büyük zarar verse de,
Kuzey Azerbaycan’ın varlığını, öz benliğini koruduğunu görüyoruz.
Benzer gelişmelerin Güney Azerbaycan’da olduğunu söylemek zordur.
Farisi etki Kaçarlar döneminde olduğu gibi Pehlevi ailesinin şahlığı zamanında da sürüp gelmiştir.
Şimdi üstadın, Güney Azerbaycan’a duyduğu derin özlemini dile getirdiği şiirini okuyalım.
KÖRPÜNÜN HESRETİ
Araz gırağında dayandı gatar,
Ele bil gelbim de dayandı bir dem...
Sıhlaşdı göydeki seyrek buludlar,
Deyesen, başıma dolandı alem.
Başlar uzanmışdır pencerelerden,
O taya...o taya bahışır hamı.
Yanımda sevgilim ağlayır herden,
Deyir ki, “ ah, Araz, tut ilticamı,
Menim Sara bacım indi hardadır ?
İyirmi ildir ki, uzaglardadır “.
Araz dağlar yarıb, gayalar delir,
Zamanın fikri tek ahır sür’etle.
Gayalı dağlar da salama gelir,
Ele bil baş eyir ona hörmetle.
O tayda gördüyüm çardaglı damlar
Heyalı küsdürür bu kainatdan.
Gezir kend yanını seyrek adamlar,
Sanki baş götürüb gedir heyatdan...
Heyetler bomboşdur, gapılar bağlı,
Evler üz döndermiş biri-birinden,
Torpag nale çekir sinesi dağlı,
Bir tüstü galhmayır ocag yerinden.
Kendin üstündese bir gebristanlıg
Gerg olur göylerin göz yaşlarına.
Yaşaran gözlerim bahır bir anlıg
Eyilmiş, yıhılmış baş daşlarına.
“ Gayalı dağı “ da duman almışdır,
O dünya görmüşdür...Yahşı bah ona !
Ne geder cenaze yola salmışdır
Bir şeher boydakı o gebristana...!
( Ah, ürek duydugca bu sehneleri,
adetim olmuşdur alışıb yanmag.
Yangına düşmüşdür könlüm şeheri,
Böyük bir derd imiş şair yaranmag ! )
Şairim ! Bu sözler galsın bir yana,
Yaş ötür...gayıtma ric’etlere sen !
Bir şe’r bağışla Azerbaycana,
Araz üstündeki bir daş körpüden !
Gurmuş bu körpünü bir me’mar eli
Baş-başa çatılmış tağlar üstünde.
Hilgetden yaranmış onun temeli,
Dayanmış gayalar, dağlar üstünde.
Kim bilir neçedir, körpünün yaşı,
Şahidi min bahar, belke min gışdır!
Feget bir kerpici, sade bir daşı
Hele öz yerinden oynamamışdır...
Toplar, tophanalar keçmiş üstünden,
Hele daş sütunlar durur vügarla.
Körpü Araz üste düşdüyü günden
Şir kimi döyüşür sert dalgalarla.
Üzüne gün düşüb, şefeg gülende
Kerpici bir yagut kimi gızarır.
Üstüne dağlardan duman gelende
Sert gayalar kimi o da bozarır.
Deyirler, gış ağır gelende tek-tek,
Körpünün üstünde tar bağlayır gar.
Garanlıg yol salır yerden göyedek,
Bir canavar kimi ulayır ruzgar.
Gözüm körpüdedir...Dayanmış gatar,
Ele bil, sahlayır o bizi gesden.
Hanı zıngırovlu – yüklü karvanlar ?
Bir guş da keçmeyir körpünün üstden...
Ahşam geribliyi dağlardan enir,
Sakit derelere bir hesret çökür.
Araz gah parlayır, gah kölgelenir,
Be’zen de hıçgırır o hönkür-hönkür.
Gözüm körpüdedir ...Dayanmış gatar,
Ele bil o gesden sahlayır bizi.
Körpünü basmışdır yabanı otlar,
Ne cığır görünür, ne ayag izi...
Kim bilir, kim bilir, ne vahddan beri
Bir insan keçmeyir bu daş körpüden.
Ele bil, yol çekir onun gözleri,
Feget ne gelen var, ne de bir geden.
O kimdir? Gözüme görünür bu dem ?
Kimdir o ihtiyar ? Heyaldır, nedir?
Yoh, yoh, o ne heyal, ne efsanedir,
Gördüyüm insandır, gözlerinde gem...
Çatıb gaşlarını körpüye bahir,
Gelbinde dağ boyda sözümü vardır?
Başından tüstüler, dumanlar galhır,
Cansız elleri de gabar-gabardır...
Bildim, o me’mardır...O yaradandır.
Yahın gel, ohucum, bah ellerine !
O, Araz üstünde heyli zamandır
Ağlayır har olmuş emellerine...
Kim bilir, kim bilir, ne vahtdan beri
Bir insan keçmeyir bu daş körpüden.
Ele bil yol çekir onun gözleri,
Feget ne gelen var, ne de bir geden...
1948
LEZGİ GIZI
Eteyini çirmeyerek
Samur çaydan keçende sen,
Hefif-hefif esen külek
Öpdü senin gül üzünden...
Könül dedi : dayan bir az,
O dilberin seyrine dal;
Dedim tora yahın durmaz
Ovçu görmüş ürkek maral.
Açdı heyal yelkenini
Samur çayın baş bendine,
Ürek dedi : bağla meni
O gözlerin kemendine.
Gelib çıhdın sen sahile,
Ayağını öpdü çemen.
Ne men geldim, ne sen dile,
Bu da keçdi ömrümüzden...
Sen ömrünün genc yaşında
Addımını saya-saya
Gelib keçdin dağ başında
Tüstülenen bir komaya.
Ürek galdı yana-yana,
İlk görüşden ayrıldıg biz,-
Galdı ayag izlerimiz...
1939
SAMUR ÇAYI
Aylar, iller ilham alır bu füsunkar gözelden,
Bir tamaşa yaranmışdır onun boyu ezelden.
Bugün menem Samur çayın sahilinde dayanıb
Bu canana öz sinemden söz dastanı düzelden.
Garlı dağlar gucağından şırıl-şırıl süzülen,
Çemenlerin ayağına inci kimi düzülen,
Sahillerde güzgü kimi şefeg salan büsatın
Sağlığına söz tutarag söz deyirem indi men!
Samur çayı salam verir bizim ağır ellere,
Öz suyunu şerbet kimi o paylayır çöllere;
Dümsükleyib tebieti yuhusundan oyadır,
Algış onun yahasında tarih yazan ellere !
Samur çayı bu dağların eteyinden keçende,
Gayaların ayağını gılınc kimi biçende,
Şirin olur yolsöhbeti, yol ocağı, yol üstü
Ağır eller dağ döşünden gışlaglara köçende.
1939
YADA SAL MENİ
Aşıg Şemşir , Delidağdan keçende
Keklikli daşlardan heber al meni.
Ceyran bulağından gızlar içende
Saz tutub, söz goşub, yada sal meni.
Hay vurub, gıy vurub, ses Sal dağlara,
Gözeller oylağı göy yaylaglara.
Menim bu derdimi de oylaglara-
Sinemden ohladı bir maral meni.
O ceyran bahışlı bahdı uzagdan,
Canımı odlara yahdı nahagdan,
Yüz il de dolanıb keçse o vahtdan
Unutmaz alemde ehli-hal meni.
Gelmişem gezmeye sizin dağları,
Bahim yaylaglara doyunca barı.
Bu yere şairin düşdü güzarı,
Gözel garşıladı hoş igbal meni.
Beht meni bu yere gonag gönderdi.
Gedirem, yamandır ayrılıg derdi;
Deme Semed Vurgun geldi-gederdi,
Unutmaz bu oba, bu mahal meni...
1955
ALA GÖZLER
Yene gılıncını çekdi üstüme
Gurbanı olduğum o ala gözler.
Yene cellad olub durdu gesdime
Gelem gaş altında piyala gözler.
Başımdan getmişdi sevdanın gemi,
Heyalım gezirdi bütün alemi.
Bu dustag könlümü, deyin, yenemi
Çekdiniz sorguya, suala , gözler ?
Sevde yolçusuyam ezel yaşımdan,
Könlüm ayrı gezir can sirdaşımdan ;
Dağıdır huşumu alır başımdan
Süzülüb gedende heyala gözler.
Gerdenin minadır, boyun tamaşa,
Ay da hesed çekir o gelem gaşa.
Bir cüt ulduz kimi verib baş-başa
Yanıb şö’le salır camala gözler.
Menim sevgilimdir o gözel peri,
Goy üze vurmasın keçen günleri,
Men gedir bilenem ezelden beri,
Sizinle yetmişem kemala, gözler.
Cahanda her hökmü bir zaman verir,
Dünen dövran süren bugün can verir.
İller hestesiyem, yaram gan verir,
Siz meni saldınız bu hala, gözler.
1940
DAĞLIK KARABAĞ
Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar.. Avrasyanın jeopolitiğinde bu üç bölge tarih boyunca daima büyük rol oynamıştır. Britanya İmparatorluğunun 3 B ( Basra-Baku-Batum ) üçgeni planını günümüzde ABD üstlenmiş görünmektedir. XIX. Yüzyıl başlarında Azerbaycan’da hanlıklar vardı. Gence Hanlığı, Kuba Hanlığı, Şeki Hanlığı, Şirvan Hanlığı, Hoy hanlığı, Tebriz Hanlığı, Erdebil Hanlığı, Halhal Hanlığı..
Osmanlı Devletinin doğu sınırları zaman zaman bu hanlıkları da içine alacak şekilde çiziliyordu. 4. Murat Han’ın Revan seferinde günümüz Ermenistan’ı ve Şimali Azerbaycan’ın, Cenubi Azerbaycan’ın büyük bölümü Osmanlı egemenliğine girmişti. Fakat XIX. Yüzyılda Osmanlı’nın etkisi azaldıkça kuzeyden Rus baskısı artıyordu. Kuzeyden sarkan Çarlık Rusyası ordularına karşı İran’daki Nadir Şah ‘ın orduları savaşıyordu.
Fakat İran şahları da Azerbaycan’a rahat vermedi. Öte yandan hanlıklar kendi aralarında da sürekli bir savaş halindeydiler. Bu kargaşa ortamında Çarlık orduları hanlıkları birer birer ele geçirmeğe başladı.
1805’de Gence Hanlığı Rus ordularına geçit vermedi. Cevat Han, bir nefer gibi döğüştü , şehrinin kalesini savundu ve şehit düştü. Günümüzde hala Gence Hanı Cevat Beyin kahramanlığı halk destanlarında yaşamaktadır.
Karabağ Hanlığı 1822’de Rusya’ya katıldı. Cavanşir Beylerinin egemenliğindeydi o zaman.
Dağlık Karabağ’ı üstad Semed Vurgun şöyle anlatıyor 1940’daki bir yazısında : Garabağ gözeldir. Onun keçilmez dağlarını, galın ve ayag deymemiş meşelerini, dağ sellerini ve şeffaf bulaglarını Azerbaycan şairleri öz şe’rlerinde az terennüm etmemişler. Uca dağların döşünde Şuşa şeheri düşmüşdür. Şuşa neinki özünün gözel tebieti, yüksek poetik ve ahengdar kulturası ile de şöhret tapmışdır. Şuşanı ebes yere musigi ve poeziyanın beşiyi adlandırmırlar. Demek olar ki, Azerbaycan’ın bütün meşhur ohuyanları ve çalanları Cabbar Garyağdıoğlu, kompozitor Üzeyir Hacıbeyov, Bülbül, meşhur tarçalan Gurban Primov ve bir çoh başgaları Şuşa’da doğulmuşdur..”
Hurşid Banu Natevan Hanım Karabağ Hanının kızı idi. 1837’de Şuşa’da anadan oldu.Babasının yerine hanlığı üstlendi. Meclisi Üns adlı bir edebi derneği düzenli olarak topladı. Dağlık Karabağ’ın bütün işleri bu toplantılarda görüşülür, kararlar alınırdı. Natevan Hanım, Hanlığını geliştirmek istiyordu. Okullar açtı, hastaneler yaptırdı, sulama kanalları açtırdı. Fakat, çıkarına dokunduğu bazı derebeyleriyle de ömrü boyunca çatıştı. Hanlığın ileri gelenleri Natevan Hanıma uygun bir damadı Karabağ’dan bulamayınca Kuzey Kafkasya’dan bir bey oğlu getirdiler. Ne damat Karabağ’ı sevebildi, ne Natevan hanım mutlu olabildi. Damat, doğduğu diyarı özlüyor; sık sık memleketine gidiyordu. Hele , bir oğlunun gözleri önünde eridiğini gördükçe Natevan hanımın isyan duyguları şiirlerine yansıyordu.
Üstadı dinleyelim : “ O, esas e’tibarile lirik şairedir. Natevanın bütün yaradıcılığı XVI esrin dahi Azerbaycan şairi Füzulinin te’siri altında olmuşdur. Talantlı ve hessas şaire, necib insan olan Natevan, o vaktin feodal Azerbaycanında hukuksuz kadının ve ananın ağır veziyyetini derinden duyurdu. Şiirlerinde böyük insanın güsse ve kederi var :
Zemane saldı eceb möhnetü melale meni,
O mahrudan irag verdi gem zavale meni.
Başga bir şe’rinde o bele yazırdı :
Ne men olaydım ilahi, ne de bu alem olaydı!
Ne de bu alem era dil mügeyyedi-gem olaydı !
Şairemizin bu acı setirlerinde feodal dünyasının düşünce ve hiss adamlarına ne geder darlıg etdiyini görürük. Onların kederi ictimai edaletsizliye garşı, insanın köleliyine ve onun leyagetinin alçaldılmasına garşı olan protest formalarından biridir.
Natevanın yaradıcılığında uşaglara olan böyük ana mehebbeti tez – tez tenennüm edilir. Şaire vahtsız ölmüş oğlunun taleyi üçün acı göz yaşları ahıdır :
Yanar canım oğul, daim senin nari-ferağında,
Nece pervaneler herdem yanar şem’in ayağında,
Güli-ruyin havasile çıhır eflaka efganım,
Olur bülbül nevası gül feragü iştiyagında.
Senin veslin heyaliyle gözü-könlüm gezer daim,
Ki, çün, Mecnuni- sergeşte, gezer Leyla sorağında.
Ne hali-gametin zikri menim virdi-zebanımdır,
Demadem naleyi-gumri olur servin budağında.
O şirin leblerin şövgi, günü-günden olub efzun,
Eger Ferhad tek yüz il dolansam hicr dağında.
Herisem bes ki, ol Şirin zebanın zikrine, herdem
Olur hoş nitgli tuti şeker olsa demağında.
****