TELEVİZYON DİZİLERİ

Televizyon yayınları ülkemizde 1968’in aralık ayının son günü başladı. Sinemaya gidip film izleme alışkanlığı, giderek,  evde kalıp televizyon izlemeye dönüştü. Sinemalar, yazlıklar birer ikişer kapandı.  Televizyonda önceleri bölge bölge “paket yayın” yapılıyordu. Ankara, İstanbul, İzmir, Çukurova,Kayseri, Trabzon…Devlet televizyonu ülke genelinde yayın ağını 1974’lerden başlayarak  genişletti. Özel kanallar başladı yayın yapmağa . Bu arada TRT de ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci kanallarını devreye soktu.

 XX. yüzyılın en etkili kitle iletişim aracı olan televizyon, özellikle diziler yoluyla milyonları ekran karşısına toplamayı başardı.  Denilebilir ki, yalnızca kulağa seslenen radyodan sonra,  hem kulağa, hem göze seslenen iletişim aracı olarak televizyon XX. Yüzyılın en önemli buluşudur.

 Türkiye’de önceleri yabancı film şirketlerinin dizileri yayımlandı.

Bu alanda deneyimleri vardı onların. Özellikle ABD,Holywood ürünü tv dizileri…

Kaçak…Doktor Kimbıl’ın serüvenleri insanları mıknatıs gibi tv karşısına çekiyordu.

Komiser Kolombo, Yalan Rüzgarı, Avukat Falkonetti, Doktorlar, Flamingo yolu, Şerif Taytıs, Dallas, Bonanza, Sıcak yaz, Sarı Gül Çiftliği,  Şahin Tepesi, …

 1990’larda ABD yanında Brezilya , Meksika tv dizileri ortalığı kırıp geçiriyordu.

Herkes onlardan söz ediyordu. Basında pek çok yazı yayımlanıyordu onlar hakkında.

Mübalaga…Habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapmak ne demek, bu dizilerde ortaya çıkıyordu.

 Nitelikli olanlar da vardı. Çizgi filmler özellikle çocukların ilgisini çekiyordu.

Heidi, Marko…Ergin insanlar da izliyordu bunları…Genellikle Japon yapımıydı bu filmler.

Fon müzikleri de özenle seçilmiş, kurgulanmıştı. Pastoral bir tad veriyordu seyredenlere.

 1980’lerde bizde de  yerli diziler toplumu derinden etkilemeğe başladı.

Örneğin Aşkı Memnu, Dördüncü Murad yayınlanırken yaşam duruyordu sanki.

Kartallar Yüksek Uçar yayınlanırken sokaklarda kimse kalmıyor, herkes tv karşısında yerini alıyordu. Esnaf dükkanını kapatıyor; günlük kazancının yetersizliğine aldırmıyordu. Bunlardan bazıları hala önemini korumakta ve anımsanmakta… Kaynanalar, Parmak Damgası, Perihan Aba, Bizimkiler, Süper Baba, Acımak, İkinci Bahar, Yaprak Dökümü…

 Her kurum ve kuruluşta insanlar bu dizileri seyretmekteydi.

TBMM’ nde bir mebus Başkanı uyarmıştı:

“ Sayın Başkan! Oturumu kapatın lütfen, sevdiğimiz dizi televizyonda başlamak üzere!”

 Sözlü sormacayla ( anket )  elde ettiğim veriler şunlar…2011 yılı Nisan ayında…Yemek yerken, odama gelen arkadaşlarımla yarenliklerde sorarak öğrendiğim …En çok izlenen tv dizileri…Günlere göre…Dökümünü şöyle yapabilirim.

 Pazartesi : Yer gök aşk.

Salı : Öyle bir geçer zaman ki.

Çarşamba: Muhteşem yüzyıl.

Perşembe : Fatmagül’ün suçu ne?

Cuma : Hanımın çiftliği.

Cumartesi : Lale Devri.

Pazar : Behzat Ç.

 Bunlar en çok beğenilenler imiş. Bir de Deniz  yıldızı gibi her akşam, diger tüm dizilerden önce yayımlandığı için yeğlenenler de var. Asıl dizi başlamadan, bu da arada izleniyormuş.

 Bu arada, diziler yineleniyor asıl yayımlandığı günün dışında.

Yalnız akşamları değil gün ortasında da.

 Bu olağanüstü yarışta firmalar “reyting araştırması” yaptırıyorlar. İlgi görmeyen bir dizi yayından kaldırılıyor. Emek verenler , karşılığını alamıyorlar, maddi zarara uğruyorlar.

Yitirilen zaman, umut bağlayanların uğradığı düş kırıklığı…

 Bu arada, diziler günlük yaşamın bir parçası olduktan sonra, Türkiye’de çerez sanayisi büyük bir gelişme gösteriyor. Çünkü, yurdum insanı tv dizisi seyrederken daha çok tüketiyor leblebiyi, fındığı, fıstığı, kuru üzümü…

 Akşamları, evlerde tartışmalar da çıkıyor olmalı. Artık evlerde iki, üç televizyon olsa da.

 “ Hanım ! Haberleri izleyelim; şu kanalı aç da !”

“Hep çatışma, hep trafik kazası., hep cinayet, hep aile faciaları… Değişen bir şey yok ki. Bıkmadın mı aynı haberlere bakmaktan!”

 “ Anneciğim, biliyorsun, ben öbür kanaldaki gençlik dizisini seviyorum.”

“ Kızım, senin ödevin yok mu, çalışacak dersin yok mu? Çekil odana, git çalış!”

 “ Ağabey, maçlar ne oldu, maçlar ?”

 “ Valla kardeşim, bitirmek zorunda olduğum bir roman var. Kitap da tuğla kalınlığında. Özeti çıkarıp edebiyat hocasına vereceğim. Dizi seyretmekten vakit kalmıyor ki. Sen biliyor musun, internette bu kitabın özeti falan var mıdır?”

 “ Geliiin, gelin! Hani yaşlı adamın oğlu vardı da, babasının kim olduğunu bilmiyordu, ne oldu onlar?

 “ Tamam babacığım, ara versin, reklamlar başlasın, gidip dersime çalışacağım.”

 “ Hasancığım, sen ne zaman başlıyorsun yüksek lisans tezini yazmaya, süre azalıyor ha!”

“ Yahu, tiryakilik yaratıyor bu diziler be! Sürekli erteliyorum. Ha bugün, ha yarın !”

 “ Öğretmen beeey! Çocuklar bekliyordur şimdi sınav sonuçlarını! Ne zaman okuyacaksın kağıtları?”

 “ Mehmet Bey ile Nergis Hanım bize gelecekmiş. Sevdiğim dizi var. Onlar varken nasıl izleyeceğim ki?”

“ Aldırma hanım! Gün boyunca yeniden yeniden yayımlıyorlardır. Sonra, seyretmesen ne olur, komşulardan duyarsın gelişmeleri nasıl olsa.”

 “ İngilizceden çeviri yapmam gerekiyor. Fakat nasıl! Diziler tutsak aldı bizi, be birader.”

 “ Kızım, şu yemeğini doğru dürüst yesene! Böyle çiğnemeden şapır şupur…”

“ Aman anneee! Siz de şu mutfağa küçük ekran da olsa bir televizyon almadınız.”

“ Olur kızım olur. Senin odana da alırız bir tane. Artık, nasıl ders çalışacaksan? Bu kafayla sen üniversiteye de giremezsin. Taşradaki fakültelere bile puvanın yetmez.”

“ Sağol anne! Nasıl da motive edici konuşursun. Sağol.”

 “ Evin reisi olarak, hangi diziyi seyredeceğinize ben karar veririm.”

“ Geçti o devirler baba, geçtiii!  Evin reisi sen değilsin artık. Dinozorların soyu kuruyalı  çok oldu.”

“ Saygısız! Kendine gel. Ben babayım. Unuttun mu? Hadi bakayım odanıza, marş marş!

 “ Tezini yönettiğim öğrenci öyle sorular sordu ki, diziyi tam izleyemedim. Ne oldu, nasıl bitti? İnsan biraz anlayışlı olmalı, değil mi? Hep seni mi düşüneceğim be! Benim de kendime göre bir yaşayış düzenim var, haksız mıyım?”

“ Sen 20 yıl öce tezini yazarken,  hocana danışmıyor muydun?”

“ Evet, ama, ben kısa kesiyordum. Ödüm sıdıyordu, hocamın vaktini alıyorum diye.”

 “ Bu diziler yüzünden gazete de okuyamaz olduk. Verdiğimiz para boşa gidiyor.”

“ Madem okumayacaksın, alma efendim.”

“ Gazetesiz de durulmaz ki, hanım! Sonra, çocukların basılı yayın organlarıyla …”

“ Aman! Oğlun, kızların da bir hevesli ki gazete okumaya. Dizilerden, çetlerden, cep telefonu sohbetlerinden vakitleri  mi kalıyor ki zavallıların !”

 “ Azizim, dil, edebiyat öğretmeni olacak birkaç ay sonra. Bir kız öğrencim dedi ki, bana : Hocam, Halid Ziya Uşaklıgil’in yeni bir romanı yayımlanmış, Aşkı Memnu adında. Bu yazar nerde yaşıyor şimdi? Başka eserleri var mı? Anla artık. Ansiklopediye bakma alışkanlığı  verememişiz liselerde . Fakülte eğitimi de zayıf. Sanki 5 yıl boşa geçiyor gibi geliyor bana.”

“ Evet. Olasıdır ki, Orhan Kemal’in de yaşadığını, Hanımın Çiftliği’ni  yeni yazdığını düşünüyordur bazı öğrencilerimiz.”

 Sonuç…Kentlerde, beldelerde, köylerde günlük yaşam düzenini diziler belirliyor…

Etkisi yalnız seyredildiği an ile de sınırlı kalmıyor. Ertesi gün devlet dairelerinde, okullarda, hanımların gün toplantılarında, pazarda, tarlada, kahvehanede de  diziler yorumlanıyor, tartışılıyor. Gazetelerin internet sayfaları son gösterilen bölümleri de yayınlayabiliyor.

 İlerde, bir araştırmada Türkiye’de  televizyonun etkileri konusu ele alındığı zaman dizilere ayrıcalıklı bir yer verilmeli…Çünkü yoksul gecekondulardan konaklara, köy evlerinden saraylara dek bu çekici, gelbanası güçlü yayınlardan etkilenmeyen yok gibi.

                                                                                                                         ----------------------------------