BENİM GÜZEL IHLAMUR AĞACIM

Bir alıç bilirim Anadolu’da

Dallarında yüzlerce adak

Yolcular geçer önünden

Yayan yapıldak

 

Ulu bir ağaç olsa diyorum

Gölgesine uzanıp yatsak

Eğilse dalları üstümüze

Yaprakları hışırdayarak

 

Umutları yeşerir alıcın

İçini bir kitap gibi okur toprak

Özlem dolu türküler tutturur

Karanlıkta yıldızlara bakarak

 

Sonra kış gelir içi burkulur

Yalnızlık gerçekten acı

Karlara gömülü kalır

Bozkırdaki alıç ağacı. (*)

 

 

………………………………………………………………….

 

 

 

 

Şairimiz alıç ağacını anlatmış. Duygulu, güzel…

Biz bu yazımızda ıhlamuru ele alacağız.

Gür yeşil…Küpe gibi sarkan çiçekleriyle göz alıcı…

Pek hızlı büyüyor; uzun ömürlü…Yüzlerce yıl yaşayabiliyor.

Hem de o çiçekleri güzel mi güzel kokuyor.

Sağaltıcı değeri olan çiçekler.

Neye iyi geliyor ?

Solunumu kolaylaştırıyor, sinir sistemini rahatlatıyor.

Öksürüğü kesip göğsü yumuşatıyor. İnfüsyon halinde kullanılıyor.

Terletiyor , sidik artırıyor , safra söktürücü olduğundan  uykuya hazır da ediyor insanı. Varsa portakal çiçeği de eklenirse, eczaneye, dermanhaneye gidip ilaç almağa gerek bırakmıyor.

Soğuk algınlığının bir nolu dermanı, emi, ilacı…

Ihlamur ağacından doğal boyamacılıkta da kullanılıyor. Kabukları şap ve çam kabuklarıyla birlikte kaynatılarak ışığa ve yıkamaya karşı dayanıklı açık ve koyu kahve rengi boya elde ediliyor. Bu has boya ile pamuk,yün ipliklerinin ve balık ağlarının boyanmasında değerlendiriliyor.

Botanikte ıhlamur : Ihlamurgiller familyasının Tilia cinsini oluşturan ıhlamur ağaçlarının 30 kadar türü var. Tilia corchorus, grewia. Kuzey yarıkürenin ılıman bölgelerinde dağınık olarak yetişiyor. Ormanlarda başka ağaçlarla karışık olarak bulunuyor.

Parklarda, bahçelerde, yok kenarlarında ıhlamur ağacı dikilmişse gözler şölene doyuyor. Sonbaharda yaprağını döküyor. Dalların üzerinde almaşık olarak dizilen yaprakları uzun saplı, yürek biçimli ve kenarları dişli oluyor.

İlkbaharda açan uçuk sarı boyaklı çiçekler üçlü ya da beşli demetçikler halinde yaprak koltuklarından sarkıyor. Her demetçiğin ana sapı, ince uzun ve zarımsı bir bürgü yaprağıyla kaynaşmış durumda oluyor.

Çiçeklerin tozlaşması böcekler, özellikle arılar aracılığıyla oluyor. Balözü toplamak üzere çiçekten çiçeğe dolaşan arılar çiçektozlarını da taşıyarak döllenmeyi sağlarlar. Böylece ağacın yuvarlak ve küçük meyveleri oluşuyor. Arıların, özellikle Tilia americana çiçeklerinden topladıkları balözüyle yaptıkları hoş kokulu ıhlamur balı değerlidir, çok yeğlenir.

Ülkemizde ıhlamur ağaçları nerelerde yoğunluk gösteriyor ?

Doğal olarak  yetişen gümüşsü ıhlamur (Tilia argentea)  yanında Tilia  platyphyllos (büyük yapraklı ) ve Tilia rubra ( Kafkas ıhlamuru)  da yer alıyor. Bunların çiçeklerinden ve odunundan yararlanılıyor. Akça, açık boyaklı odunu yumuşak ve hafiftir. Çok kolay işleniyor. İşlerken damarları boyunca yarılmadığı için marangozlukta aranıp, yeğleniyor. Tornacılıkta kullanılıyor. Sandık, panjur, arı kovanı, mobilya yapımında, piyano tuşlarının yapımında yeğleniyor. Heykel sanatçıları, yontucular da ıhlamur ağacından güzel eserler ortaya koyuyorlar. Ihlamur odunu yiyeceklerin kokusunu ve tadını hiç bozmadığı için meyve, sebze sandıklarının yapımına da pek elverişli sayılıyor.

…………………………….

Rusya dağlarında, yaylalarında , killi ve kalkerli yereylerde ıhlamur ağaçları büyük ormanlar oluştururmuş bir zamanlar. Bugün de mevcut onlar. Fakat, alanları daralmış, seyreltilmiş. Ne olmuş o ormanlara ?

Ihlamur ağacı bir pabuç fabrikasıdır Rus mujikleri için.

Ne demektir bu ?

İzbede yaşayan yoksul Rus köylüsü  gidip bir dükkandan ayakkabı alamıyor.

Gözünü doğaya çeviriyor.

Hangi ağacın kabuğu pabuç olmağa uygun ?

Ihlamurun önceleri düz olan kabuğu, yaşlandıkça çatlıyor.

Rus mujik ,kabuğunu kavlatıyor ıhlamur ağacının , ayağının durumuna göre kesiyor, kırnapla bağlıyor ve tarlasında çalışırken, yolda yürürken çıplak ayaklı olmaktan kurtuluyor.

Fakat, kabuktan yapılan bu pabuç pek dayanıksız.

Yılda birkaç kez başka  ağacın kabuğunu soymak gerekiyor.

Kabuksuz kalan ağaç kuruyor. İzbede ocakta yakacak olarak değerlendiriliyor.

Fakat, olan ıhlamur ormanlarına oluyor.

Kuruyan ağacın o güzelim salkım saçak çiçekleri artık yetişmez oluyor.

………………….

Hömerti Bağlarından Göre Çayı Koyağına ulaşan bir dere vardır. Nevşehir burada biterdi. Sanki sınır gibi. Belediye, o günün koşullarına göre buraya büyük bir yapı kondurmuştu. Adına Gazhane diyorlardı. Her türlü kullanım aracı, gereci buraya konuluyor, gerektiğinde buradan alınıp kullanılıyordu.

Niğde şosesi burada bir köprüyle geçiliyordu. Aşağıda gelişmiş güzel bir ıhlamur ağacı uygun koşullarda boy vermişti.

1924 öncesi Nevşehir’in Ortodoks Türklerinden bir ailenin miydi bu bahçe ? Kim , nereden bulup da getirmiş dikmişti bu fidanı ? Babam, rumların bu ağaca, çay gibi demlenip içilen çiçeklerine Filamuri dediklerini söylemişti bana.

Boyu, göz kararı 20 metre kadar vardı. Köprü altı, dolayı serin ve ıslak oluyordu. Orayı sevmiş, benimsemiş, kök salmış, dallarını, budaklarını özgürce büyütmüştü. Soylu yaratıklara özgü …Ben ona insanca duygular, düşünceler yüklemiştim. Ağaç olmanın ötesinde bir varlıktı o. O benim sevgilimdi, hayran olduğum ağaç idi. Güzelim ıhlamurum idi.

Kızılırmak boylarından, Nevşehir’i yalayarak esen yeller ıhlamurumun kokusunu Göre’ye, Aşıklı Dağı dolayına, Güvercinlik’e, Çardak’a doğru yayardı. Böyle günlerde başımız esrik dolaşırdık. O doyumsuz kokulu günlerin uzamasını, hiç bitmemesini isterdik.

Ihlamurumun çiçek açmasını dört gözle beklerdik. Ortaokulda, Lisede öğrenciyken, Göre’ye yürüyerek gidiş gelişlerimizde burada durur, dinlenirdik. Ağacımı seyretmeğe doyamazdım.  Böyle günlerde sevdalanır, aşk şiirleri yazar, duygularımızı yol arkadaşlarımıza aktarır; söyleşirdik.

Köprü üstünde durur, yerini seven ağacımı hayran hayran seyrederdim. Benle alay eden pek ‘’anlayışlı’’ arkadaşlarım da olurdu. Bir ağaca sevdalandığım için alay edenler, densiz söz söyleyenler de çıkardı.

Sonra Ankara’ya gittim, üniversite öğrencisi oldum. Çiçeğini açtığını tahmin ettiğim bir günün gecesinde Göre’ye döndüm. Bindiğim minibüste, köprüden geçerken sevgili ıhlamurumu görmeğe  çalıştım. Göremedim. İçim pır pır etti. Ertesi gün, yürüyerek geçtim o yoldan. İçim ürpererek baktım köprüden. Ağacım yoktu. Aşağı, dereye indim. Kesilmiş, parçalara ayrılmıştı. Çayırların arasında kalmıştı herbir bölümü. Gözyaşlarımı tutamadım. O bahar, ilk yaz ıhlamur kokusuz geçmiş.

O benim sevgilim, sevgili ıhlamur ağacımdı.

O vadi,  Göre Çayı koyağı bir daha ıhlamur çiçeğiyle dolmadı; mis gibi kokmadı havası, kimsenin başı esrimedi. Tek ağaçtı. Kimse bir ikinciyi dikmeyi düşünmemişti.

……………..

  • Ömer Nida Bıçakçı ( 1929-2004 )