NEVŞEHİR “ASAFİ” LALESİNE SAHİP ÇIKMALIDIR

Doç. Dr. Faruk GÜÇLÜ

Osmanlı’da “Lale Devri” olarak bilinen dönemde; Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın gayretleriyle çeşitli imar ve ıslahat faaliyetlerinin başlatıldığı, kapıların Avrupa kültürüne aralandığı devir olur. İlk matbaa bu devirde açılmıştır. Özellikle Kağıthane Padişah III.Ahmed devrinin gözde mekanlarından biri olmuştur. Evliya Çelebi eserinde Kağıthane’de bir lalezar mesiresinin bulunduğunu ve burada “Kağıthane Lalesi” denilen rengarenk bir lâle türünün yetiştirildiğini anlatır

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tam bir lale hayranıydı. İbrahim Paşa’nın kendi yetiştirdiği bir lalede vardı ve adı “Asafi” idi.

“Laleye pir-i sabadan bu nefes şimdi değil

Ezelidir bu heva vü heves şimdi değil”

Şair Remzi Efendi’nin de ifade ettiği lale adeta Türklerle özdeşlemiş bir çiçektir. Lale, Türklerle birlikte Orta Asya’dan yola çıkıp, İran’dan geçerek oradan Anadolu’ya ve İstanbul’a gelmiştir.

 “Lale: Doğada, Tarihte, Sanatta” kitabının yazarı, mimar ve sanat tarihçisi Prof. Dr. Gül İrepoğlu “ Anadolu Selçukluları’nda lale var. Yine araştırmalarla şunu gördüm ki; Orta Asya’dan Türkler çıkmış, İran üzerinden Anadolu’ya gelmiş, lale de onlara eşlik etmiş. Yani lale bizim eşlikçimiz bir çiçek ve bu topraklarda serpilmiş, büyümüş. Sonuçta şunu söyleyebiliriz ki; Türkler’in Anadolu’ya gelişiyle birlikte gelmiş olan bir çiçektir lale ve bizim çiçeğimizdir.”

Soğanlı ve otsu bir bitki olan lalenin mevcut belge ve bilgilere göre asıl vatanının Orta Asya olduğu ve Türkler tarafından Anadolu’ya getirildiği anlaşılmaktadır. Laleyi, şiirlerinde kullanan ilk şair de Mevlana Celaleddin-i Rumi olmuştur. Pek çok Divan Şairinin şiirlerinde de vardır lale. Çeşmeleri ,mezar taşlarını süslemiştir.

Lale bir döneme adına veren çiçektir. Süs bitkisi olarak kullanımı Padişah 3.Ahmet (1673-1736) döneminde doruk noktasına çıkmış ve 1718-1730 yılları arası, tarihçiler tarafından ‘Lale Devri’ olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde basılan ‘Lale Mecmuası’nda 50 kadar çeşidinin resimlendiği lalenin  2000’den fazla değişik türünün olduğu belirlenmiştir.

Lalenin Anadolu’dan dünyaya yayılışı, ilk yolculuğu Viyana’ya olmuştur. Oradan Hollanda’ya ve ardından Kanada’nın başkenti Ottowa’ya geçmiştir. Böylece lale, tüm dünyada tanınır hale gelmiştir.  Bugün Hollanda Lale satarak en az 1,5 Milyar  Euro kazanç sağlamaktadır.

1681-1726 yılları arasında kayda geçirilen ‘Defter-i Lalezar-ı İstanbul’ da tam 1108 lale çeşidinden söz edilmektedir. Türkiye’deki botanik çevrelerine göre bunlardan bir tane bile kalmamıştır.

İstanbul’un Fethi’nden sonra, şehir imar edilirken, bizzat Fatih’in emri ile yeniden düzenlenen bahçeler lalelerle süslenmiştir. Kanuni devrinde de, lale türleri geliştirip çoğaltılmıştır.

1726 tarihli Narh defteri'ne göre “Sagar-i gülşen, Şeh-pesend, Şevk-engîz, Fezy-i bahar, Müşirane, Cîhan-ara, Mesned-nişîn” gibi lale adları vardır.

“Kaşların göz ile ediyor cengi

Söyleşir yavrılar, koç yiğit dengi

Çiçekte, meyva da yoktur menendi

Laleden kırmızı,gülden ziyade”

Karacaoğlan

Bazı insanların Lale Devri’ni “zevki sefa dönemi” olarak tanımlamasının etkisinden olsa gerek bize ait lale; bizde unutulmaya yüz tutarken artık batılı ülkelerin kazanç kapısı olmuştur. İstanbul Vakfı her yıl “Lale Festivali” düzenlemektedir. Oysa bunu Nevşehir Belediyesi bir gelenek olarak başlatsa ve her yıl LALE FESTİVALİ yapsa ve bize ait bir şifalı çiçek olan “LALE” sadece kadın adı olmaktan çıkıp sokaklarımızı yeniden süslemese kötü mü olur?

Hele Damat İbrahim Paşa’nın özellikle büyüttüğü “ASAFİ  LALESİ”ni bulup geliştirmek Nevşehir Belediyesi’ne ve Valiliği’ne düşen görevler arasındadır.

Kaynaklar :

Prof. Dr. Gül İrepoğlu,İstanbul Valiliği İnternet Sitesi

İstanbul Vakfı Sitesi