ÖĞRETMENİNE AŞIK OLMAĞA HAZIR GENÇ KIZLAR

Dr Emrullah Güney

1984 yılındayız.

Elazığ-Malatya-Kayseri-Kırşehir-Ankara yolu…

Son durak Ankara olacak.

Murat 124 ile yaptığım yolculuklardan biri.

İki kez başarısız sayıldığım bir sınava yeniden girmeğe gidiyorum.

Başarılı olursam ‘’Dr’’ unvanı almış olarak döneceğim Elazığ’a, bu yoldan. Adımın başında Dr olacak da ne kazanacağım; tıp doktoru gibi sayrı bakacak da cebim, kasam para mı dolacak !

Bütün gece yol almışım. İniş çıkış…Dönemeç, düz…Bakımlı, ham…Sayısız kazanın izleri yol kıyılarında…Gurbetçi otomobilleri, minibüsleri takla atmış, ezilmiş…Ortada iki jandarmadan başka kimse yok. Yaralılar hastanelere taşınmış olmalı. Bir gariplik, insanda ağlama isteği uyandırıyor…

Sen kendi derdine yan, bre !..

Gün doğar, tarla kuşları uçuşur

Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil ( *)

Üçüncü kez başarısızlık, üniversite yaşamının sonu demek olacak. Artık Bakanlık’a başvurup bir ortaokulda görev almak mı istersin, ne yaparsın ! Nevşehir’e de vermezler. Kim bilir Doğu’nun Doğusu mu olur, neresi çıkarsa !

Elazığ’da senin başarısızlığın için ‘’dua eden’’ sayısı üç, beş kişi de bulunuyor, önemsiz…

Tan yeri ağaranda, şafak sökende…

Erciyes Baba’nın doruğundaki kar örtüsü günün ilk ışıklarıyla kızarıyor.

Mucur’da anayol yakınında, işlek bir doyumevinin önünde eğliyorum arabamı.

Serin hava, Orta Anadolu bozkırında titretiyor insanı.

Nisanın son günündeyiz. Dağlar, kırlar güneşi, ısınacak havayı bekliyor yeşermek için. Kışın etkisi sürüyor.

Arabamı kilitledim, yürürken otuzlu yaşlarda genç bir adamla gözgöze geldim. Ültra modern, göz kamaştırıcı güzellikte bir Mercedes’ten iniyordu. Son derece şık, zarif giysili delikanlı…

Nerden anımsıyorum bu genci ben, nerden anımsıyorum,nerden ?

Birden filmi gerilere sarıyorum. 1978 Temmuz idi, hiç unutmuyorum. Lise öğretmenliğim sona ermiş, üniversitede asistanlığım başlamıştı. Ankara’da doktora tez konusunu belirlemek için prof ve doçlarla görüşmüş, bir otobüse binmiş Elazığ’a gidiyordum. Yine aynı yerde durmuştum.

‘’ Amman, Hocam, bu ne mutluluk sizi yeniden görmek, verin ellerinizi öpeyim.’’

Bir hamle…Genç adam atıldı. İzin vermedim elimi öpmesine. Kucaklaştık. Baktım, gözleri yaşlı.

‘’ Hocam, siz benim kader çizgimi değiştirdiniz , söyleşirken bir sözünüzle. Sizi hiç unutmadım. Hep aradım. Kaydetmemişim adınızı not defterime…Size nasıl minnet duyuyordum, anlatamam…1978 idi. 6 yıl geçmiş. Nasılsınız, iyi misiniz ? Sizi biraz yorgun, kaygılı görüyorum…’’

………………………..

‘’ Kozaklı’nın Kanlıca köyündenim . Babam ben daha ilkokulda okurken bu dünyadan göçtü. Emmimin, dayılarımın yardımıyla binbir zorlukla, aç acına okudum. Fakat inat ettim ben bu eğitimi sonuçlandıracağım. Dayandım. Hemşehrilerimle, it bağlasan durmaz yıkık evlerin uyduruk odalarını kiralayıp ortaokul ve liseyi bitirdim. Sonra Ankara Gazi Eğitim Fakültesi’ne girip hem çalıştım, hem okudum; sosyal bilgiler öğretmeni olma hakkını kazandım. Çok şükür. Şimdi Ankara’ya gidip milletvekilimizi bulacağım.’’

‘’ Ne isteyeceksin milletvekilinden, talebin ne olacak ? ‘’

‘’ Kanlıca Ortaokulu’nda öğretmen ihtiyacı var. İyi kötü evimiz de işe yarar. İlçe merkezinde görev yapsam kira derdi …Zaten kaç lira alacağız ki.’’

‘’Peki, bunca yıl okumuşsun, zorluklarla pişmişsin, pırıl pırıl bir eğitimci genç adamsın. Bir köy ortaokulunda öğretmenlik seni mutlu edecek mi ?’’

‘’ Bugüne dek aileme, yakın akrabalarıma bir faydam dokunmadı. Hiç olmazsa bundan sonra köy çocuklarının ortaokulda okumalarına bir yardımım dokunur, daha ilerletirler, bir meslek sahibi olurlar.’’

‘’İyi, güzel de, körelir kalırsın. İlçe merkezinde görev yapsan ne olacak? Bir konferans izleyebilecek misin ? Kütüphanesi doyurucu mu, istediğin kitabı bulabilecek misin ? Bir konsere gidip müzik dinleyebilecek misin ? Sosyal çevren kimlerden oluşacak ?‘’

‘’ Ne yapayım Hocam, öyle bıktım ki aç acına okumaktan, anamın yaptığı tandır çöreğini yemek bana sanki tek mutluluk gibi geliyor.’’

‘’ Ben sende gelecek görüyorum genç arkadaş. Adın neydi? Selim. Tamam. Selim dostum, bak şimdi, ben senin ağabeyin yaşındayım. 1968’de DTCF’yi bitirdim. MTA Enstitüsü’nde çalıştım. 1971 Mayıstan bugüne dek ortaokul ve liselerde sosyal bilgiler, fransızca, coğrafya, ingilizce dersleri verdim. Aynı dalın elemanıyız. Tutucu yobaz kasaba eşrafının şikayetleriyle soruşturmalar geçirdim, iki kez sürüldüm, aile düzenim sarsıldı. Danıştay kararlarını Bakanlık uygulamayarak suç işledi. Burası Türkiye. Baktım olacak gibi değil. Her iktidar değişikliğinde titremektense Üniversiteye geçeyim dedim. Tam üç kez eğitim enstitüleri için açılan sınavları birincilikle kazandım. Ya mülakatta çevirdiler ya da tam atanacakken Hükümet değişti, kaldı. Üniversite asistanlığı için de iki kez denedim. Üçüncüde kazandım. Şimdi Fırat Üniversitesi’nde asistanım. Doktoraya başlayacağım.’’

‘’ Kutlarım Hocam. Peki, ne yapmalı, nasıl yapmalı ? ’’

‘’ Ailen, yakın akrabaların bugüne dek nasıl yaşamışlarsa, bundan sonra da öyle giderler. Bencil ol, demiyorum. Fakat başka bir yolu var.’’

Gözlerimin içine bakıyor, heyecanla söyleyeceğim sözü bekliyordu. Beslenme bozukluğundan avurdu çökük, dudakları çatlak,alnında derin çizgiler birbirine koşut..

Bir an durdum, soluklandım…

‘’ Kız Sanat Enstitüsü…’’

‘’ Evet, adları değişti. Kız Meslek Lisesi şimdi. Ne olmuş o okullara?’’

‘’ O okullarda, öğretmenine aşık olmağa hazır, hanım hanımcık, çocukluktan genç kızlığa geçiş döneminde tatlı kızlar vardır. Ben senin yerinde olsam…’’

Gülümsedi. Gözlerinin içi aydınlandı.

‘’ Evet, hocam, sonra ? ‘’

Heyecanlanmıştı. Doyumevinin çırağı o sırada taze demlenmiş çay getirdi. Masaya iki bardak bıraktı. Şekerleri suya bırakıp, erimelerini seyrettik. Kaşığı çevirirken titriyordu Selim.

Yavaştan , sesimi alçalttım, konuşmamı sürdürdüm.

‘’ Milletvekiline git, ara bul. De ki , ‘’ Ben Kayseri Kız Meslek Lisesi öğretmenliğine atanmak istiyorum. Zaten sizin Kozaklılılar Nevşehir’den çok Kayseri’yi benimserler.’’

Selim dalmıştı. Fakat, yüzünden anlıyordum ki, önerimi kabullenmiş durumda.

‘’ Sayın yolcular, Ankara’ya giden otobüsümüzün hareket saati gelmiştir. Yerlerinizi almanız rica olunur. Yemek ve ihtiyaç molası bu kadar.’’

Selim Ankara’ya, ben Elazığ’a…Veda... Kardeş, ağabeyce kucaklaştık…

………………….

Kayseri…Kent merkezinde süper lüks bir apartmanın ültra lüks bir dairesinde mütedeyyin ailenin tek kızı , 16 yaşında, güzelliğinin ayırdında , balıketli, tombikce, sürmeli gözlü, saçlarını savuruyor, annesini sımsıkı tutup kucaklıyor. İçi içine sığmıyor. Adı Selime…

Selime annesine yalvarıyor :

‘’ Anneciğim, bir görsen sen de seversin. Yeni geldi. Adı Selim. Öyle güzel ders anlatıyor ki, ben dalıp gidiyorum. Sanki şiir okur gibi.’’

‘’ Kızım, baban duymasın bunları, kemiklerini kırar haa! Seni okuldan alır vallahi. Bir daha rüyanda görürsün orayı.’’

Tombul anne, sinirden titriyor…Tam mantı yapmağa hazırlanmışken…

Selime başka havalarda.

‘’ Fakat Reşide adlı hınzır kız da gözlerini diker her derste Selim Öğretmene, yiyecekmiş gibi bakar, izler. Ben hissederim ki, soyar, çıplak bırakır onu, izler başıyla, gözleriyle. Dersanede nereye gitse öğretmenim, Reşide denen ahlaksızın gözleri onda. Terbiyesiz kız, nolocak !’

‘’ Aaaa! Daha neler ! Ayıp kızım, günah bunlar, günah. İyi ki baban fabrikaya gitti de bunları duymuyor.’’

‘’ Anneciğim, diyorum ki, bir akşam, yemeğe davet etsek…’’

‘’ Kızım olur mu hiç ? Bekar adam, laf, söz olur. Bir yayıldı mı durmaz da. Elin ağzı torba değil ki, büzesin.’’

‘’ Biz davet etmezsek Selim Öğretmenimi , Reşide şişkosu götürecek evlerine. Ev de ev olsa. Ne ikram edeceklerse artık. Görgüsüz ailenin şapşal kızı…’’

Suratını astı, oturdu. Kalktı, annesini kucaklayıp öptü. Gözleri ıpıslak…

‘’ Kızım yeter, yeter ! Bunları sen söylememiş ol, ben de duymamış olayım. tamam mı, yeter ayol. !’’

……………………………

‘’ İşte böyle ağabey…Sizin o söyleşinizde dediğiniz bir cümle benim yaşamımı değiştirdi. Demiştiniz ki ‘’ Kız Meslek Lisesi’nde, öğretmenine aşık olmağa hazır, hanım hanımcık kızlar vardır.’’

Gülümsedim. Gözleri mutlulukla parlıyordu Selim’in.

‘’ İşte hocam, miletvekilimizin bir telefonuyla atandığım Kız Meslek Lisesi’nde karşıma Selime çıktı. Ben nerden bilebilirdim ki daha çocukluğun izlerini taşıyan, genç kızlığa geçmeğe hazırlanan bir öğrencinin daha sonra karım olacağını.’’

‘’ Sanki ben olacakları bilmiş gibiydim. Buna hissi kablel vuku dermiş eskiler. ’’

‘’ Evet ağabey, sevgili Öğretmenim, Değerli Hocam…’’

‘’ Sonra ne oldu Selim kardeşim ? ‘’

‘’ Varoşlarda aynı okulda öğretmen bir arkadaşla ortak bir daire kiraladık. Zor günlerdi. Öğrenciliğimizdeki evler gibi değildiyse de, o ev de pek kullanışlı değildi. Alıştık. Sosyal bir çevrem oldu, giderek genişledi. Dedikoduyla zaman öldürmedim; İngilizcemi geliştirdim. Gece dersleri alıp muhasebe öğrendim. Kenti tanıdıkça, artık varoşlarda değil de, kent merkezinde yaşamak gerektiğini anladım. Tayini çıkmış bir arkadaşın güzel, parka bakan bir dairesine geçtim. Köyden anamı getirdim. Rahatım iyileşti. Sonraları öğrendim ki, Selime adlı öğrencim beni ailesine anlatmış, ağlaya ağlaya öğmüş. Haberim olmadı önceleri. Ailesi beni yoklamış. Bir gün evin önünde bir cüzdan buldum. İçi Amerikan doları, doyçe mark banknot dolu. Cebime atsam, yaşantım değişir. Gidip karakola teslim ettim. Sonra, köyümden araştırmışlar. Dayı, emmi, öğretmen…Kaymakam, ilçe eğitim müdürü, beni yetiştiren hocalarım bile girmiş işin içine. Kayseri’de, evimizi bulup, anamın ağzını aramışlar. Dindar olup olmadığımı sorgulamışlar. Bereket, anacığım açık kapı bırakmamış. Yoksul evimizde iyi ağırlamış konukları anam, memnun ayrılmışlar. Kayseri’nin ünlü fabrikatörü, birçok işletmesi, atölyesi, mağazaları, çiftliği olan ailenin , Mehmet Akif Bey’in damadı oldum . Düğünüm için Kozaklı’dan köylülerim kiraladığımız bir otobüsle buraya taşındı, ağırlandı ve yine götürüldü. Çocuk yaştayken bana sevdalanan, rakibeleriyle (!) tartışan, beni savunan Selime artık olgun bir genç kız , gelin adayı olmuştu. Yakışmıştı gelinlik. Onu çok seviyorum. İlk çocuğumuz doğdu ; Hisarcık’ta bir villa hediye edildi. İkinci çocuğumuz doğdu; Mersin Mezitli’de bir köşk hediye edildi. Elbet ortalık güllük gülistan değil. Kozaklı’dan, Kayseri’den, Nevşehir’den birçok meslekdaşım beni ‘’ halkına, sınıfına ihanet eden hoca’’ diye suçladılar. Varsıl bir aileye damat olmak sanki kabahatmiş gibi.‘’

‘’ Kıskançlıktan. Öğretmenlik devam ediyor mu ? ‘’

‘’ Elbette. Zor elde ettim sosyal bilgiler öğretmenliğini. Hiç bırakır mıyım! Sözümü tamamlayayım. Meslekdaşlarım beni tanımıyorlar da ondan, suçluyorlar. Sayısız öğretmen arkadaşımın Kayseri’de ev sahibi olmasını sağladım. Kiracılıktan kurtuldular. Kayınpederimin şirketinin yapı bölümü var. Taksitlerini ödemekte zorlananlara yardım ettim. Kozaklı’da İlçe Halk Kütüphanesi’ne yüzlerce kitap armağan ettim. Köyümün çocukları orada öğrenimlerini sürdürebilsinler diye, varolan yurda her yıl önemli miktarda para yardımı yaptım. Kayseri’de üniversite öğrenimi gören 4 genç, bize ait, boş duran evi kullanarak mühendis oldular. Kozaklılı iki genç Mersin’de tıp fakültesini okuyorlar, villamızı yurt gibi kullanıyorlar. Her yıl, kayınpederim Mehmet Akif Bey 100 gence karşılıksız burs veriyor. Yardım ettikçe ben ferahlıyorum, mutluluk duyuyorum. Ha unutmadan, öğretmen çocuklarına her ders yılı başında ders araç gereç yardımı yapıyorum ki, bugüne dek kimsenin düşünmediği bir konudur bu. Köyümden gelen gençlere Kayseri fabrikalarında iş buldum. Evlenenlere düğün yardımı yaptım.’’

Ayağa kalktım. Selim de kalktı.

Kucaklaştık.

Gözlerinde yaş : ‘’ Siz bir sözünüzle bir mucizeyi gerçekleştirdiniz. Benim rehberim, ağabeyim, kılavuzum oldunuz, sizi ömrümün sonuna dek unutmayacağım. Ha bu arada, Elazığ-Ürgüp arasındaki yolculuklarınızda konuğumuz olacaksınız, ailemle tanıştıracağım sizi. Bizimkiler yengeyi de seveceklerdir. Gelmezseniz inanın, çok içten söylüyorum bunu, gücenirim, ’’ dedi.

Kartlar alıp verdik.

Vedalaştık.

Selim, ültra modern otosuyla Kayseri’ye doğru yola çıktı. El salladı ayrılırken. Ben de mütevazı arabamla Ankara’ya doğru hareket ettim.

…………………

14 Temmuz 2022

  • Fazıl Hüsnü Dağlarca