Öykü mü, Roman mı?

Konuya direkt olarak Ömer Sevinçgül’ün Yazar Olmak İstiyorum kitabından bir alıntı yaparak giriş yapacağım:                                                                                                                                      “Kimileri hikâye türünü küçümser, romana basamak gibi görürler. Büyük hata! Hikâye müstakil bir türdür ve en az roman kadar saygındır.” (sayfa 64)         

Belli ki kısa olduğu için böyle bir düşünceye kapılıyoruz. Ancak şunu kesin olarak söyleyebilirim ki öykünün de romanın da artıları ve eksileri var. Bu yazımda da bu artıları ve eksileri ele almak istiyorum. Tabii bu artıları ve eksileri bir yazı yazanın açısından ele alacağım.          

İlk olarak konu bakımından romanın şanslı olduğunu düşünüyorum. Bir roman yazmak isteseniz size bir konu yeterli olacaktır. Konunuzu seçtikten sonra o konuyu ilerletmeniz ve sabırla yazmanız gerekiyor. Ama öykü öyle değil maalesef. Her yeni öykü için yeni konular, yeni karakterler bulmanız gerekiyor. Öykü yazarken beni en çok zorlayan husus da bu oluyor.

Konu bakımından roman şanslıyken zaman bakımından da öykü şanslı. Bir öykü aşağı yukarı ne kadar bir sürede yazılmalı bilmiyorum. Ama benim için ideal bir süre 4-5 gün. Yani genel olarak da bir hafta içinde bir öykü yazıyorum. Ancak bir roman yazmak yılları alabilir. Tabii öykü yazmak, zaman açısından şanslı derken tek bir öyküyü ele alarak söyledim. Eğer ki niyetimiz bir öykü kitabı çıkarmaksa durum değişebilir.

Ve en son olarak, öyküyle romanın arasındaki bir diğer fark ise net bir şekilde sayfa sayısıdır. Okuyucu için öykü bu açıdan büyük bir rahatlık olurken yazan için zor olabilir. En azından benim için. Uzun bir süre roman yazınca insan uzun uzun yazmaya, anlatmaya alışıyor (Olayın bu açısından bakınca roman artı durumda bence.). Bu yüzden olduğunu tahmin ediyorum ki ilk öykü denemelerim başarısız olmuştu. Öykü dediğin 3-4 sayfalık bir şey olmalı ve tüm düşünceni bu 3-4 sayfaya sığdırmalısın. İlk zamanlarda duygu ve düşüncelerimi kısa ve net bir şekilde ifade edemiyordum. Ama zamanla deneye deneye olayı çözmüştüm. Bu denemelerim hem yazarak olmuştu hem de okuyarak. Sabahattin Ali’nin Sırça Köşkü’nü, Sait Faik Abasıyanık’ın Havuz Başı’nı ve Mustafa Kutlu’nun Sır’rını okumuştum. Tüm bu yaptıklarım işe yaramış, yazdığım birkaç öyküm dergilerde yayımlanmıştı.

Öykünün de romanında artıları ve eksileri, güzel ve zor yanları var. Bu yanları yazmakla ilgilendiğim sürece gördüklerimi ele aldım. Sonuç olarak ise ne öykü küçümsenecek ne de roman büyütülecek bir türdür bence. İkisinin de yeri ayrıdır benim için.