Sözün Gücü, Türkçemin Tadı
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
1953 olmalı.
Salim Oğuz öğretmenin çabalarıyla okumayı sökmüşüz.
Bir gün, evde, baktım sedirde bir defter duruyor.
Küçük boy, sert kapaklı.
İçinde, anlamadığım harflerle yazılmış yazılar var.
Yaşlıların “Essah Türkçe yazısı” dedikleri bu olmalı.
Fakat, tanıdık harflerle yazılmış sayfalar da var.
Bu, bizim öğrendiğimiz Türk yazısı.
Karıştıra karıştıra bu şiire rastlıyorum.
Okumağa çabalıyorum.
Sonuna dek götürüyorum.
Sevinçle görüyorum ki, okuyabiliyorum.
Bir şaşkınlık…
Ablalarıma , Nazik’e, Türkan’a söylüyorum.
İnanmıyorlar.
“Get !” diyorlar. “ Daha erken. Nasıl öğrendin ki? “
Onların önünde okuyorum Elifli şiiri.
Hayret ediyorlar.
Sevincime ortak oluyorlar.
“Deli gönül abdal olmuş” derken kıkır kıkır gülüşüyoruz.
“Abdal” ın anlamını biliyoruz ya (!).
Aynı yıl.
Cumhuriyet’te bir çizgi roman yayımlanıyor.
Sanıyorum Yaşar Kemal Göğçeli’nin “Ala Geyik Efsanesi”
Günbölük yayımlanıyor.
Tadına doyamıyorum. Her gün, ağamın şehirden gelmesini coşkuyla, sevinçle bekliyorum.
Sümerbank’ın deri çantasını açar açmaz külahların içinden çerez çıkıyor,
bir iki atıyorum ağzıma, sonra gazete.
Tahta sedire uzanıp,
hemen çizgi romanı okuyorum.
Bir görüntü hiç gözümün önünden gitmiyor.
Toroslarda bir dağ köyü. Taştan ev.
Odanın duvarına sokulmuş bir çam yanarca.
Yağını akıta akıta yanıyor …
Oda aydınlanırken reçine kokuyor olmalı havası.
1963.
Aradan 10 yıl geçmiş.
Lise son sınıf öğrencisiyim.
Babam, eski cep defterini çıkarmış, karıştırıyor.
Belli ki, benim de duymamı istiyor; bazı şiirleri okuyor.
“ Erdaş Dağından esen ruzigar,
Eyleme yolumdan beni, atım eşkindir.”
Neden rüzgar değil de, ru zi gar ?
Atın eşkin olması ne demek?
Karacoğlan’ın adı var son dörtlükte.
Belki de bir aşık yakıştırdı bunu.
Erdaş Dağı değil de Aladağ, Geyik Dağı da olabilir.
Gönlüm istiyor ki, Erdaş olsun.
O, bizim diyarın dağı.
Şiirdeki pastoral anlatımın coşkusu öylesine ağzımı tadlandırıyor.
Bal tadı hiç yitmesin istiyorum.
Karacoğlan’ın bacanağı Cahit Külebi ustayı tanıdıktan sonra,
daha bir tadlanıyor şiir dünyam :
Sen petekte bir gömeç bal gibisin
Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan
Yaprakları titreten serin bir rüzgarsın ki
Her gün eser durursun hafızamdan.
Dice Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde ( *) aldığımız bir karar için, benimle kavga etmeğe gelmiş bir profesöre, Nevşehir'i ikiye ölen Kızılırmak'ı, Irmak boyu köylerini, Bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ı, Göre ile Güvercinlik arasında ıhmış bir deve görkemiyle duran Aşıklı Dağımızı, Yuvanlı’da şekerpancarı, patates, akça armudu ağaçlarını sulayarak geçirdiğimiz yaz dinlencelerimizi, Gülşehir Açıksaray’da ekenek kiralayıp karpuz ektiğimizi, yaz boyunca gidip çapaladığımızı, Kızılırmak’ın çamurlu sularında yüzdüğümüzü, Refik Başaran’ın türkülerini, Sevgili Türkçe öğretmenim Azime Mıdıkzade’(Korkmazgil) yi, Avanos’un Diydirçorak’ını, orada oluşmuş küçük Pamukkale’yi, Ayvalı köyünün bitirgen kayısılarını, Hünkar Hacı Bektaşı Veli’yi, Eneği’( Kaymaklı ) nin kuru kaymağını, Ürgüp Lisesi’nde en iyi anlaştığım insan olan Türkçe öğretmeni, ağabeyim Osman Aydoğan’ı, Çat’ın her derde deva parmak üzümünü, Göre’den Ürgüp’e yürüye yürüye, bağlarda, ekeneklerle çalışanlarla yarenlik ede ede nasıl gittiğimizi, daha ortaokul öğrencisi iken toplumsal olayların gelişmesini öğrenen, toplumcu şiirler yazan emmimoğlu eğitimci Hüseyin Güney’i anlattım. Çektiğim konulu fotoğrafları göstererek. Kavgayı unuttu profesör dost. Özür diledi hırçınlığından ötürü. Düşündüm, işte halkın yetiştirdiğini bilmenin, halkın söz ürünlerinin kısaca folklorun, halkbilimin gücü budur, dedim o gittikten sonra.
Döğüşü , kuru söz dalaşını bir tadlı söyleşiye çevirme gücü…
Nasıl demezsin, Türkçem:Sen anamdan emdiğim ballı süt gibi beslersin bizi.
Selam, sevgi ile…
………………………………………………………………………………………………
( 2004'ün başında 2008'in temmuz ortasına dek ( 4 yıl 8 ay 16 gün )
müdür olarak görev yaptığım Sosyal Bilimler Enstitüsü)