Frenkçesiyle provokasyon.

Kışkırtma, meydan okuma demektir bu.

Bu görevi üstlenenlere de provokatör denir.

Bir söz daha var batı dillerinde : ajitasyon

Karışıklık, huzursuzluk, kaynaşma, çalkanma, kışkırtma, tahrik demektir bu da.

Bu görevi üstlenene de ajitatör denir.

Her çağda tahrik, kışkırtma olmuştur.

Bilgisiz, saf, temiz inançlı insanları yönlendirmek kolaydır.

Ol nedenle, buyurganlar hep, halkın bilgisiz kalmasını istemişlerdir.

Kimse sormasın, soruşturmasın, sorgulamasın…

……..

Britanya işgal ordusunun subayı yüzbaşı John Olivier, Haydarabat kentinde güvenlikten sorumlu yöneticidir. Bristol doğumlu olsa da, üzerinde güneş batmayan büyük Britanya İmparatorluğu’nun eğitim düzenine göre önce İskoçya’da, sonra İrlanda’da, ardından Kanada’da, Avustralya’da, Yeni Zelanda’da, Malta’da, Süveyş’te birçok okullar bitirmiş, kurslara katılmış, hepsinden parlak derecelerle mezun olmuş, Kraliyet’in kendisinden çok üstün görevler beklediği, geleceği parlak bir subay durumuna gelmiştir.

Haydarabat kentinde Hindu ve Müslüman halk ayrı mahallelerde yaşamakta, ancak çarşıda, pazar yerlerinde bir araya gelmektedirler. Ortalık sakindir 1850’lerde. Fakat, bir kıvılcıma bakar bu sessizlik. Her an bir yerlerde bir şimşek parlaması, bir yıldırım düşmesi beklenmektedir. Hindular kendi tapınaklarında, Müslümanlar kendi ibadetgahlarında… Fakat, Müslüman manav, dükkana girip en pahalı meyveleri, sebzeleri yiyen, sonra dışkısını oraya bırakıp ve serin bulduğu için geviş getirerek yatan ineği dışarı çıkarma gücünden yoksundur. Eline bir sopa alıp hayvanı dışarı çıkaramaz. Çünkü, ineği izleyen Hindular vardır. Hayvana yapılacak en küçük bir saygısızlık, olayları harekete geçirecek tetik rolü oynayabilir.

Britanya İşgal Komutanlığında çalışan çok sayıda yerli insan vardır.

Ve ilginçtir; bunların hepsi de Hindudur.

“ Sahip” diyerek en küçük rütbeli subaya bile büyük saygı göstermektedirler bunlar.

Yüzbaşı Olivier bunlardan birini günlerce izler, gözler. Güvenebileceği kişiyi bulmuştur.

Bu, Pandit adlı bir yoksul Hindu’ya istediği her şeyi yaptırabilir artık.

Yüzbaşı, bir büyük iş başarmak, bu nemli ve sıcak ülkeden kurtulmak, anayurduna dönmek istemektedir. Elbette artık yüzbaşı olarak da değil, rütbesinin albay olmasını umarak.

Pandit, bir gece, Haydarabat’ın en büyük camisine gizlice girer. Zaten tazı gibi ince, çeviktir. Girer de ne yapar? Özel bir kutu içinde saklanan Sakal-ı Şerif’i çalar.

Olivier biliyor, saf mümin İslam için Peygamber’in sakalının ne anlama geldiğini.

Sosyoloji okumuş, kitle psikolojisi konusunda doktora tezi yazmış…

Divide and rule ( Böl ve yönet )…

Britanya İmparatorluğu’nun dünyayı ele geçirmesinin simgesi, savsözü…

Sabah namazına camiye gelen imam bakıyor ki, mukaddes kutu açılmış, Sakal-ı Şerif çalınmış. Bir anda ortalık karışıyor. Cemaat için artık namaz kılmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. Herkes evine koşup müsellah hale geliyor ve Hindu mahallelerine yürüyor.

Hindular hazırlıklıdır.

Yüzbası Olivier, Pandit silahları dolaplardan, sandıklardan çıkarttırmıştır.

Müslüman hücumunu beklerler.

Dalkılıç, çakmaklı tüfeklerle yürüyen yoksul,zavallı insanlar ateşle karşılanır.

Binlerce yıldır yan yana yaşayan, komşuluk eden insanlar artık düşmandır.

Kılıç şakırtıları, toz duman, tabanca sesleri …Velvele…Mahallelerde yangınlar çıkar.

Hindular da tam müsellah, öbek öbek Müslüman mahallelerine saldırıya geçerler.

İnsanlar evlerinden çıkamadan yanarlar. Çığlık ata ata, yalvara yalvara…

Güneş Haydarabat kentini aydınlatmağa başladığı zaman sokaklardan oluk oluk kan akmaktadır. Olivier, ellerini oğuşturarak bekler. Hele kıvamına gelsin olaylar , demlensin. Pandit yanındadır. Müslüman kanı, Hindu kanına karışır. Binlerce insan ölür. Cesetler sokaklarda üst üste…Hind güneşi ortalığı yakıp kavurur ve cesetler kokar. Olivier buyruk verir. Savaşa savaşa yorulmuş insanların arasına askeri birliğini sürer. Çatışmalar kesilir. Ölenleri inceleyen bir sağlık kurulu, vücutlara saplanan mermilerin Haydarabat’ta silah satılan bir dükkandan alınma Britanya ordu malı olduğunu bir yazanakla bildirir. Yüzbaşı, bu yazıyı ortadan kaldırır, kendi bildiği gibi yeniden düzenletir.

Çatışmaların galibi yoktur. Yenen de yenilen de yoktur.

Hindu olsun, Müslüman olsun tek bir düşüncede birleşirler:

“ Anlaşıldı. Biz, İngiliz olmazsa kendimizi yönetemeyiz. Hep kavga, döğüş, savaşarak birbirimizi kırarız“

Sakal-ı Şerif’in çalınması oyunu nelere yol açmıştır?

1947 yılında Britanya ordusu ve sivil yönetimi Hind Yarımadasını boşaltır.

Üç devlet ortaya çıkar: Hindistan, Sri Lanka ve Pakistan.

Hindu ve Müslümanlar yine birbirlerini kırarlar. Göçler aylar boyu sürer.

İnsanlar, can güvenliğinin olduğu yerlere can havliyle sığınırlar.

XX. Yüzyılın ortasında bu, korkunç bir trajedidir.

Yeni Pakistan devleti iki bölümdür. Biri yarımadanın batısında, digeri doğusunda.

İki bölgeyi ırk değil, din birliği tek bir devlet çatısı altında toplamış görünmektedir. Çünkü Bengal halkı kendini, Urdu dili konuşan batıdaki halktan ayrı görmektedir.

Haydarabat bugün de Hindistan’ın ortasında kalmış, Müslümanlarla Hinduların yan yana yaşadığı bir büyük kenttir. Sivil demokrasi de olsa , artık Britanya’nın komiserleri olmasa da, saf kitleler küçük bir tahrikle yine harekete geçip, kanlı olaylara yol açabilmektedirler.

Çatışmalar artık yalnızca Müslümanlarla Hindular arasında da değildir. Sihler de önemli bir varlıktır bu ülkede ve Amritsar kenti provokasyonun, ajitasyonun odak noktasıdır.

………….

İnsanlar rahat duramıyor.

Refah, zenginlik batıyor sanki.

İlla, bir bölüm insanın düşmanlığını çekecek bir harekete imza atacaklar.

Ne oluyor? Bir karikatüristin çizgisi bir dergide yayımlanıyor.

Milyonlarca insanı rencide eden bir anlatım var o karikatürde.

Bir film çeviriyorlar…Milyonlarca dolar para yatırıyorlar.

Bekliyorlar ki, milyarlar kazansınlar. Ünlerine ün katılsın. Tüm dünyada alkışlansınlar.

Fakat, film piyasaya çıkar çıkmaz , ortalık birbirine giriyor. İletişimin bu denli kolaylaştığı bir dünyada hiçbir şey gizli kalmıyor. Halk, tepkisini anında gösteriyor artık. Libya’da Albay Muammer Kaddafi’yi devirmede bir numaralı ajan olmanın mükafatını Trablusgarb’e elçi olarak atanarak alan bir ABD’li o kargaşada öldürülüyor. Elçilik yakılıyor. Varoşlar kent merkezindedir artık. Dünyanın başka İslam ülkelerinde de benzer olaylar yaşanıyor. ABD, birçok yerde elçiliklerini, konsolosluklarını kapatmak zorunda kalıyor ve kendi yurttaşlarını tahliye ediyor.

Neler oluyor?

Bir dergideki karikatür, kitleleri meydana döküyor. Topluluklar, inançlarıyla alay edilmesine sert tepki gösteriyorlar. Elbette haklıdırlar. Fakat, “ajan provakatörler” devrede. Dün olduğu gibi bugün de “iyi iş” çıkarıyorlar. Onbinlerce, milyonlarca insan pek çabuk heyecana kapılabiliyor. Kana kanla karşılık veriliyor. Huzura “muhtaç” dünya, çatışmasız tek bir gün yaşayamaz oluyor. Bu, bazı kişilerin, örgütlerin kendileri göstermeleri için de bir “vesile”, bir “fırsat”, bir “bahane” doğuruyor.

Dün Britanya İmparatorluğu’nun Hind yarımadasında yaptığını, bugün dünya genelinde eyleme sokan, globalizm adıyla çekip çeviren bir “üstün güç” mü var acaba?