TAM TEŞEKKÜLLÜ
İstanbul Üniversitesi’nden Coğrafya Profesörü Dr Ümit Sergün,
tek başına çıktığı yurt gezisinde Avanos’a uğradı.
Geceyi temiz bir pansiyonda geçirdi. Ekim ayının son günüydü.
Otomobiline binip Ürgüp’e gitmek istiyordu. Haritaya baktı: 13 km.
Kasabanın canlandığını görünce anladı; bugün Cuma ; hafta pazarı.
Komşu kasabaya gidişini erteledi. Murat 124’ünü otelin önünde bıraktı.
Herkesin gittiği yere yöneldi. Kızılırmak üzerindeki köprüyü yürüyerek geçti.
Bundan büyük tad aldı. Bir köprü geçişinin insanı nasıl mutlu ettiğini düşündü.
Herkesle selamlaştı.
Baktı; insanlar gülümsüyor, mutlu…
Pazar pek kalabalıktı.
Köylüler, güz meyvelerini satmağa gelmişler.
Kendi yetiştirdikleri sebze, meyve…
Paraya çevirecekler ürünlerini, sonra kış boyunca onunla geçinecekler;
belki düğünleri var.
Bir yerde hayvancılık ürünleri…Sorup öğreniyor.
Erciyes’in eteklerindeki köylerden getirilmiş peynirler.
Ürgüp’ten çilek, Tağar köyünün kaymağı, Başköy’ün yoğurdu.
Aksalur’un balı, Mahmatlar’ın tereyağı.
Değişik renklerde pekmezler…
Bazısı sıvı, bazısı katı…İsteyen tadına bakıyor.
Pekmez içinde bir ot: Acem ireyhanı:
pekmeze koku verirmiş. Itırlı yaparmış.
Küplerin, küpcüklerin, tenekelerin içinde…
Bir yanda , o zamana dek görmediği renkte, görünümde üzümler…
Tepecik oluşturmuşlar. Yanında kuru dut öbeği…
“ Ürgüp’ün Dirmit’i bunlaaaar ! Gel vatandaş, geeeel !”
Çekinme, utanma yok.
“ Dut gurusuuu! Viyagraya para virme vatandaaaaş.
At aazına bi avuç, işini gör, haa !”
Anlayan önce şaşırıyor, sonra gülüyor.
Köylü utangaçlığı; gülerken ağızlarını kapatıyorlar.
“Ayvalı’nın bitirgeni babaaaa! Paranı incire virme,
memleketinin meyvesini yiii !”
Prof Ümit Sergün geziyor.
Fotoğraf çekmeğe doyamıyor.
Gördüğü her meyvenin, satıcısıyla birlikte resmini alıyor.
Resmi çekilenler, önlerindeki sattıklarından bir şey ikram ediyorlar:
Bir elma, bir salkım üzüm.
Sonra, bir kağıda hemen adres yazıp veriyorlar.
“Gözlük dakma vatandaaaş! Gel, gel…Camı gırılır felan.
Pürçüklü yi, pürçüklüüü..Gözlüğü at !”
Ümit Bey, yaklaştı. Sarı, pembe, turuncu havuçlar…
O zamana dek görmemiş bu renkte.
Satıcı, ilgiden memnun.
“ Beyim, bu havuçlar Sarıhdır köyünün. Bi yi, dadına doyaman. “
Bir tane çekip aldı. Kovadaki suya daldırdı,yıkadı. Çakısıyla soydu, verdi.
Ümit Bey tadına baktı.
İstanbul’da aldıklarına benzemeyen bit tad. Güzel.
Satıcı , kulağına eğildi Ümit Bey’in.
Gizli bir şey söyleyecekmiş gibi, sesini alçalttı.
“ Biz buna guş galdıran, guş öttüren de dirik.”
Önce şaşırdı Ümit Bey. Baktı , satıcı köylü gülüyor.
Anladı, o da gülmeğe başladı.
Bir tezgahın üzerinde renk renk, değişik üzüm cinsleri tepeleme yığılı.
Ümit Bey fotoğrafını çekince, köylü gördüğü ilgiden mutlu oldu.
“ Beyim, bakın söyleyeyim. Bu, Çat kasabasının parmak üzümüdür.
Her derde devadır. Bu, Ürgüp’ün Dirmit üzümüdür.
Taa Yonanistan’dan gelirler yimeye. Gayseri piyasasını doyurur.
Bu, Gızılöz goyağının üzümüdür. Bunların tazesi de hoşdur, gurusu da.
Heralda İsdanbıl’dan geldiniz. Size bi torba üzüm gurusu viriyim.
Gış boyunca yiyin; hiç üşümezsiniz. Galürfer mübarek, galürfer.
Öyle sıcak dutar adamı.”
Ümit Bey’in içi gidiyor.
Her şeyden almak istiyor, her meyvenin tadına bakmak istiyor.
Fakat arabanın yüklüğü zaten dolu.
Alıp da , nasıl taşıyacak İstanbul’a.
Yürüyor. Bir köşede ak sakallı bir emmi kavun yığmış. Sesi çıkmıyor.
Üzüntüyle bakıyor insanlara.
Birden, dedesini görür gibi oluyor Ümit Bey.
Gözleri yaşarıyor.
Yaşlı emmi hiç kavun satamayacak galiba.
Çünkü, kavunlar hiç de albenili değil.
İştah uyandırmıyor.
Köylü emmi anlıyor:
“ Bak oğlum, biliyom, görünüşüne bakıp, hoşlaşmadın bu gavınlardan.
Zabah zabah, birlikte birer dilim yiyelim. Bak, gör, nasılmış?”
Çakısını çıkardı. Kavunu iki şak etti.
Çekirdekli orta bölümü tenekenin içine boşalttı.
Bir dilim kesip Ümit Bey’e uzattı.
Gerçekten balca tatlı. Kokusu da bir başka …
“ Biz buna Yavaş gum gavını diriz. Ürgüp’ün Başköy’denim ben.
İncesu’ynan Yeşilhisar arasında gumluk yire ekeriz gavını .
Tevatür olur haa. Yamık yamık olur. İnsan almak isdemez önce.
Amma bi dadına baktın mı, vazgeçemezsin.
Bizde bi laf var; yaklaş da diyim.”
Sesini alçalttı. Ümit Bey’in kulağına eğildi: “ Topalın a…; gavının yamı.”
“Yam ne demek? “
“Yam mı? Eğri büğrü, düz deyil dimek.”
“Anladım. Yamuk.”
Ümit Bey kızardı. Gülümsedi.
Ne içten köylü bunlar;utanma çekinme yok;
her şeyi olağan bir biçimde aktarıyorlar.
Köylünün kavun ikram edişi hoşnut ediyor.
Elinin şırasını testideki suyla yıkadı.
Köylü medeni, uygar. Peçete çıkardı torbadan; ellerini kuruladılar.
Bir tezgahta domates, salatalık, biber, patlıcan…
Adlarını bilmediği sebzeler, otlar…
Köylü kadınlar fırından taze pide almışlar,
peynir doğramışlar, salatalık, biber, domates kesmişler,
üstlerine tuz ekelemişler; yiyorlar. Ümit Bey fotoğraflarını çekti.
“ Adresimizi virelim de gönderiverin, olur mu? “ dedi yaşlı bir kadın.
Yanında bir çocuk. Belli ki, torunu. Bir kağıt parçasına adres yazıp verdi.
“ Buyur, gel. Gahvaltımıza gatıl. Gusura bakma . Bal, gaymak yok.
Amma, bu bizim Ayhanlar köyünün sebzeleri.
Domatesi bi yiyen, döner bi daha yir.”
Bir domatesi eliyle ortadan ikiye böldü; üzerine tuz ekeledi, Ümit Bey’e verdi.
Gerçekten tadlıydı. Yanında bir parça da taze pideyle, yedi.
Kahvaltı yapmış gibi oldu.
“Gel vatandaş gel, Damsa goyağının elmaları bunnar !”
Ümit Bey baktı, sabahın serinliğinde kütür kütür elmalar…Alca akça, alca alca…
Satıcı köylü açıkladı.
“ Ürgüp’ün taa yokarılarındaki köylerden gelir bu elmalar.
Şahinefendi, Taşgınpaşa, Cemil, Musdafapaşa…
Amasya, Daşeşgi, Misget, Galiforniya, Starking, Golden…
Bi çok cins. Eskiden daha değişikleri vardı. Ortadan çekilip gittiler.
Mesela Davşanbaşı..Şimdi arasan bulaman. Mesela Zanapa…
Mayhoş, gözel elmaydı; şindilerde yok. Elma her derde deva beyim.
Gansızlığa garşı birebir. Galp-damar hasdalıklarının en iyi ilacı.
Tansiyonu ayarlıyor. Ganı temizliyor. Elma yi, romatizma olmazsın.
Günde bi elma yi, dişlerin sapsağlam galır.
Bak, ben 75 yaşımdayım. Dakma felan deyil dişlerim.
Bu dünyada en büyük bahtiyarlık nedir?
Yidiğinden dad alacaaan; dışarıya zorlanmadan çıkaracaaan.
İşde elma bunu sağlıyor.”
Ümit Bey gülümsedi.
“ Baba ! Sen elmayı değil, tam teşekküllü
devlet hastanesini anlatıyorsun.” dedi.
Elma satan Ürgüplü köylünün hoşuna gitti. Güldü.
Bir torbaya , değişik cinslerden elma koydu,
Ümit Bey’in eline tutuşturdu.
“Haggaten öyle.” dedi. “ Mübarek meyvedir bu haaa.
Memnun oldum bunu dimenden. Bunlar ikramım sana.
Tam teşekküllü devlet hasdanesi . Hadi güle güle!
Yirken bizi hatırlarsın! “