Yaşamak
Ömür, bir rüzgâr gibi hızla geçip gidiyor. Yaşam, doğumla ölüm arasında uzanan incecik bir çizgi; kimi zaman bir bahar sabahı gibi umut dolu, kimi zaman bir sonbahar akşamı gibi hüzünlü. Zaman ise dur durak bilmeden akıyor, bir nehrin denize kavuşması gibi bizi çocukluktan gençliğe, oradan olgunluğa ve nihayet ihtiyarlığa taşıyor. Bu kaçınılmaz yolculukta hepimiz, farkında olsak da olmasak da son durağa doğru ilerliyoruz.
Peki, insan bu gerçeği bilerek nasıl yaşamalı? Sürekli geçmişe özlem duyarak mı, yoksa geleceğe dair hayallere dalarak mı? Oysa geçmiş, avuçlarımızdan kayıp gitmiş bir kum tanesi gibidir; ne kadar sıkı tutsak da geri getiremeyiz. Gelecek ise ufukta belirsiz bir ışık gibi, şekli yalnızca hayallerimizde netleşir. Yarına çıkacağımızın garantisi yokken, bugünü anlamak ve yaşamak belki de en büyük erdemdir.
Geçmişe duyulan özlem, bir zamanlar bize ait olan ama artık yitirdiğimiz anıların gölgesinde yaşamak gibidir. Çocukluğumuzu bir hatırlayın; sıcacık bir yaz günü, anne elinden tutmuş pazara giderken duyduğumuz güven hissi... O günlere dönmek mümkün mü? Ya da gençlik günlerimizin coşkusunu yeniden yaşamak? Geçmişte yaşadıklarımızdan ders almalı, o günlerin bize kattığı tecrübelerle yolumuza devam etmeliyiz. Ama geçmişin ağırlığını sırtımıza alıp yola çıkarsak, bu yük bizi adım adım yavaşlatır.
Geleceğe dair hayaller ise uçsuz bucaksız bir gökyüzü gibidir; uzaktan güzel görünür, ama ona dokunmak imkânsızdır. Gelecek, yalnızca bugünün eylemleriyle şekillenir. Eğer umutlarımızı gerçeğe dönüştürmek istiyorsak, şu an içinde bulunduğumuz zamanı iyi değerlendirmeliyiz. Yarının mutluluğunu, bugünün emeği hazırlar.
Mutluluğun Sırrı: Sahip Olmak Değil, Şükretmek…
Mutluluğun tanımı nedir? Büyük bir servet, şatafatlı bir hayat mı? Oysa mutluluk, elimizdeki bir fincan kahvenin sıcaklığını hissetmekte, dostlarla paylaşılan bir tebessümde gizlidir. “Gerçek mutluluk çok şeye sahip olmak değil, sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar sevmektir,” der bilge bir düşünür. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, onlara şükretmek ve kaygıdan uzak bir zihinle yaşamak, huzurun kapısını aralar.
Hayat, her zaman pürüzsüz değildir. Aşık Veysel’in dediği gibi, “Gül dikensiz olmaz.” Acılar da sevinçler kadar hayatın bir parçasıdır. Bize düşen, bu iki gerçeği kabul etmek ve hayatı olduğu gibi kucaklamaktır. Değiştirebileceğimiz şeyler için mücadele etmeli, değiştiremeyeceğimiz şeyler karşısında ise sabırlı olmalıyız.
Kendi Gücünün Farkında Ol
Hayatı anlamak, insanın önce kendisini anlamasıyla başlar. Değiştirebileceğimiz tek şey, kendi iç dünyamızdır. Başkalarını, şartları ya da zamanı değiştirmeye çalışmak, gölgeleri kovalamaya benzer. Gerçek değişim, insanın kendisinden başlar ve kendi sınırlarını fark etmesiyle mümkün olur.
Unutmayalım, hayat bir hediye gibidir. Bugünü dolu dolu yaşamak, hayatın bize sunduğu en büyük armağandır. Zaman, elimize verilmiş bir hazine; onu boşa harcamak yerine, değerini bilerek yaşamak bizi gerçek mutluluğa götürecektir.