Yabancılaşan Sokaklar
Yürüyorum... Gençliğimin ve çocukluğumun izlerini taşıyan, o zamanlar bana dünyalar kadar büyük gelen sokaklarda. Her köşe, her kaldırımda geçmişin izlerini arıyorum; ama zaman hoyrat davranmış. Ne sokaklar aynı ne binalar... Değişen yalnızca şehir değil, ben de değişmişim. O eski heyecan, o içimde kıpır kıpır dolaşan yaşam sevinci, adeta gözlerimin önünde buharlaşıp gitmiş. Geçmişe dönüp baktığımda her şey sanki bir anda olup bitmiş gibi. Öyle hızlı, öyle aceleci... Belki de hayatı çok telaşlı yaşadım; belki de herkes gibi, sıradan bir hızla aktı ömür.
Yaşlılar, "Ömür ne kadar kısa?" diye sorulduğunda, "Bir dakika gibi," derdi. Bunu abartı sanırdım. Şimdi, ellerimden kayan zamanın peşinden bakarken, bunun ne büyük bir gerçek olduğunu acıyla fark ediyorum. Zaman, acımasız dişleriyle yalnızca taşları ve sokakları değil, hatıraları da öğütüyor. Güzel günler, neşeli kahkahalar, bir zamanlar ebedi sandığım o mutluluk anıları, sisli bir perdenin ardında silikleşiyor.
Bir gün, o çocukken koştuğum parkta bir banka oturmuş, geçmişi hatırlarken buldum kendimi. Etraf sessizdi. Sadece rüzgâr, ağaçların dallarında hüzünlü bir şarkı fısıldıyordu. "Nerede o eski günler?" diye düşündüm. Gözlerim, yere dökülen yapraklara takıldı. Onlar da bir zamanlar yemyeşil dallarda salınan gençlikleriydi belki. Ama şimdi rüzgâr onları başka diyarlara savuruyordu.
Bunca hüzne rağmen, hep bir iyimser olarak yaşadım. Yaşamı, elimden geldiğince doya doya, büyük bir iştahla kucakladım. Bu melankoli, yalnızca geçmişin puslu aynasına bakmaktan doğan bir yanılgı belki de. Çünkü biliyorum: Geçmiş geçmişte kaldı. Ona takılıp kalmanın kimseye faydası yok.
Ama yine de... Yüreğim, arada bir o eski anılara dokunmadan edemiyor. Tıpkı eski bir sandığın kapağını açıp, solmuş bir fotoğrafı usulca ellerine almak gibi...