KAĞIT…  DEFTERİN İYİSİ…ÇİZİM…

Torunum Rüzgar’ı izliyorum. Üç yaşında.

Bir kutu –top- kağıt var masanın üzerinde.

Dışalımla, döviz ödeyerek aldığımız…

 Made in Suomi yazıyor kutuda.

Finlanda fabrikalarında üretilmiş birinci hamur, pırıl pırıl kağıtlar, kaymak gibi.

Rüzgar boyaklı kalemler kullanmayı seviyor.

Bir kağıt alıyor; tek çizgi çekiyor; al…

Bir kağıt alıyor; tek çizgi çekiyor; gök…

Bir kağıt alıyor; tek çizgi çekiyor ; sarı…

Masanın üzerinde tek çizgili kağıtlar giderek yığına dönüşüyor…

Torunumu izlemeyi seviyorum.

………….

1957…Göre İlkokulu son sınıf öğrencisiyim.

2.Büyük Paylaşım Savaşı sonrasında doğumlar artmış.

Köy okullarında daha çok sayıda öğrenci okuyor. Ders kitabı yetişmiyor. Devlet özel yayınevlerine de kitap basıp dağıtma olanağı tanımış.

Kocaeli İlimizde SEKA Fabrikası olduğunu biliyoruz.

Fakat, kitaplarımızın  basıldığı kağıt nitelikli değil; saman…

Ak-kara fotoğraflar belirgin değil; ne olduğu anlaşılmıyor.

Coğrafya kitabımızda İsviçre Alpleri’nde bir dağ gölü gösterilmiş.

Bir türlü anlayamıyorum, gözümde canlanmıyor…

Grafikler, çizimler de tam bir fikir vermiyor.

Kullandığımız defterler de aynı. Niteliği düşük.

Matematik defterimiz sarı saman.

Ben sanıyorum ki, bu dersin defteri yalnız bu boyakta olur.

Nevşehir’de bir kırtasiyeci var.

Oradan almak zorundayız kitaplarımızı, kalem ve defterlerimizi.

İş Bankası’nın güzel defter armağan ettiğini duyup imreniyoruz. Kuyumcuların, varsıl ailelerin binlerce lirası bankada dururken, Göreli öğrenci kim oluyor ki, ona bir defter verilsin.Kaldı ki, babamı tanırlar da.

Eğitimci olarak ünü var.

Okuldan saat 15’de çıkıyorum. Evimize uğramadan, koşa koşa gidiyorum Nevşehir’deki Banka’ya. Kapanmadan yetişmek için. Remzi Rehber öğretmenim 1954’te hesap açtırmıştı benim adıma.  Banka defteri yanımda. Birikim yok, işlenmemiş. Memura gösteriyorum onu . Bir defter istiyorum. Gülüyor ; ‘’kalmadı.’’

Elim boş, üzgün dönüyorum akşam…Yürüyerek…

O defterlerden bir tane alsaydım, nasıl güzel kullanırdım. Özenle…Yazımı beğenirdi öğretmenlerim.

Bir haber alıyoruz. 1001 Çeşit Mağazası’na nitelikli defter gelmiş.

Tanesi 65 kuruş. Cumartesi günü saat 13’den sonra gidiyorum.

Cebimde 2 defter alacak para var. İstiyorum.

Köy çocuklarına değer veren var mı?

Satış yapan iki adam, birbirlerine göz kırpıyorlar sırıtarak.

Kendi aileleri, komşuları, akrabaları için ayırmışlardır o defterleri.

Bize düşer mi !

……………

Haber hemen yayılıyor Göre’de.

İstanbul’dan gelen Mesut, pek güzel bir defter getirmiş, satacakmış.

Sanırım, özel olarak bize duyuruluyor.

Köyün en ucunda, yukarıda, Hisar Tepenin dik duvar gibi kara kayaların dibinde mağaramsı evleri var Mesutgilin.

Küçük kardeşim İlhan’la tırmanıyoruz yokuşları.

Babam iki 50’lik vermiş. Gümüş, tırtıklı…

Yeter mi, bilmiyoruz.

İçim ürperiyor.

Mesut ben yaşta. İlkokul’a birlikte başlamıştık. İkinci sınıfı, ortasında bıraktı. Nasıl olsa okumayı öğrenmişti; yeter. Sonra İstanbul’a ağabeyinin yanına gittiğini duyduk. Halde hamallık ederek para kazanmış  biraz. İstanbul gurbetinde para da biriktirmiş.

Bizi güleryüzle karşıladı. Ellerimize Pe-Re-Ja kolonyası döktü.

Ballandıra ballandıra İstanbul’u anlattı.

Anası bize çay yaptı. Anamızı sordu. Anlattık, iyi olduğunu. Çocukluğu yanyana evlerde geçmiş.

Tahta bavulunu açtı Mesut. Bir bohçaya sarılı defteri çıkardı. Değerli olduğunu göstermek istiyordu.

Baktık, inceledik. Kapağında lekeler vardı. İçinden bir forma çıkarılmış gibiydi.

Mesut övüyordu defteri. Nevşehir’de böyle birinci hamur, kaymak kağıtlı defter yokmuş…

Pek içime sinmemişti.Ne yapmalı ?

Cebimdeki gümüş paraları yokladım. Yerinde duruyorlardı.

Çekine çekine sordum.

‘’ Kaç guruş istiyon bu defdere ? ‘’

Eliyle okşadı İstanbul ganimeti malını.

‘’ Valla, ben bunu pek bahalıya temin itdim. ‘’

‘’ ……………… ‘’

‘’ Babam iki elli guruş virdi de. ‘’

‘’ Sen ne diyon la  ! Bu defderi 10 liradan aşşaa virmem ya, babanın bize iyiliği dokandı geçmişde. 7.5 lira olsun.’’

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Tam istediğim gibi olmasa da, almadan gitmemeliydik bu defteri.

‘’ Babam gızar bize Mesut. Yanımızda 100 guruş var.’’

İstanbul görmüş oğlan. Akıllı.

‘’ Şöyle yapalım. Onu vir şimdi. 6.5 lirayı da yarın getir.’’

‘’ Eviniz bize çok uzak. Sen, nasıl olsa, Nevşehir’e gitmek için şoseye iniyorsun. Bizim eve uğra. Ben hazır iderim paranın giri galan gısmını. Yarın viririm. ‘’

Suratını astı. İçim pır pır ediyordu…

Sonra gülümsedi. Razı olmuştu demek.

İlhan’la,elimizde defter, evlerinden çıktık.

Anası arkamızdan seslendi.

‘’ Zatigül’e selam söylen e mi ! ‘’

‘’ Peki, diriz. Başüstüne ! ‘’

Akşam olmuş. Evimize vardık. Nazik ablam gaz lambasının şişesini parlatmış, fitilini temizlemiş, yakmış. Duvardaki çiviye takmış. Odaya tatlı bir ışık yayıyor lamba.

Hemen harita  çizmeğe, yazmağa başladım. Daha yarım saat geçmeden, defterin iki sayfası dolmuştu. Ertesi gün öğretmenime gösterecektim.

………………………..

Rüzgar Cem, çizdiği kağıtları bana veriyor. Biliyor, onları bir dosyada saklayacağımı. Her sayfaya bir tarih yazarak…Bu hareketim, özüne güveni artırıyor, mutlu ediyor.

Her hafta ona değişik boyalar alıyorum. İlerde suluboya resim de yapacak. Şimdilik keçe uçlu kalemler yeterli.

O boyaklı kalemlerle resim yaparken , ben de yazar, şair, ressam, kompozitör, karikatürist portreleri çiziyorum aydınger kağıda . Çizime uygun yüzler var; fotojenik. Kimi sanatçıların birden çok portrelerini çizdiğim de oluyor.

Şair Metin Eloğlu’nun portresini çizerken beni izliyor Rüzgar…Baktı, baktı…Sonra feryat figan ağlayıp , bağırmağa başladı:

‘’ Bacakları yok bunuun, nasıl yürüyeceeek ! ‘’

                      ……………………..