Nevşehirli Ünlü Besteci Ahmet Adnan Saygun

Doç. Dr. Faruk GÜÇLÜ

Fişekçizadeler Nevşehir’in yerli ve ünlü ailelerinden biridir. 1872 Yılında Nevşehir’de dünyaya gelen Fişekçizadelerden İzmir Milli Kütüphanesi kurucusu Mehmet Celalettin, Ünlü besteci Adnan Saygun’un babasıdır. Aile daha sonra İzmir’e göçmüştür.Adnan Saygun’un dedesi, orduya cephane sağladığı için “Fişekçizadeler” olarak bilinen aileden, “Kocahoca” lakaplı Ahmet Efendi’dir. Ailenin bir büyüğü, Kavalalı isyanında Osmanlı ordusuna Nevşehir'de fişek ikmali yaptığı için Fişekçi Mehmet Efe diye anılır. Bu isim aile lakabı olarak benimsenmişti. Ailenin bu isimde Nevşehir'de bir camii de vardır.

Mehmet Celalettin beyin iki çocuğundan biri olan Ahmet Adnan Saygun 7 Eylül 1907 Tarihinde İzmir’de dünyaya gelmiştir. O nedenle de kendisi İzmirli olarak bilinmektedir. Bu doğru değildir. Türk müzik tarihinde Türk Beşleri olarak anılan bestecilerden birisi olan Saygun, ilk Türk operasının bestecisidir ve "Devlet sanatçısı" unvanını alan ilk sanatçıdır. Cumhuriyet Dönemi Türk müziğinin en çok seslendirilen eserlerinden "Yunus Emre Oratoryosu" en önemli yapıtıdır.

Adnan Saygun,İzmir'de "Hadikai Sübyan Mektebi" adlı mahalle mektebinde başladığı ilköğrenimini "İttihat ve Terakki Numune Sultanisi" adlı okulda devam etti. Sanat eğitimine ağırlık veren bu okulda 13 yaşında iken İsmail Zühtü (nazariyat) Rosati (piyano) ve Tevfik Bey (piyano) yanında müzik çalışmalarına başladı. 1922 yılında Macar Tevfik Bey'in öğrencisi oldu. 1925 yılında Fransız La Grande Encyclopedie'den müzikle ilgili makaleleri çevirerek birkaç ciltlik büyük bir Musiki Lugati meydana getirdi.(Wikipedia) Sanatçı çocukken müziğe olan ilgisi ailesi tarafından bilindiğinden sanat okullarına gitmesi teşvik edilmiştir.

1914’te 1. Dünya Savaşı çıktığında Adnan Saygun yedi yaşındadır, bugün hala unutamadığı ilk şarkılarını ve “Yol göründü ey gaziler…” gibi seferberlik türkülerini öğrenmektedir. 1919 yılında İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiş halde. Herkes perdeleri, kepenkleri kapalı evlerinde oturuyor. Karşılarındaki Rum mahallesinde kiliseye doluşan palikaryalar, ellerinde palalar, bıçaklarla geziyorlar. Evlerinin arkasındaki taşocağına Yunanlıların attıkları yaralı insanların acı çığlıkları bugün hala kulaklarındadır. Onun çocuk ruhunda derin izler bırakan bu acı günlere ait bir anısını bir teyp kaydından aynen aktaran Kum Sanat Bloğa göre: “Evimizin arkasındaki taş ocağının sırasında fırın vardı. Sabah çıkan ekmekten alabilmek için gece yarısı üçte kuyruğa girip saatlerce beklerdik. Ben küçük olduğum için beni hep arkaya iterlerdi. Bir gün ne yapıp edip sıranın en önüne geldim. Sabah fırıncı ekmekleri küreğiyle çekerken, küreğin sapı şiddetle burnuma çarptı. Kendimi kaybettim. Ayıldığım, elim, yüzüm kanlar içindeydi. Ekmeklerimi koltuğuma sıkıştırıp eve yolladırlar. Aynı gece yanımızdaki Yahudi mahallesinden bir Yahudi ekmek kuyruğundan dönerken o yaralı ve ölü dolu çukura düşmüş. Sabaha kadar feryat etti. Can derdinden kimsenin bakacak hali yoktu…”(Kum sanat bloğ) Milli Kütüphanede çalışan babasını tutuklayan Yunanlılar, ancak kitaplığın adı “şehir kütüphanesi” olarak değiştirildikten sonra onu serbest bıraktılar. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İzmir’den kaçan bir Rum ailenin piyanosunu almasını tavsiye eden bir dostuna, “ben kimsenin malına el koymam” cevabını veren babası Celalettin Bey, daha sonra binbir güçlükle para biriktirerek, çocuklarına bir piyano satın almıştı.(Kum Sanat Blog)

Ekmek parası kazanmak için su şirketi, postane gibi çeşitli yerlerde çalışan Adnan Saygun, İzmir Beyler Sokak'ta bir kırtasiye dükkânı açıp nota satmayı denedi. Bu denemelerde başarısız oldu ve ilkokullarda müzik öğretmenliğine yönelmek durumunda kaldı. İlkokullarda öğretmenlik yaptığı dönemde Ziya Gökalp'in, Mehmet Emin'in, Bıçakçızade Hakkı Bey'in şiirleri üzerine okul şarkıları yazdı. 1925 yılında devletin yetenekli gençleri müzik eğitimi için Cumhuriyet hükümetinin ilk yıllarda bilim ve sanatta yetişmiş iş gücüne ihtiyaç duyması sonucu Avrupa ülkelerine öğrenci gönderilmiştir.Avrupa'daki önemli konservatuvarlara göndermek üzere açtığı sınava girmek isteyen genç müzisyen, annesinin ani ölümü üzerine bu fırsatı kaçırdı. Orta dereceli okullarda müzik öğretmenliği yapmak için açılan sınavı kazanarak 1926 yılından itibaren bir süre İzmir Erkek Lisesi 'nde müzik öğretmenliği yaptı.O yıllarda Liseler için Müzik kitabı yazdı.

Savaştan yeni çıkan Cumhuriyet hükümetinin 1928 yılında müziğe yetenekli gençler için açtığı sınavı tekrarlaması üzerine devlet bursuyla Paris'e gönderildi. Vincent d'Indy (kompozisyon), Eugène Borrel (Füg), Madame Borrel (armoni), Paul le Flem (Kontrpuan), Amédée Gastoué (Gregoryen ezgileri), Edouard Souberbielle (org) ile çalıştı. Paris'teyken Op. (Opus) 1 sıra numaralı Divertissement adlı orkestra eserini yazdı. Saygun’un bu bestesi 1931 yılında jüri başkanının Henri Defossé (Cemal Reşit Rey'in orkestra şefliği hocasıdır) olduğu Paris’teki bir beste yarışmasında ödül kazandı, Gabriel Pierné yönetimindeki Colonne Orkestrası tarafından önce Paris, Varşova daha sonra da Rusya ve Belçika'da seslendirildi. Eser böylece, Cemal Reşit Rey'in Paris'te seslendirilmiş bulunan üç eserinden sonra - Anadolu Türküleri" (1927), "Bebek Efsanesi" (1928) ve "Türk Manzaraları" (1929) - yurtdışında icra edilen dördüncü Türk orkestra eseri olmuştur(Wikipedia).

Türkiye Cumhuriyeti devletinin katkılarıyla Fransa’da eğitimini tamamlayan Saygun, 1931'de Türkiye'ye döndü. Musiki Muallim Mektebi'nde müzik öğretmenliğine başladı, 1932 yılında ilk evliliğini yaparak piyanist Mediha (Boler) Hanım ile evlendi. Ancak bu evliliği uzun sürmedi.

Adnan Saygun, 1934 yılında Atatürk'ün talebiyle, Türk-Iran dostluğunun güçlenmesi amacıyla Türkiye'yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Pehlevi şerefine ilk Türk operası olan Op. 9 Özsoy Operası nı bir ay gibi çok kısa bir sürede yazdı. Liberettosunu Münir Hayri Egeli'nin yazdığı opera, Türk milletinin doğuşunu, İran ve Türk milletlerinin kökü uzak tarihe dayanan kardeşliğini ifade etmekteydi. Eserin prömiyeri 19 Haziran 1934 gecesi Atatürk ve Rıza Pehlevi huzurunda gerçekleştirildi. Rıza Şah Pehlevi’nin sanatçıyı çok beğendiği ve ödüller verdiği bilinmektedir.

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefliğine getirilen sanatçı; Ankara’da yürütmek durumunda olduğu bu görevini bozulan sağlığı ve İstanbul'a gidişi nedeniyle ancak birkaç ay sürdürebildi. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile ilk konserini 23 Kasım 1934'te verdi. Daha sonra Ankara’dan ve bu görevinden ayrıldı.

1934 yılı Kasım ayı sonunda Saygun'a Atatürk'ün talebi üzerine 27 Aralık 1934 gecesi temsil edilmek üzere Taş Bebek operası nı bestelemeyi başaran sanatçı, bu operada yeni Cumhuriyet insanının doğuşunu eğitim ve kültür alanındaki değişimi anlatmıştır. Eser, 27 Aralık 1934 gecesi Ankara Halkevi'nde sahnelenmiş, orkestrayı çok hasta olmasına rağmen bizzat Saygun yönetmiştir.

Hastalığı ve kulak rahatsızlığı sebebiyle Ankara’dan ayrılan Saygun, 1936'da İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda öğretmenliğe geri döndü, 1939'a kadar bu görevde kaldı.

1940 yılında bir konser için Ankara'ya gelen ancak ülkelerinden Nazi baskısı nedeniyle geri dönmeyen Budapeşte Kadın Orkestrası üyelerinden Macar asıllı Irén Szalai (sonradan Nilüfer adını almıştır) ile 1940 yılında ikinci evliliğini yapmıştır. “Eski Üslupta Kantat", "Bir Orman Masalı" adlı bale eseri ve "Yunus Emre Oratoryosu" gibi eserlerini bu dönemde besteledi. Yunus Emre Oratoryosu 1943 yılında yarışmada birincilik ödülünü almıştır.

1972-78 arasında TRT Yönetim Kurul üyeliği yaptı. 1973'te İstanbul Devlet Konservatuarı'nda (Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı) etnomüzikoloji öğretmenliği yaptı. Uluslararası Halk Müziği Konseyi'nde yönetim kurulu üyeliği yaptı, 1985'te "sanatçı profesör" unvanları ve 1981'de de "Atatürk Sanat Armağanı" verilmiştir.

Yunus Emre” Avrupa’da ve Amerika’da 5 ayrı dilde bir çok kereler seslendirildi. Yalnız Saygun’un değil, Cumhuriyet dönemi Türk Musıkisinin de en çok tanınan eseri haline geldi. Yunus Emre”den sonra, “Kerem”, “Köroğlu”, “Gilgameş” gibi üç büyük opera, “Atatürk’e ve Anadolu’ya Destan” gibi anıtsal bir koral eser, 5 senfoni, çeşitli konçertolar, orkestra, koro, oda müziği eserleri, vokal ve enstrümantal parçalar, sayısız türkü derlemeleri, kitaplar, araştırmalar, makaleler birbirini izlemiştir.

Türk Beşleri arasında yer alan Adnan Saygun, ritm ve melodi bakımından Türk halk ve sanat müziklerinin etkilerini taşıyan yapıtlarında, zaman zaman izlenimci, zaman zaman da romantik estetiğe bağlı kaldı. Çok sayıda beste yaptı. Eserleri New York NBC, Orchestre Colonne, Berlin Senfoni, Bavyera Radyo Senfoni, Viyana Filarmoni, Viyana Radyo Senfoni, Moskova Senfoni, Sovyet Devlet Senfoni, Moskova Radyo Senfoni, Londra Filarmoni, Kraliyet Filarmoni, Northern Sinfonia, Julliard Quartet gibi topluluklar ve Yo-Yo Ma gibi virtüözler tarafından seslendirildi. 1971'de yürürlüğe giren Devlet Sanatçılığı Kanunu çerçevesinde ilk Devlet Sanatçısı unvanı Adnan Saygun'a verildi.(Wikipedia)

Sanatçı, uzun tedavi sürecinden sonra İstanbul’da 6 Ocak 1991 tarihinde pankreas kanseri nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Adnan Saygun’un orkestra, oda müziği, opera, bale, piyano üzerine birçok yapıtı olduğu gibi, etnomüzikoloji ile müzik eğitimi konularında yayınları vardır. Çalışmaları ve diğer belgeleri Ankara’da Bilkent Üniversitesi bünyesinde kurulan “Ahmet Adnan Saygun Müzik Eğitim ve Araştırma Merkezi”nde bulunmaktadır.

Müzikolog Emre Aracı tarafından kaleme alınan kapsamlı bir biyografisi Adnan Saygun – Doğu Batı Arası Müzik Köprüsü adı altında Yapı Kredi Yayınları tarafından 2001 yılında yayımlanmış; hayat öyküsü ayrıca Mucize Özinal tarafından "Dar Köprünün Dervişi" (2005) adıyla romanlaştırılmıştır.

İzmir'de bulunan Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'ndeki heykeli

İstanbul Beşiktaş'taki Ulus semtindeki ana cadde, Ahmet Adnan Saygun Caddesi adını taşımakta ve bu cadde üzerinde, sanatçının bir boy heykeli bulunmaktadır. Aynı zamanda İzmir'de adının verildiği Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi (AASSM) 2008'de hizmete açılmıştır. Ankara’da ve İzmir’de de adını taşıyan cadde ve kütüphaneler, bilim merkezleri vardır. Bilkent Üniversitesi sanatçı adına burs vermektedir.

Anı kitaplarına yansıyan anılara göre; Her zaman düşünceli ve zarifti. Son nefesine kadar ülkesine bir şeyler vermek için çalıştı. Yurt dışındaki konserlerde ülkesini şerefle temsil etti(E. Arıca).

Nevşehir’de başlayan İzmir, Ankara’da devam eden ve İstanbul’da sonlanan bir yaşam. Ahmet Adnan Saygun Nevşehir’in saygın ailelerinden birisi olan Fişekçiler ailesinin dünyaca saygın bir bireyidir. İlimiz bu saygın müzik insanına yeterince sahip çıkamamıştır.

Yararlanılan Kaynaklar:

TDV İslam Ansiklopedisi,

Wikipedia

Emre Arıca / Adnan Saygun: Doğu Batı Arası Müzik Köprüsü (2001)

Kum Sanat Bloğ