PÜRÇÜKLÜ
Alirıza Ağa sabah erkence, Irmak kıyısındaki bahçesine gitti.
Kar ha yağdım, ha yağacağım diyor. Güzün son günleri.
Kızılırmak koyağı binbir renk içinde. Çiğler bir süre sonra kırağıya döner artık.
Bahçelerde hiçbir şey kalmamış. Toplanmış tüm meyveler, sebzeler.
Yalnızca toprak altında olanlar var. Pürçüklü, yerelması…Üzerlerini gazeller örtmüş…
İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Selma hanım ile
Sarıhıdırlı Alirıza Ağanın yolları Ürgüp pazarında kesişti.
Selma hanım havuç meraklısı idi.
Olanak buldukça yaptığı yurt gezilerinde manavlarda , hallerde, pazarlarda havuç arar bulurdu. Daha 10-15 yıl öncesine değin kent, kasaba pazarlarında renk renk havuçlar göz doyururdu, gönül açardı. Apal, mosmor, sapsarı, turuncu boyaklı havuçlar.
Göğsünde asılı fotoğraf makinasıyla Profesör Selma hanım,
Ürgüp’ün ünlü Cumartesi Pazarı’nı geziyor.
Fotoğraf çekmeğe doyamıyor.
Kavun karpuz mevsimi sona erse de, hala tezgahlarda bulunuyor.
Yamrı yumru kavunlar. Satıcı önce küçük bir dilim ikram ediyor.
“Dadına bahmadan geçip gitme vatandaaaaş ! Gavın deyil, bal mübarek, baal!””
Almağa niyeti olmayanlar o anda karar verip alıyorlar.
Çünkü bunlar Başköy’ün Yavaş Kumundan gelmiş kavunlar.
Bal tadında. Çatlağından suyu sızmış. Tadı belli.
Avanos çömleğine basılmış çökelek, peynir.
Satıcı buğu buğu tüten bir parça pideyi açıyor,
içine bir parça çökelek koyup sunuyor Selma hanıma.
“ Üzümünen pindir, öğün bu işde !”
O güne değin böyle tadlı çökelek yememiş…
Teşekkür ediyor. Fotoğrafını çekiyor satıcının…
Peynirler Erciyes Dağının eteklerinden,yaylalardan…
Çat kasabasının parmak üzümü…
Satıcı bağırıyor : “ Bannag üzümü bunnar! Çat’ın. Başga yirde yoh ha!”…
Bir salkım uzatıyor Selma hanıma…
Kehribar gibi kızarmış daneler insanın ağzını sulandırıyor.
Böyle bir tad İzmir’in Sultani’sinde, Razaki üzümünde yok…
“Aravan’ın bitirgenleri bunlar;şekerpareee…Hurma diyi dövizimizi ecnebiye virme!
Memleketin gayısısını yi! Ganser olma!””
Selma hanım bakıyor kahverengi bir tepeye. Kuru kayısılar…
Köylü genç, hemen bir tane ikram ediyor.
Malatya kayısısının adı baskın ya.
Bu, hepsinden tatlı.
“ Aravan meşhurdur efendim.Şimdi adı Ayvalı. Amma ayvadan çok gayısısı nefistir.”
Yürüyor Selma hanım. Fotoğraf çekmeğe doyamıyor.
“Damsa’nın elması bunlaaar!” diye bağırıyor genç adam.
Selma hanım’ın elmaları incelediğini göründe, önlüğüne siliyor, parlatıyor, veriyor bir tane.
Üzerinde mumlu katmanıyla güzel, albenili elmalar. “ Onbeşinde gız yanaaa !” diyor .
Çevrede tezgah açan komşular gülüyor, pazara gelenler gülümsüyor.
Selma hanım izliyor, gözlüyor. Pazarda herkes memnun görünüyor.
Fakat, kivi gibi, muz gibi meyveler dışardan geliyor. Pahalı.
Fiyatını sorup alamayanlar var, Selma hanım, onlara bakıp, üzülüyor.
En çok da Japon turistler memnun. Gözlerini çizgileştirerek gülümsüyorlar.
Çektikleri fotoğrafı bir iki dakika içinde verenler de var.
Selma Hanım yürüye yürüye Kızılırmak kıyısında,
Sarıhıdır toprağında yetişen havuçları satmağa çalışan Alirıza Ağanın yanına geliyor.
“Pürçüklüye geeel, hakiki pürçüklü bunnnaaaar!”
Komşulardan biri uyarıyor:
“ Yav, Alirıza, bırak köylülüğü gayrı, havuç di, pürçüklü olmaz. Kimse annamaz!”
Fakat, O, “Pürçüklü” diye bağırmasını sürdürüyor.
Selma hanım, havuç görür de geçer gider mi? Yığın, tepe gibi havuç…Resmini çekiyor.
Alirıza ağa pürçüklüsünün gördüğü ilgiden memnun, sesine bir kibarlık vererek konuşuyor:
“ Hanfendi!” diyor ” Bu gordüğün pürçüklü var ya, her derde deva.”
Gülümsüyor Selma Hanım. “Mesela!”
“Valla dirler ki, bunu yiyenin gözleri gurt gibi, canavar gibi keskin olurmuş.”
Gözlüğünü çıkarıyor Selma Hanım. “Her gün bir tane yersem, gözlüğümü atabilir miyim?”
“ Garanti viririm valla. Bir ay sooona gelin, gözlüğünüz takılıysa, paranızı geri veririm.”
“Başga nelere faydalı?”
“ Valla, efendim, bu Sarıhıdır pürçüklüsü. Mide hastalığına da iyi gelir. Cilde de. Bakın, yüzünüzde sivilceler var. Ona da garanti viririm.”
Gülüştüler.
“Başka!”
Düşündü bir süre Alirıza ağa. “ Vallaaa, mide, bağırsak, gastrit…Aklınıza ne gelirse!”
Komşu tezgahtan biri bağırdı.
“ Ufak ufak at da, bilikler yisiiin!”
Aldırmadı Alirıza Ağa. “ Dirler ki, romatizmanın da en iyi ilacı bu pürçüklü…”
Selma hanım gülüyordu.
“Amca!” dedi. “Sen havuç satmıyorsun, tam teşekküllü devlet hastanesini anlatıyorsun.”
Alirıza ağa şaşırdı. Sonra, anladı. Gülümsedi. “ Nirelisin?”
“İstanbul’da görevliyim. Memleket uzak, taa Eğin. Tıp profesörüyüm.”
“Memnun oldum hocahanım. Dimek, tam teşekküllü hastane. Hani, rapor virirler orda.
Peki, bu benim size armağanımdır. Arabanız var mı, götürün, İsdanbılda afiyetle yiyin.”
Bir torbaya düzgün pürçüklülerden doldurdu, Selma hanımın eline tutuşturdu.
Cüzdanı da, daha çantadan çıkmadan önledi.
Konuktan para alınmaz ki.
Selma hanım, mutlulukla gülümseyerek, elinde “tam teşekküllü hastane”
otomobiline doğru yürüdü.
Ürgüp soğumağa başlamıştı kış öncesinde.
Fakat, içi, Sarıhıdırlı köylünün,Alirıza Ağanın armağanıyla ısınmıştı, sıcacıktı.