TEK YANLI

'' Almanya'da öyle sağlam, yerine oturmuş akademik gelenekler vardır ki, insan onları düşününce biz neredeyiz diye sorar va bir karamsarlığın içine düşer. Örneğin, bir bilimsel dergide akademik yazınız yayımlandı, değil mi? Dekan elinde çiçekle sizi kutlamağa gelir. Örneğin doktora teziniz başarıyla savundunuz ve Dr unvanı kazandınız ; doktora teziniz kitaplaştı, değil mi, rektör hemen çiçekle sizi kutlamağa gelir. Bitmedi, hemen bir eğlence gecesi ayarlanır; çağrılılar içkilerini alır gelir. Rektör konuşur, dekan anılarını anlatır, bölüm başkanı öğer. O çalışmada emeği geçenler duygularını dile getirirler. Müzik eşliğinde dans edilir, diapozitifler seyredilir, güzel bir gece geçirilir. O sürede artık akademik unvan farklılıkları ortadan kalkmıştır. Rektör ile bir asistan birlikte yer, içer, eğlenir. Ertesi gün herkes tüm ciddiyetiyle , silsile-i meratibe göre çalışmasını sürdürür.''

Osmaniyeli rahmetli Prof Dr Hilmi Karaboran 12 yılını geçirdiği , doktorasını hazırladığı Heidelberg Üniversitesi'ni , der verdiği Almanya'yı anlatıyor bize. Yer Fırat Üiversitesi Edebiyat Fakültesi. Dinleyenler kim ? Edebiyat, Coğrafya, Sosyal Antropoloji, Psikoloji, Sosyoloji asistanları...İmrenerek dinliyoruz. Almanya ile aramızda binlerce kilometreden daha çok yüzlerce yıllık fark var.

'' Kitabınız yayımlanınca meslekdaşlarınıza, yönetim mevkiinde olanlara, eşe dosta imzalayıp gönderirsiniz. Fazla değil bazen aynı gün, bazen bir hafta içinde zarif teşekkür yazılarıyla birlikte kendi kitapları gelir. Bunlar özen isteyen konulardır. Almanyada akademik gelenek tüm dünyaya örnek olacak düzeydedir. Ben istiyorum ki, burada da bunu başlatalım. Ben, bir dergide yayımlanmış makalemin ayrı basımlarını meslekdaşlarıma göndermeğe başladım. Doktora tezimi de çoğaltıp sizlere dağıtacağım. Üniversite elemanı olmak sıradan memur olmak değildir. Bilgi birikimi yanında, kendisini sürekli geliştirmesi, davranışlarını inceltmesi, rafine etmesi, infrastrüktürünü iyi kurması gerekmektedir.''

1980 yılıydı. 40 yıla yakın zaman geçmiş. Almanya nerede, biz neredeyiz ?

................................

İki cilt kitabım ( Antik Çağ Türkiye Tarihi Coğrafya Bölgeleri- Antik Çağ Türkiye Kentleri ) yayınlandı 1999 yılında . Yayınevi para ödemek yerine herbirinden 250 tane gönderince evimin bir odası doldu. Başka kitaplar da vardı. Oda oda olmaktan çıktı; kitap deposuna benzedi. Adım atacak yer yok.

Ne yapmalı ?

Milliyet'te Melih Aşık'a bir ileti gönderdim. Adresini verenlere kitaplarımdan göndereceğimi yazdım. İleti yayımlanınca yoğun bir istek yağmuru ile karşılaştım. İsteklerin tümünü karşıladım. İmzalayıp gönderdim kitaplarımı. Öğrenci olanların, taşıma bedelini de kendim ödedim.

Kütüphanelerden, üniversitelerden, emeklilerden, gazetecilerden, diplomatlardan, turist rehberlerinden ...

Peki...İyi güzel...Ala ve rana...

Bir beklenti içinde olmasak da, imzalı kitap gönderdiğim ''zevat-ı muhterem'' in de kendi kitapları var. Böyle anlayışsızlık olur mu? Bir karşılığı olmalı değil mi? Ben saygı duyuyorum kitaplarımı istayenlere. Emek veriyorum, götürüp PTT'ye ya da taşıma işi yapan kuruluşa teslim ediyorum. Bunlar zaman alıyor ve akçe tüketimini gerektiriyor.

Kitap gönderdiğim , taa 1974'ten beri tanıdığım , turizmle ilgili yazılarını dergilerden severek, beğenerek okuduğum, derslerimde değerlendirdiğim prof ya da doç unvanı taşıyan meslekdaşlarımın hiç aklına gelmez miydi acaba '' Biz de ona bir armağan gönderelim, kitaplarımızdan işine yarayacakları ayırıp...''

Anlayış eksikliği... Düşüncesizlik...

Bir yayınevi bir dosyanızı kitaplaştırdı diyelim. Yazar hakkı gönderilir...Bir iki yıl da satılan kitaplara göre küçük bir yüzde hesabıyla az tutarda para da gönderilir. Sonra...Tamam. Artık ilişkiniz kalmamıştır.

Sayın yayınevi yetkilisi...Bir taşra üniversitesinde sürekli kendini yetiştirme çabası içinde olan bir eğitimci var. O bir bibliofil-betiksever...Hangi alan yayınlara ilgi duyduğunu da biliyorsunuz. Yayınladığınız kitaplardan armağan etseniz, işletmeniz ne yitirir ?

Her şey tek yanlı kalıyor.

Yanlış mı düşünüyorum ?