ÜÇ AYAKLI SANDALYE

Bilinmedik bir dünyaya açtığımız anda başladı hayat hikayemiz hepimizin. Hangi kahramanlar eşlik edecek tamamen bilinmezin içine doğduk işte ...Kim bilir hangi rüzgarlar savuracak,hangi çiçeği seveceğiz hangi diken elimizi kanatacak zaman öğretecek dedik hepsini ...Öğrendik de ,öğrendim de ...

Başlayan hikayenin her sayfasında yeni yeni şeyler öğrendim ,sevmeyi , üzülmeyi, gülmeyi,ağlamayı ...Kaç defa yersiz şeyler için üzüldüğümü üstünden zaman geçince öğrendim ben .Sanki her şeyi ben çözebilecek gibi her şeyi dert edinme huyumun olduğunu öğrendim .Bir şeyleri çok takınca düzelmediğini , başkalarına hep anlayışlı bir dinleyici iken kendime nasıl acımasız yargıç olduğumu da öğrendim zamanla .Nelere alıştık ,geçmez dediğimiz herşey nasıl da geçti öyle . Büyüdük, yepyeni insanlar tanıdık...Kimisi öylesine hayatımıza girdi ,kimisi bize verilmeyen şeylerin telafisi gibiydi ...

Ne boşluklar doldu dolmaz sandığım,ne yaralar kabuk bağladı inadına tek tek ...Bu kez bitti dediğim yerden kalkarken dizimdeki çamurları silerken ne yeni umutlar için söz verdim kendime...

Her konuda tecrübem var az çok galiba ...Öyle sanıyordum ya da bir süre ...Sonra beklenmedik anda gelen acı bir ölümle nasıl yıkıldı kumdan kale gibi sığınaklarım. Bir sandalye bu kadar can yakar mıymış dedim günlerce .Askıda asılı kalan bir hırka yaz günü insanı üşütürmüş. Kışın yeriz diye dolaba hazırlanan yemekler düğüm olarak kalırmış insanın boğazında.Yokluğunu düşunmenin bile nefesini kesen insanın artık olmadığını bilmek .Boş bir sandalye görüyor uzaktan bakanlar ...Artık mutfaktan gelmeyen tıkırtının yokluğunu hissetmiyor kimse . Hiç bir zaman aramayacağını bile bile rehberden silememek onca yaşanmışlığın vefası belki de ... Saçlarım örülürken destek olmusluğu vardi o sandalyenin . Bir kaç tahta parçası bir araya gelmiş değil benim hayatımı sırtlamıştı... Bazı şeylere alışılmıyor .İnsanın içi ağrır mı , ağrıyor...Sanki böyle içinde bir yerlerde hep açık kalan yaraya tuz basılıyor gibi ...Koca bir ömür sığdı o sandalyeye ,sevdikleri için vazgeçilen hayaller,önce çocuklar diye görmezden gelinen ihtiyaçlar...Hep kendinden vermek ağır geldiği için gıcırdadı bazen ,omzuna yükler ağır geldi . Karşısında çiçekler de boynu bükük kaldı üstelik,ne kokusu eskisi gibi oldu ,ne de öyle canlı kaldı yaprakları...Evin kapısı hiç bir zaman eskisi gibi açılmadı, aynı kokmadı yemekler ,aynı doğmadı güneş evin penceresinden ...Üstelik yıllarca yük tasımışlığı yetmemiş gibi ani ölümle üzerinde bir hırka kaldı .Oysa sıcaklığı bile soğumamıştı,nasılsa birkaç saat sonra tekrar giyilecekti.Hem gidecek insan hemen dibine yarım kalan örgüsünü bırakır mıydı,masada yarım kalmış su vardı hâlâ,çiçeğin biri sulanmamış, çocuğun elbisesinin yaması yarım ...

Nasıl da kalırmış insan yarım,eksik , paramparça... Gözünün gördüğü her yerde olması gereken insanın son kez eve geldiğini görünce...Nasıl da canı yanarmış duymazdan geldiği selaların arkasından can bildiğinin ismi denince ...İçimde bir sızı var şimdi , tarifi zor , geçmesi imkansız ...Görünmeyen ateşlerde yanıyor gibiyim...Bu yüzden en ufak şeylerde şaşırtan ağlayışım ,ben ölüm acısını yaşadığımdan beri;neyse üzülsem  ona ağladım ...

Halime ADIGÜZEL