UCASARLI HEKİM
‘’ Yufka, bazlama, erişte, mantı…Haftada bir bunu yer Nevşehir köylüsü.Midede hamur olur. Zavallı organ çeviremez. Gide gele o mide işleyemez olur. Bana getirirler kıvranan hastayı. Ben ameliyat ederim. Çok para kazandım o yufkacılar sayesinde.’’
Yanındaki hemşireyle konuğumuz. Babacan tavrıyla kollarını genç hemşirenin omuzuna atmış, geliri yüksek insanlara pek yakışan (!) özgüven duygusuyla öğünüyor, iştahlı iştahlı konuşuyor.
‘’ Yahu Hoca, az para kazanan meslekleri sevmiyorum ben yahu ! ‘’
Anladık, sindirim yolları sayrılıkları alanında uzmansın. Nevşehir’de gastroenteroloji denince akla ilk sen geliyorsun. Ustalığına, uzmanlığına sözümüz yok da, bencileyin bordro mahkumu bir lise öğretmeninin evinde, yüzümüze karşı söylenecek söz mü bu şimdi !
Çay içiyoruz.
Eşim hazırlamış pasta, börek, çörek, kek…
Keyifle değerlendiriyor onları.
İçten davranışları insanın hoşuna geliyor da…
Düşünmeden edemiyorsun.Yüzüne karşı da söylenmez ki konuğun. İyi bir hekim. Binbir insanın acısını dindirmiş. Cerrah, operatör. Fakat hiç mi psikoloji öğrenmemiş. Sabit gelirli, yoksulluk sınırındaki eğitimcinin evinde yüksek gelir sağlamakla öğünülür mü?
Ankara Tıp mezunu. Prof Rasim Adasal’dan ders almamış olamaz. Neden böyle dambuldombul konuşuyor, kırıcı oluyor ?
Kitaplığıma göz gezdiriyor. Fransızca – Türkçe Sözlük : 2 cilt. Tahsin Saraç öğretmenimin en yararlı yapıtı. TDK yayını. Eline alıp inceliyor.
‘’ Yahu Hoca, gel seninle bir Kur’anı Kerim’i Fransızcaya çevirme çalışmasına girelim. Araştırdım. İngilizce var da, Fransızca yok. ‘’
Diyorum ki:
‘’ Fransa’ya gönderilen ilahiyat araştırmanları vardır. Orada doktora yaparlar teoloji konusunda. Arapçayı da bilirler. Bu işi onlar iyi yapar.’’
Karşılık veriyor. Biraz da gurur okşayıcı bir ses tınısıyla.
‘’ Çok mütevazı olma böyle Hoca . Sen de iyi bilirsin bu dili. Bende Besim Atalay’ın Kur’an Tefsiri kitabı var. Baltacıoğlu’nun da Kur’an Çevirisi var. Benim bir ayağım Ankara’da. Hanım orada Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu müdiresi. Hachette Kitabevinden alır gelirim bir Kur’an kitabı. Orada yalnız Fransızca değil, İngilizce kitaplar da bulunuyor. Orada yoksa Tarhan’a, Bilgi’ye bakar, bulurum. Olmazsa buradaki imamları, müftüleri falan devreye sokarız.’’
Mide, bağırsak, ameliyat, cerrahi işlemler…Bıkmış. Değişiklik arıyor. Hoşuna gelecek, meşguliyetini zevke çevirecek yeni bir alan bulmağa çalışıyor .
Konuklarımız gelmeden önce saat keseleri, para keseleri, yün çoraplar koleksiyonumuza bakıyor, tek tek gözden geçiriyorduk. Bir bohçada duruyordu koltuğun üstünde. İyi kapanmamış bohça. Gördü, atıldı.
‘’ Aman yahu! Bunlar çok gözeel. Göre’den olamaz bunlar. Bilirim Göre insanı kaba sabadır, kültürsüz ve de eğitimsiz. Fakülte mezunu, Harbiye çıkışlı tanıdıklarım var, az sayıda. Yarenlik falan bilmezler. Bu para keseleri öyle her yerde bulunmaz. Zamanında değeri bilinmezdi, alıp alıpgötürmüşler İstanbul’a, Kapalıçarşı’ya. Oradan da İsviçre’ye. Şimdi bu konuda bir araştırma yapmak istesen, Avrupa’ya gitmen iktiza eder. Oooo, yahu bu çoraplar ne böyle ? Erzurum işi mi bu kahverenkli yün çorap? Yoksa Şavak mı? Ben bunları bohçasıyla alıp fotoğraflarını çekeyim, sonra hiç eksiksiz getirir, teslim ederim.’’
Olur mu, olmaz mı; razı mıısın, değil misin. Sormak yok. Emr,i vaki.
Bir önceki ders yılında Sivas Zara ve Yozgat Kadışehri gibi iki aayrı yerde ortaöğretim eğitmeniyken çektiğim diyapozitifleri Holanda’ya göndermiştim. Hengelo’da Ahmet Eniştem develope ettirip göndermişti. Daha yeni inceliyordum şeritler halindeki filmleri. Kitaplıkta onları gördü.
‘’ Yahu Hoca, sen bir hazinesin, sen bir definesin.Sen bir mücevher dolabısın, keşfedilmemiş. Ne bu slaytlar böyle yahu! Nasıl çektin o köylü kadınları, nereden bunlar. Adam dayak yer bu resimleri çekmek isterken.’’
Yanıt veriyorum.
‘’ Geçen ders yılında Zara ve Kadışehri’ndeydim. Elbet işin gücün var. Demirel’in bakanı Ali Naili Erdem bizi sürgüne yolladı. Hiç ilgilenmedin. Gayrı işin gücün yok da, bir garip eğitmen Ürgüp’ten uzaklaştırılmış. Onunla mı uğraşacaksın ! ‘’
‘’ …………………. ‘’
‘’ O diapozitiflerYavuhasan köylülerinin. Sıraç Türkmenleri. Kaç göç yok. Benim kim olduğumu bildiklerinden, öğrendiklerinden yalnız evlerini açmakla kalmadılar, gönüllerini de açtılar. Son derece konuksever bir topluluk.’’
‘’ Ne kadar güzel giyitleri böyle. Özenli fistanlar. Nasıl da yakıştırmışlar. Şu çocukların gülmesi, insanın içini açıyor yahu.’’
‘’ Evet, öyledir. Elbet karşılığını vermek gerekiyor. Beni unutmadıklarını yazdıkları mektupta anlatıyorlar. Ben de karşılık veriyorum.’’
‘’ Şimdi bunları alıyorum, agrandisörüm var. Karta basıyorum, sonra getirip veriyorum. Al kızım, bunları da çantana koy.’’
Amandı, zamandı. Bu şerit diapozitifler doğrudan karta kasılmaz. Tekniği ayrı. Önce negatifleri alınır, ikinci iş olarak yapılır basma. Bunları dinleyecek durumda değil. İtiraz etsen de, aldırmaz. Emr-i vaki…
Fransız dostlarımız 1973 yılı haziranında Nevşehir’e bir gezi düzenlemişlerdi. MarcelleDerunes benim mektuplaşma arkadaşım (penfriend ) idi. Gruptan ayırdık, otomobilimizle Göre’ye, evimize götürdük. Bir Türk ailesiyle böyle tanışmaktan mutluluğunun arttığını söyledi. Bu Fransız genç hanım, öyle ki, yazdığım mektupları bir edebiyat-kompozisyon öğretmeni titizliğiyle düzeltir, fotokopyasını gönderirdi. Böyle yazışmalarımız yıllarca sürdü. France adlı evladiyelik prestige kitabı da o ziyaretin pek değerli, başkasına verilemez, devredilemez armağanıydı.
Ucasarlı Hekim, kitaplığımı tararken gördü o kalın kitabı. Zaten görülmeyecek, farkedilmeyecek gibi de değildi. Aldı, inceledi, hayranlığını dile getirdi.
‘’ Yahu, bu harika bir kitap. Fransa’yı gezdim amma, bu yerlerin çoğunu görmedim. Nerdeyse Türkiye kadar büyük, sen coğrafya öğretmenisin, öyle değil mi ?Müthiş güzel resimler kullanmışlar. Nostalji yaşamak için bu kitabı alıyorum.’’
İtiraz yok. Alır, hemşireye verir. İzin ? O da ne demek !
( Ürgüp’ten sonra Elazığ ve Diyarbakır. O kitap belki 20 yıl geri alınamadı. Bir yaz dinlencesinde Nevşehir’den Ürgüp’e gelirken Ucasar’a uğradık. Villasını ziyaret ettik. Her zaman orada bulmak zordu. Rastlantı bu ya, hem de çalışma odasındaydı Hekimimiz. Baktım, kitaplıkta duruyor France. Çekip aldım. O bana sormamıştı, ben de kendi kitabımı, anıları olan bir armağanı ona sormadan geri aldım. Söz etmeden, izinsiz. Göreliyim ya. Kaba saba, yarenlikten anlamaz bir adamım.)
…………………
Nevşehir-Ürgüp-Ucasar-Kavak Dörtyolu yakınında harap bir üzüm bağında bir yapının yükseldiğini gördü bu yollardan geçenler. Burası Göreme Tarihi Ulusal Park’ın sınırları içinde kalıyordu. Taş üstüne taş koymak yasak. Çivi çakmak yasak. Binbir izin gerekiyor; bıktırıcı…Eski evini onarıp turizme otel , pansiyon olarak kazandırmak isteyenlerin nasıl ömür törpüsü işlemlerin içinde boğulduğunu herkes bilir.
Fakat Ucasarlı Hekim bu…Parası bol, her yerde tanıdık, eş, dost…
Bağ içinde çirkin bir yapı karmaşası. Burada bir Sağlık Ocağı-Sağaltım Ortacı mı kurmak istedi. Bulup konuşamadım. Öğrenme olanağım yoktu. O yapı orada öyle kaldı. Belki itiraz edenler oldu, mahkemelik iş. Giderek yıprandı, çirkin, yıkık, yıprak bir görünüm kazandı.
Ucasarlı Hekim…
Sevaplarıyla, günahlarıyla bu dünyada yaşadı, izi kaldı, muayene ettiği, sağalttığı , midesini, bağırsağını kesip biçtiği herkeste unutulmaz izler, anılar bıraktı Ucasarlı Tabip.
Hoca aşağı, hoca yukarı…
Sanıyorum,adımı öğrenme gereği de duymamıştır.
Göçtü gitti.
Zaman zaman kırılsam da, bencilliğine gücensem de yarenliğini özlüyorum.
Saygıyla anıyorum.
5 Mayıs 2023. Ürgüp