Yazmak
İlk kitabımı (Gölge’mi) yazmaya karar verdiğimde internette şöyle bir arama yapmıştım: Bir kitap nasıl yazılır?
O zamanlar yazı yazmanın süreç içinde yavaş yavaş olacağını, zamana bırakılması gerekildiğini bilmeyerek yapmıştım bu aramayı. Çok gereksiz bir arama olsa da elbette belli bazı sonuçlardı çıkmıştı. Her sayfa ya da video önerilerde bulunuyordu ama özellikle vurgulanan iki şey vardı: Birincisi kitap okuma alışkanlığın olması. İkincisi ise yazılan yazılarının birisi ya da birileri tarafından okunması, değerlendirilmesi.
Yazının birine okutmanın üstüne başa başa neden durduklarını anlıyordum. Ancak ilk ve en çok söylenen, kitap okuma alışkanlığın olmasını ısrarla belirtilmesinin nedenini anlayamıyordum. Sonuçta okumayı seven biri yazmak ister, bir kitap yazmanın hayalini kurar. En azından ben böyle düşünüyordum, olaya düz mantıkla bakarak ama durum öyle değilmiş. Okuma isteğinden çok yazma isteği varmış insanlarda. Bunun nedeni de ün, para kazanmak olabilir ya da en basiti dışardan havalı görünmesi…
Yazmayı bu tarz nedenlerden dolayı isteyen birinin yazarlık macerası pek de uzun sürmez. Yazmak emek vermek, sabretmek demektir. Özellikle sabrın yazmak konusunda, edebiyat konusunda çok özel bir yeri vardır. Yani yazı yazmayı dolaylı nedenlerden değil de, direkt olarak ve sadece yazmayı gerçekten sevenlerin işidir. Yazmayı sevenler, gerçekten sevenlere ise sadece geçmiş olsun denilebilir. Nedenini Ömer Sevinçgül’ün Yazar Olmak İstiyorum adlı kitabının 26. sayfasındaki alıntı açıklayabilir: “Yazar, ağaca benzer. Dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri görünür de toprak altında kalan kökleri görünmez. Yazarın kökleri, bitmeyen çilesidir.”
Haklılık payı var gibi, özellikle teknolojinin ağır bastığı günümüzde edebiyatla ilgilenmek ayrıca özen, sabır ve emek istiyor.
Bu özeni, sabrı, emeği vermeye hazır olanlar ise bolca okumalı. Çünkü her şey okumakla başlıyor. İnsan okudukça yazar, yazdıkça düşünür ve düşündükçe gelişir…
Gökçen Ayyüce Yıldıran